Sizi Ne Kurtaracak? – Güneş Gümüş

Sizi Ne Kurtaracak? – Güneş Gümüş

İstanbul seçim sonuçlarını ele aldıkları kapalı bir toplantıda Erdoğan’ın sarf ettiği Karnını doyuruyorsunuz, yine de oy vermiyor” sözleri çokça tartışıldı.

Neoliberal dönemin mantalitesi dünya çapında aynı. Ücretleri düşür, sosyal hakları ortadan kaldır, sosyal devlet uygulamalarına son ver; açılan geniş boşluğu doldurma işini bireylere-vakıflara-cemaatlere bırak. Türkiye’de 12 Eylül sonrası yerleştirilen bu düzenden en çok nemalanan AKP, İslamcılar. Önce cemaatler-tarikatlar aracılığıyla, sonra ele geçirdikleri belediyelerle, iktidar olduktan sonra da devlet kaynaklarından yoksullara sundukları yardımlardan politik olarak az beslenmediler.

Alınterinin karşılığı verilmesin, emeğinin hakkı yensin; yoksulluk altında yaşarken sana kamu kaynaklarıyla verilen yardımlar karşılığı oy olması gereken bir lütuf gibi sunulsun!

Sanki yoksul halka verilen o yardımlar yine o halktan toplanan vergilerle verilmiyormuş gibi. Ülkede vergi yükü de yoksulların sırtında değilmiş gibi. 2017 yılında ücretlilerden kesilen gelir vergisi 67 milyar TL iken patronların ödediği kurumlar vergisi 53 milyar lira değilmiş; çoğu yoksul halkın cebinden çıkan dolaylı vergiler toplam vergilerin %67’sini oluşturmuyormuş gibi…

Yardımlarla yoksulları satın aldıkları düşüncesi bir yana karnını doyurma dedikleri açlıktan öldürmeyecek kadar bir yardım. O yardımlar kendi başına bir aile geçindirmez; İstanbul gibi büyükşehirlerde asgari ücretle ayakta kalmaya çalışan yoksul hanelere ancak bir nefes aldırır.

DİSK’in verilerine göre toplam çalışanlar içinde asgari ücret civarı maaşla çalışanların oranı %51. Yani her iki çalışandan biri ya asgari ücret alıyor ya da ondan %10 kadar fazlası. Diğer %50’nin ekonomik durumu da içler açıcı değil. (Genelinde ortalama kira 1700 TL’yi geçen) İstanbul’da en düşük kira değerine sahip Esenyurt-Silivri gibi ilçelerde bile ortalama kiralar 1000 TL olmuş; gıda enflasyonu TÜİK verilerinde bile %30’ların üstünde geziniyor. Bu koşullarda bir aileyi, işleri-maaşları tehlikeye girerse yardımlar kurtarabilir mi!?

TOBB geçtiğimiz günlerde 2019 Nisan’ında kurulan şirket sayısının %21 azalırken, kapanan şirket sayısının %25 arttığını açıkladı. Kapanan işyerlerinin sayısının artması demek; daha çok işsizlik, alınamayan ücretler-tazminatlar, ödenemeyen borçlar, zor durumda aile ekonomisi demek. Zaten geniş tanımlı işsizlik 7 milyon 153 bine dayanarak Cumhuriyet tarihinin rekorunu kırmıştı. Devamı da yolda.

Halkın ekmeği tehdit altındayken yoksul emekçi 17 yıldır ekonomi dümeninin başındakileri sorumlu tutmaz mı? Bu tehlikenin farkında olan iktidar, krizin faturası kendisine kesilmesin diye seçimler bitene kadar atmadık takla bırakmadı. Tanzim satışlarından döviz yükselmesin diye Merkez Bankası rezervlerini boşaltmaya, ekonomi biraz olsun işlesin diye vergi indirimlerinden şirketlerin batık kredilerinin kamu bankalarının sırtına yüklenmesine kadar.

Bu kadar çabaya rağmen Türkiye’nin en gelişmiş 6 şehrinden 5’inin büyükşehir belediye başkanlığını kaybetti. 5 ayda bütün bir 2019 bütçesinin dibine darı ekecek kadar kesenin ağzını açmasalar neler olurdu siz düşünün! Bu nedenle iktidar 23 Haziran’a kadar aynı rotada devam diyor. Hem de ilklere imza atarak. Merkez Bankası’nın “kara gün parası” diye geçen 46 milyar TL’lik ihtiyat akçesini bütçeye aktardılar mesela. Normalde piyasaya girmeyecek bir paraya el atmak arka kapılardan dolanarak para basmak demek. Şu sıralar iktidar böyle dolambaçlı operasyonlarda ustalaşmış durumda. Bedeli mi; yediğin hurmalar misali olacak. Tabii önümüzdeki 4 yıl seçim yok; bizim için sıkıntı yok düşüncesindeler. Halkın anası ağlamış onlara ne! Daha yeni bir yoksul emekçi kendisine verilen iş sözü yalan çıkınca kendisini yakarak öldürdü.

Bunlar Daha Başlangıç

Türkiye ekonomisi sadece ekonomik küçülmeyle boğuşmuyor; her yandan sıkışmış durumda. Düdüklü tencere misali basınç arttıkça artıyor; bir yerde fena patlayacak.

