Türkiye’de 68 Düşüncesi – Gökçe Şentürk
Kapitalizmin temel çelişkisi, Marks’ın tanımıyla, kullanım değeri ile değer üretimi arasındaki çelişkiydi. İlki doğalken ikincisi kapitalist toplum düzenine özgüdür. Bu çelişki sosyal, siyasal ve ideolojik kısıtlamalardan azade durumdaki üniversitede, sınırsız entelektüel gelişim ideali ve kapitalizmin dayattığı sıkı entelektüel dizginler arasındaki çelişkide kendini gösterir. Eğitimin liberal ruhu kendi sosyal içeriğiyle çatışır.
68 hareketi tüm dünyada özellikle nüfus içinde artan oranlarıyla gençliğin yeni bir dünya, yeni bir yaşam arayışıyla harekete geçtiği bir toplumsal süreç olarak anılır. İkinci Dünya Savaşı sonrası dünyada kapitalizm bir atılım süreci içerisine girmiş, refah toplumları yaratmıştı. Kapitalizmin yükselişe geçtiği dönemde teknoloji ve dolayısıyla da üretim araçları gelişmiş, sermaye bu üretim araçlarını kullanabilecek yeni ve vasıflı işçi kuşaklarına ihtiyaç duymaya başlamıştı. Önceki döneme göre bebek ölümlerinin azalmasıyla, gençliğin nüfus içindeki oranının artmasıyla vasıflı işçi kuşaklarının nereden devşirileceği açıkça ortadaydı. Fakat mesele hem toplumda önemli bir yere ve etkiye sahip olan bu ara sınıfı kapitalizmin kültürel hegemonyası altına almak, hem de iş gücünden yararlanmaktı. Kapitalizm her iki anlamda da bunu gerçekleştirebilmek için eğitim olanaklarını arttırdı. Soğuk Savaş sonrası dünyada artan refah ABD’nin dünyada üzerindeki rekabetsiz alanını sınırlandırıyor, sahneye başka aktörlerin girmesine de olanak tanıyordu. Pek çok ülkede üniversite sayıları arttı; 1950-1964 yılları arasında üniversiteli öğrenci sayısı ABD’de ve Almanya’da iki kat, Fransa’da üç kat, İngiltere ve İtalya’da yaklaşık yüzde 50 arttı*. Bu durum bir süre sonra sistemin beklentilerinin aksine, dünyadan aradığını bulamayan, aldığı eğitimle yaşadıklarını özdeşleştiremeyen kuşaklarda oluşan kırılmayla 68’de tüm dünyaya yayılan bir patlama yarattı. Piyasada yeni aktörlerin oluşması da paylaşım da yeni sıkıntıları doğuruyor, yaşanan ekonomik buhranların faturasını kaymak tabakanın altında kalan toplumun geniş kesimleri ödüyordu. 1966-70 döneminin antikapitalist, düzen karşıtı içeriğine damgasını vuran siyasal, ideolojik söylem; bürokrasi ve sistemiçileşmeyle özdeşleşmiş önceki dönemin yenilmiş kuşakları ve “sosyalist, komünist” partileri dışında bir muhalefet alanından kaynaklandı. SSCB güdümünde Komünist Partiler (KP) ihanetçi politikalarıyla tüm dünyada Marksizmin itibarını zedelemiş, dolayısıyla radikalleşen gençlik üzerinde alternatif olmaktan uzakta kalmıştı. Ne yazık ki bu durumda gençliğin önemli bir bölümü, dünyada ve yazımızın konusu olan Türkiye’de mahkum ettiği geleneksel işçi hareketi ve onun taşıyıcısı KP’ler ve Stalinizmle birlikte Marksizmi ve sistemi ortadan kaldırmanın tek yolu olan sınıf mücadelesini de mahkum etmişti. 68’i tarihsel olarak ortaya çıkaran kaynaklara kısaca değindikten sonra, bu yazıda asıl olarak Türkiye’de 68’e gelinirken gençliğin içinde olduğu hareketleri ve hala bu döneme de etkisi olan ideolojik tartışmaları inceleyeceğiz.
27 Mayıs Darbesi ve 61 Anayasası
1950 yılında tek parti iktidarının sona ermesiyle seçimleri kazanarak iktidara gelen Adnan Menderes önderliğindeki
Demokrat Parti (DP), ticaret burjuvazisi ile büyük toprak sahipleri yanlısı politikalarıyla o dönem bir kısım toplumsal paraziti semirtiyor, diğer taraftan da zorunlu muhafazakarlaştırma ile artan sömürü ve baskıya karşı çıkabilecek sesleri susturmaya çalışıyordu. 27 Mayıs 1960’ta ordunun içindeki genç subaylar tarafından emir komuta zincirinin dışında bir hamleyle DP devrildi. Amaç 1923’te gerçekleşen, fakat DP’nin iktidara gelmesiyle birlikte kesintiye uğrayan “devrimin” tesisini yeniden sağlamak, bürokrasiyi güçlendirmek ve sanayileşme merkezli yeni bir sermaye birikim rejimi örgütlemekti. Darbenin ardından 38 genç cuntacı subaydan oluşan bir kadro Milli Birlik Komitesini (MBK) kurarak yönetimi ele almış, ardından da kurulan komisyonla yeni anayasa çalışmalarına başlamıştı. Türkiye tarihinin en demokratik anayasası olarak geçen 61 Anayasası göreceli bir özgürlük ortamı yaratıyordu; hatta anayasa referandumu için MBK’nin bastırdığı afişlerde “topraksız köylüye toprak, işçiye grev” sloganları dikkat çekiyordu. 61 anayasasının getirdiği özgürlüklerin de elbette bir sınırı vardı. Özellikle iş, bu özgürlüklerin uygulanmasına, özellikle de işçi sınıfının haklarına gelince fiiliyatta güçlü engeller konuluyordu. Ama sosyalist solun Cumhuriyet dönemi boyunca ilk defa legal alanda sahaya inip kendini halka gösterme fırsatı yakaladığı 27 Mayıs sonrası bu dönem, tam da dünyada esen güçlü sol rüzgarların her yere ulaştığı bir sürece denk geldi. Dolayısıyla engellemeler işçilerin ve gençliğin sol atılımını engelleyemedi. İç ve dış radikalleşme dinamikleri bu dönemde birleşecek ve Türkiye radikal 60’larda dünyadaki önemli sosyalist hareket merkezlerinden birisi olacaktı.
TİP ve YÖN Hareketi
60’ların getirdiği özgürlük ortamında sosyalistler tekrar ülke içinde aktif siyaset yapma olanağı bulabilmiş, bu bağlamda pek çok oluşum kurulmaya başlanmıştı. Şüphesiz, bunların en önemlilerinden biri 13 Şubat 1961’de kurulan Türkiye İşçi Partisi’ydi. (TİP) TİP sonraki sürece damgasını vuracak olsa da ilk kurulduğunda sosyalizm adına kendine paye biçmiş değildi; 12 sendikacı tarafından kuzey Avrupa sendika hareketinin özellikle, İngiliz İşçi Partisi, Alman Sosyal Demokrat Partisi ve İsveç Sosyal Demokrat Partisi’ni örnek alarak Türkiye’de bir işçi partisi kurma fikriyle ortaya çıkmıştı. Bekledikleri çıkışı sağlayamayan parti yöneticisi sendikacılar, 1962’de aydınları TİP içerisinde siyaset yapmaya davet etti. Bir süre sonra da Mehmet Ali Aybar parti genel başkanlığına seçilecekti; Aybar genel başkan olmayı parti tüzüğüne “TİP, Türkiye işçi sınıfının ve onun demokratik öncülüğü
etrafında toplanmış bütün emekçi sınıf ve tabakaların (ırgat ve küçük köylülerin, aylıklı ve ücretli zanaatkarların, ilerici gençliğin, toplumcu aydınların) kanun yolundan iktidara yürüyen siyasi teşkilatıdır.” ibaresinin eklenmesi şartıyla kabul etti. Bu, parti tüzüğünde bir madde olmaktan çok, ilerleyen dönemde TİP’in ideolojik zeminini belirleyen büyük tartışmaları da beraberinde getiren, parlamentarizme saplanmasının bir göstergesiydi. Mehmet Ali Aybar TİP’i sola çekmişti, ama TİP hala açık bir şekide parlamentocu bir güçtü.