2001 krizi sonrasında geçen AKP’li 17 yılda ekonomik büyüme, patronların döviz cinsinden borçlanarak ürettikleri malları – konut başta olmak üzere araba, bireysel ihtiyaç gibi – kredilerle borçlanarak tüketen vatandaşın itilimine bağlı oldu. Uzun yıllar içinde çoğunluğu özel sektöre ait olmak üzere toplamda yaklaşık 445 milyar dolar bir dış borç yapıldı; %58’i dolar, %32’si euro cinsinden. Özel sektörün sadece Mayıs ve Haziran aylarında ödemesi gelen borç miktarı 14 milyar dolar. Dövizdeki yükseliş sonrası artan üretim maliyetleri, ekonomik durgunluk derken şirketlerin bu borcu döndürebilmeleri için yüksek oranda borç bulmaları gerek. Kim borç verecek; dış kreditörler! Ülkede iptal edilen seçimler, S-400’ler üzerinden ABD ile süren gerilimin yarattığı siyasi belirsizlikler düşünülünce (ki Türkiye’nin risk primi geçen yıl Ağustos’u bile geçmiş durumda) kredi imkanları daralıyor. 31 Mart sonrasındaki bir ay içinde 1,8 milyar dolarlık bir sıcak para çıkışı oldu bile. Şirketler borç bulsa bile maliyetleri çok daha yüksek; borçlanmanın şirketler üzerindeki yükü çok daha fazla olacaktır.

Diyelim ki bir şekilde borç bulunup vadesi gelen ödemeler yapıldı; şirketler için ekonomik manzara düzeliyor mu? Koca bir hayır. Üretimin neredeyse her kalemi ithalata bağımlı hale gelmişken dövizdeki değerlenme üretim maliyetlerini vurmuş, üretici enflasyonu TÜİK’e göre %30’ları bulmuşken piyasa durgunlaştı. Enflasyondaki artışla halkın yoksullaşması, kredi faiz oranlarının çok yükselmesiyle hane borçlanma eğiliminin azalması sonucunda ekonominin temel kalemleri olan konut, araba, beyaz eşya satışları önemli oranda daraldı. Şirketler bırakın artan maliyetleri tüketicilere yansıtmayı çeşitli kampanyalarla -devletin vergi indirimi desteğiyle – ürünlerini satma derdinde ama sonuçlar vahim. Satış olmayınca üretim de olmuyor; 2018’in son çeyreğinde ekonomi yüzde 3 küçülmüştü, 2019 yılının ilk çeyreğinde de yüzde 4’lük bir küçülme olacağı tahmin ediliyor.

Ekonomi üzerindeki kara bulutların en tehlikelilerinden biri de yaklaşan S-400 teslimatı nedeniyle ABD ile patlayacak gerilim. ABD tavizsiz şekilde sert mesajlar veriyor; üst düzey tehditler, vergi muafiyetlerini kaldırmalar… Doların sıçramasına, faizlerin artırılmak zorunda kalınmasına, enflasyonun alıp yürümesine kısacası ekonominin gümlemesine zemin olabilecek bir gerilim. Ülke ekonomisi ağır döviz cinsinden borç yükünün altında olunca uluslararası gerilimlere karşı aşırı kırılgan oluyor tabi. Bir yıl içinde ödenmesi gereken 200 milyar dolardan fazla borcunuz varsa ve bu borç yurtdışından yeni borçlar alarak ancak dönüyorsa emperyalist hayaller peşinde maceralara giremiyorsunuz. Yok girmeye kalkarsanız da bedeli ağır olabiliyor. Geçen yaz Rahip Brunson’un tutukluluğu dövizdeki füze hızıyla yükselişin fitilini ateşlemişti. Bugünün koşullarında olası bir S-400 krizi yanında geçen Ağustos’daki kriz hafif kalacaktır.

Bütün bu tehlikeler yetmezmiş gibi AKP seçimleri, yandaşları kurtaracağız diye ekonominin üzerine daha çok yıldırım çekiyor. İktidar seçim öncesinde şirketlerin borçlarının bir kısmını kamu bankalarının üzerine yıkmıştı. Aynı mantıkla devam! Şimdilerde hedef (çoğunlukla Ağaoğlu, Sur Yapı, DAP, Sinpaş, Kuzu, Nef, Torunlar gibi büyük firmaların ürettiği) satılmayan yüzbinlerce konutunu Ziraat bankasının sırtına yükleyip bu şirketlerin borçlarını kapatmak. Kamu bankalarına düşen misyon bununla da sınırlı değil. Merkez Bankası dövizde artış olmasın diye rezervlerini büyük oranda eritmişti; yetmedi son üç ayda bu operasyona kamu bankaları da katıldı. Ziraat Bankası, Halk Bank, Vakıfbank Aralık 2018’den Mart 2019 arasındaki üç ayda tam 3.2 milyar dolar döviz satışı gerçekleştirdiler. AKP ekonomiyi seçimlere kadar toparlayacağım, ekonominin batışını yavaşlatacağım diye kamu bankalarının, Merkez Bankası’nın kaynaklarını eritirken bir yıkım anında müdahale araçlarının altını oymaktan başkasını yapmıyor. Sonra ellerinde tek seçenek kalacak; IMF yolları!

KATEGORİLER