TİP ile aynı zamanda 1961 yılında, 27 Mayıs’ı selamlayan, “ordunun ilerici rolünü” ideolojik tartışmalarda ön plana çıkaracak olan, MBK ile 61 Anayasa’nın çalışmaları içerisinde de yer almış Doğan Avcıoğlu önderliğinde Yön hareketi ve dergisi de kurulacaktı. 1961 yılında Doğan Avcıoğlu’nun, Mümtaz Soysal ve Cemal Reşit Eyüboğlu ile birlikte çıkarmaya başladığı YÖN dergisi, egemen ideoloji olarak küçük burjuva aydınları tarafından “aydınlanmacılık”, “modernleşme” ve milliyetçilik çerçevesinde ilerici ilan edilen Kemalizmi, bu dönemde sol bir değerlendirmeyle, Türkiye Solu için hala tam olarak aşılamayan bir tartışma olarak
ön plana koyacaktı.
Kadro bileşimi olarak oldukça heterojen bir profil çizen, orta ve üst sınıf elit aydınlardan oluşan YÖN Hareketi, kökleri itibariyle sınıf siyaseti gütmekten çok uzaktı. YÖN manifestosunun 1041 imzacısının içinde bulunduğu ideolojik farklılık içerisindeki birlik şu şekilde özetlenebilir: “… Yön Hareketi’nin, daha baştan çeşitli eğilimlerden oluşan ve türdeşliği tartışılabilir bir nitelik taşıdığı da söylenebilir. Ancak gene de hepsinin bir ortak noktası vardı: aydınlar tarafından başlatılan ve yönetilen bir ilericilik anlayışı. İktidarı sosyal ve ekonomik reformların yapılması yoluyla ‘aydınlatmak’ üzere birer seçkinler grubunun oluşturulması gerekliydi. Yine her ikisine göre bir ‘beyin takımı’ oluşturulacak ve buna önayak olanlar ise halktan gelme kişiler değil, küçük bir asker-aydın grubundan çıkacaktı.” [Artun Ünsal, Türkiye İşçi Partisi (1961-1971), s.73-75]
27 Mayıs’ı izleyen darbe girişimlerinin başarısızlığı, YÖN’ü sönümlendirse de bu dergi 1960’ların düşünce hayatına damgasını vuracak ve Türkiye solunu çok büyük ölçüde etkileyecekti.
Sosyalizm mi? Anti-emperyalizm mi ?
Aynı yıl kurulan TİP’in ve YÖN dergisinin 1965 seçimlerine kadar birlikte hareket ettiği söylenebilir. TİP içindeki aydınlar YÖN’de yazıyor, bileşenleri farklı ideolojik kaynaklardan beslense de YÖN yazarları da adikal talep ve söylemde bulunmayan TİP’i destekliyordu. Aydınların katılımıyla dikkat çeken TİP, kısa zamanda kullandığı emek eksenli söylemle kitleselleşti ve gençlik ile emekçiler arasında heyecan dalgası yarattı. 1965 seçimlerinde milli bakiye sisteminin de etkisiyle %3’e tekabül eden 276 bin oyla 15 milletvekiliyle parlamentoya girdi.
Bu süreç aynı zamanda YÖN ve TİP arasındaki ideolojik mücadele ve rekabetin şiddetlendiği bir dönemdir. Aybar YÖN’e karşı sosyalizm söylemini ön plana çıkarıyor, YÖN’cüleri kapitalist ilişkileri muhafaza etmeye yönelik fikirleri halka telkin etmeyle suçluyordu. Avcıoğlu’da YÖN satırlarında TİP’e antiemperyalist çizgisini terk etme, DP’nin devamcısı Adalet Partisi’yle uzlaşmacı bir çizgiye geldiği eleştirisinde bulunuyordu. Bütün bu eleştirilerin altında net bir ideolojik ayrım olduğu söylenemez; her iki taraf için de ilk etapta iktidara ulaşma biçimleri konusunda ne söylüyor olurlarsa olsunlar devletin bir burjuva milli devlet olması yönündeki fikirleri aynıydı. Bu bağlamda da 27 Mayıs’ı selamlıyor, 61 Anayasası’nın sosyalizme ulaşmak için gerekli yasal zemini oluşturduğunu iddia ediyorlardı.
Büyük fırtınalar yaratan ve tartışmaları kopuş noktasına getirense TİP’in teorisyenlerinden İdris Küçükömer’in cumhuriyetin kurulmasından sonra ceberut devlet anlayışıyla yöneten tek parti iktidarının 1950’de alaşağı edildiğini, fakat yanlış bir tercihle ve alternatifsizlikten DP’yi iktidara taşıdığını söylemesi oldu. Kemalistler ve Kemalizmin etkisi altındaki solcuların bunu kabul etmesi mümkün değildi. Daha sonra Mihri Belli tarafından yeni bir buluşmuşçasına teorize edilecek olan Milli Demokratik Devrim (MDD) tezine göre (Avcıoğlu ile hemfikir olarak) Türkiye’de öncelikle burjuva demokratik bir devrim gerçekleştirilmeliydi. Bunu gerçekleştirebilmek için de TİP’in üstü kapalı şekilde eleştirdiği sivil-aydın Kemalist bürokrasi öncü pozisyondaydı.
Mihri Belli ve MDD
Eski TKP kadrolarından olup o sıralar partiden atılmış olan Mihri Belli, SSCB’nin resmi çizgisi olan Stalinizm’in
aşamalar teorisi ile halk cephesi siyasetini 68 gençliğine ve harekete kalıcı şekilde bulaştıran isimdir. Bu teorilere göre Türkiye gibi az gelişmiş ülkelerde sosyalizm mücadelesi değil, demokrasi ve bağımsızlık mücadelesi verilmelidir. Bu mücadelede ilerici burjuvalarla işbirliği yapılmalıdır. Çok dem vurulan antiemperyalizm mücadelesi ise antikapitalist bir içerik taşımadığından tutarsızdır ve salt ABD karşıtlığına ve milliyetçiliğe indirgenmiştir. Bu yaklaşımlar sınıflar arası işbirliğini vaaz ettiği için sınıf hareketini kapitalizm lehine dünyanın her yerinde felce uğratmıştır.
27 Mayıs sonrası dönemde Mihri Belli’nin 68 gençlik hareketini büyük oranda etkilemesini mümkün kılansa, 27 Mayıs sonrasında ordunun bir hayli politikleşmesiydi; özellikle genç subaylar ve askeri okul öğrencileri Kemalist solun radikal biçimlerine meylederek sol cunta arayışlarını güçlendiriyorlardı. Mihri Belli gibi eski TKP’li olan Hikmet Kıvılcımlı’dan Doğan Avcıoğlu’na, Kemalist aydınlardan kimi gençlik önderlerine kadar geniş kesimler için sol cunta hayali giderek elle tutulur bir hale dönüşüyordu. Türkiye’de işçi sınıfının yeterli sayıya sahip olmadığı hatta SSCB’nin tahliliyle Türkiye’de feodal değil arkaik ilişkilerin egemen olduğu düşüncesinin bir yansımasıyla olması gereken, zinde güçler önderliğinde milli demokratik devrimdi. Zinde güçler; ordu 27 Mayıs sonrası dönemde Mihri Belli’nin 68 gençlik hareketini büyük oranda etkilemesini mümkün kılansa, 27 Mayıs sonrasında ordunun bir hayli politikleşmesiydi; özellikle genç subaylar ve askeri okul öğrencileri Kemalist solun radikal biçimlerine meylederek sol cunta arayışlarını güçlendiriyorlardı. Mihri Belli gibi eski TKP’li olan Hikmet Kıvılcımlı’dan Doğan Avcıoğlu’na, Kemalist aydınlardan kimi gençlik önderlerine kadar geniş kesimler için sol cunta hayali giderek elle tutulur bir hale dönüşüyordu. Türkiye’de işçi sınıfının yeterli sayıya sahip olmadığı hatta SSCB’nin tahliliyle Türkiye’de feodal değil arkaik ilişkilerin egemen olduğu düşüncesinin bir yansımasıyla olması gereken, zinde güçler önderliğinde milli demokratik devrimdi. Zinde güçler; ordu Bu fikirler TİP’in gençlik örgütü Fikir Kulüpleri Federasyonu (FKF) içerisinde çoğunluk sağlayacak ve gençlik daha sonra Dev Genç’i kurmak üzere büyük ölçüde TİP’ten kopacaktı.
Gençlik Radikalleşiyor
Bütün bu ideolojik rekabet döneminde gençlik radikalleşiyor, iktidardaki AP’nin yükselen muhalefete baskılarına karşı sesini sokakta yükseltiyordu. Tüm dünyada esen güçlü sol rüzgarlar, öğrenci gençliği Türkiye’de de tesiri altına almıştı. Bu radikalleşme eylem safhasında da kendisini göstermekteydi. Öğrenci gençliğin en kararlı kesimleri Filistin’e gidiyor, Küba Devrimi’nden esinleniyor, ülke içerisindeki ABD hedeflerine karşı militan eylemler düzenliyordu. Bu radikalizm TİP liderliğinin planlarıyla hiç de uyum içerisinde değildi. TİP, FKF’den parti çalışmaları dışında keskin eylemlerden uzak durmasını istiyordu. Aybar’ın sürekli olarak gündeme getirdiği 69 seçimlerinde TİP’in başa güreşeceği ve radikal eylemlerin ülkeye faşizmi getireceği savları, gençliği pasifize etme çabası olarak bir taraftan gençliğin TİP saflarından ayrışmasını da beraberinde getiriyordu. Aybar sokak çatışmalarının siyaset yapmanın yasal zeminin ve meşruiyetini ortadan kaldıracağı düşüncesiyle eylemlere destek vermiyor hatta engellemeye çalışıyordu. SSCB’nin temsil ettiği bürokratik ve atıl KP’lere sağdan bir eleştiri getirerek sorunun sosyalizmin kendisinde olduğunu dolayısıyla da parlamento yoluyla kendisine sosyalist diyen bir partinin iktidarı alarak dönüşümü gerçekleştireceğini savunuyordu. Çatışmasız, ayaklanmasız kolay yoldan bulduğu çözümün adına da Güleryüzlü Sosyalizm diyordu. Bunun karşısında MDD’ciler gençliğin dinamik ve kabuğuna sığmayan hareketine destek veriyor, TİP karşısında tartışmasız alternatif oluşturuyordu. Yani 68 gençliği parlamenter sistemle sosyalizmi kuracağı iddiası taşıyan Aybar’ın TİP’i ile açıkça sınıf işbirliğine dayanan ve bedelleri 12 Mart darbesiyle açığa çıkacak olan Mihri Belli’nin MDD’si arasında sıkışıp kalmıştı. Dergi sayfalarında yürütülen tartışmalar gençlik için ikinci planda kalıyor, üniversite boykotları ile başlayan süreç 6.Filo Eylemleriyle doruk noktasına ulaşıyordu.
TİP’in pasifist çizgisinden ayrışan gençlik, kendi içinden Denizleri, Mahirleri, İboları ve daha nicelerini ortaya çıkarıyordu. 1968’de SSCB’nin Prag’ı işgal etmesiyle ayrımlar giderek sertleşti. Aybar işgali eleştirirken Belli destekliyordu. Bir süre sonra da gençlik iki taraftan da ayrışarak kendi yolunu çizecek ve ne yazık ki bu yolda Marksizmin işaret ettiği yoldan çok, sınıf mücadelesinden kopuk maceracı eğilimler olacaktı. Bu doğrultuda yol gösterici de dünyada, SSCB’nin hantal bürokrasisi karşısında Vietnam’daki antiemeperyalist mücadele, 1959’da gerçekleşen Küba Devrimi ve Çin deneyimleri üzerinden yükselen gerilla mücadelesi olacaktı. Gerilla mücadelesinin sınıftan kopukluğu ve üretimden gelen güce dayanmayışı grupların giderek artan baskı ortamında çok az sayıda militanla ve yetersiz koşullarda giderek yalnızlaşmasına yol açtı. 12 Mart 1971 geldiğinde de sistemi krize sokacak ve darbecilerin elini boşa çıkartacak tek örgütlenme biçimi olan sınıf safları çoktan terk edilmişti ve ne yazık ki 68’in önderleri 12 Mart tarafından katledildi, hayatta kalanlarsa yenilgi ve baskı altında yeni bir döneme başlanacağından habersiz zindanlara atıldılar.
Sonuç
68’i öğrenmek, konuşmak ve analiz etmek oldukça önemli. Ama bugün Türkiye Solu’nun büyük kısmınca yapıldığı gibi hiçbir sorgulama ve eleştiri olmaksızın gerçekleştirildiğinde ne yazık ki Denizlerin uğrunda hayatını feda ettiği devrim ve sosyalizm mücadelesinde atıl kalmaktan, siyasetin dışına itilip kitleleri kapsayamamaktan başka bir durum yaratmıyor. Her 6 Mayıs’ta Denizleri ve bu uğurda can verenleri anmak biz bugünün devrimcilerinin boynunun borcudur ama aslolan mücadeleyi ileri taşımak ve nihai zafere ulaşmaktır. Bunun yolu da tıpkı geçmişte olduğu gibi bugün de onlarca yenilgiye sebep olmuş kitleleri sosyalizmin kurtarıcı bağlarından koparan, aşamalı devrim ve tek ülkede sosyalizm martavalından değil sürekli devrim ve sosyalist dünya devrimi perspektifinden geçiyor.