Ukrayna’dan Sonra Tayvan mı? Tek, Çift, Çok Kutupluluk… – V. U. Arslan

Ukrayna’dan Sonra Tayvan mı? Tek, Çift, Çok Kutupluluk… – V. U. Arslan

Tayvan’da tırmanan gerilim, Ukrayna’daki savaş öncesi durumu andırıyor: ABD’den kışkırtıcı hamleler geliyor; Çin tatbikat üstüne tatbikat yapıyor; Tayvan “Çin işgale hazırlanıyor” iddiasında bulunuyor; Çin ordusunun ateşlediği füzeler Tayvan üzerinden geçiyor… Emperyalist sistemin krizinin dünyayı küresel bir nükleer savaşa yakınlaştırdığı bir gerçektir.   

Kısa Bir Yakın Tarih Hatırlatması

ABD’nin Rusya’yı çevreleme stratejisinin savaşlara yol açtığını Gürcistan’da görmüştük. 2004’te renkli devrimlerin bir parçası olarak Gürcistan’da rejim değişikliği olmuştu. Küresel diplomasinin en tepelerinde bulunmuş, hassas dengeleri gözeten SSCB eski Dışişleri Bakanı Eduard Şevardnadze iktidardan indirilmiş yerine ABD yanlısı, teneke bir şarlatandan fazlası olmayan Mihail Saakaşvili getirilmişti. Tiflis’teki bu rejim değişikliğini Putin’in affetmeyeceği ortadaydı ve Gürcistan dış müdahaleye imkan veren çetrefilli ulusal sorunlarla doluydu. ABD’nin gazıyla iyice şişen, milliyetçiliğe oynayan Saakaşvili 2008’de ayrılıkçı Güney Osetya’ya ordu gönderince Rus ordusu cılız Gürcistan’a ağır bir darbe indirmişti. 

2014’te Kiev’de de bir renkli devrim oldu (Euromeydan) ve Rusya’ya yanlısı Viktor Yanukoviç iktidardan indirildi. Yeni Kiev rejimi milliyetçi, Rusya karşıtı ve hızlı NATO taraftarıydı. Ama Ukrayna’nın doğusu ve güneyinde yaşayan halkın Rusya ile kültürel ve tarihsel güçlü bağları vardı. Neticede Kırım tereyağından kıl çeker gibi Rusya’ya geçti. Donbass’ta ve diğer şehirlerdeyse Euromeydan karşıtı protestolar kanlı çatışmalara ve iç savaşa dönüştü. Putin burada da hamlesini yaparak Donbass’ta ayrılıkçıların tutunmasını sağladı. O günden beri Kiev’deki yeni rejim, kaybedilen topraklarını geri almak için milliyetçi bir yeniden yapılanmaya gitti, ordusunu güçlendirdi ve savaşa hazırlandı. Bir yandan da NATO’ya üyelik için elini çabuk tutmaya çalıştı. Gerisini biliyorsunuz…

Tayvan Gerilimi Asya-Pasifik Kuşatması

ABD emperyalizminin asıl derdinin Çin olduğunu bilmeyen yok. ABD belki halen dünyanın tek süper gücü ama geriliyor. Ortadaysa bir başka süper güç adayı daha var. Çin ekonomik ve askeri açılardan atılım yaptıkça kabına sığamaz oldu. Bu yükseliş emperyalist hiyerarşiyi değişmeye zorluyor. Çin bölgesel bir oyuncu olmaktan çıkıp küresel bir güce dönüşmek için stratejik hamleler yaparken ABD, Çin’i askeri, ekonomik ve politik açılardan kuşatarak Çin’in bir süper güce dönüşmesini engellemek derdinde.    

Tayvan bu konuda ABD için bulunmaz bir nimet olabilir. Nancy Pelosi’nin provokatif Tayvan çıkarması bu konuda bizlere ipuçları sunuyor. Bu ziyareti kişisel ve rastgele bir işmiş gibi sunanlara itibar edilemez. Pelosi ABD devlet aygıtının en tepe isimlerinden birisi. Ve son Tayvan çıkışı ABD emperyalist siyasetinin dönemsel yönelimleriyle bir hayli uyuşuyor. ABD/NATO, Ukrayna’ya sundukları neredeyse sınırsız askeri ve parasal destekle vekil savaşı konusunda ne kadar arzulu olduklarını ortaya koydular. Tayvan’a biçilen rolde bundan başka bir şey değil. Yani Biden’dan gelen “Pelosi’nin kişisel tavrı açıklaması” bir sahte bayrak operasyonunu yürütme çabasıdır. 

ABD yönetici sınıfının Çin karşıtı şahin politikada birleştiğini uzunca bir süredir takip ediyoruz. Buna karşın ABD Rusya’yı daha önce kendisine yakınlaştırmayı denemişti. Trump döneminin merkezi politikası buydu. ABD’nin eski taktiği… Rusya’ya Çin’in asimetrik üstünlüğünü göstererek doğru ortak olarak ABD’yi gösterme çabasından bahsediyoruz. 1971’de ABD, SSCB’ye karşı Maoist Çin’i kendisine çekmeyi başarmıştı. Ama bu sefer olmadı. Putin’in yakın dönemdeki başarıları ile özgüveni tavan yapmıştı ve NATO’nun Doğu Avrupa’ya genişlemesi gibi, Ukrayna gibi geri dönüşü olmayan problemler söz konusuydu. Bu yüzden Rusya’yı Çin’den uzaklaştırmak mümkün olmadı.    

Şimdilerde Tayvan adeta oltaya takılan yem gibi. Çin adayı işgale soyunmaya cüret edebilir mi bilinmez ama bölge ülkeleri korkuyla ABD’nin arkasında hizalandı bile. Tayvan dışında Japonya, G.Kore, Vietnam, Filipinler, Malezya, Endonezya, Brunei gibi ülkeler Çin ile deniz sınırları üzerinden itilaflı durumdalar. Bu listeye Hindistan’ı ve Avustralya’yı da eklediğimizde ABD önderliğinde geniş bir koalisyon ortaya çıkıyor. İşte bu, Asya-Pasifik’teki ABD kuşatmasının sınırlarıdır.

NATO 1999’dan beri Doğu’ya doğru genişlemesini sürdürüyor. Son olarak Finlandiya ve İsveç’in de katılımıyla NATO, Arktik kuzeydeki stratejik ve ihtilaflı bölgeye de ulaşmış oldu. Diğer taraftan ABD önderliğindeki NATO, Çin’i birincil tehlike olarak gördüğünü saklamıyor. 

Tek, Çift, Çok Kutupluluk

NATO’nun uzun yıllardır sürdürdüğü Rusya ve Çin’i çevreleme planı, doğal olarak bir Çin-Rusya-İran-K. Kore bloğunu şekillendiriyor. Ukrayna Savaşı bu devletler arasındaki öteden beri var olan yakınlığı “stratejik ortaklık” seviyesine yükseltiyor. Tersinden ABD de kendi liderliğini çok güçlü bir şekilde pekiştirdi. ABD’nin Doğu Avrupa’daki ateşli yandaşları zaten mevcuttu; ama şimdi Batı Avrupa da ABD liderliğini kesinkes kabul etmek durumunda kaldı. Çin’in Şi Cinping döneminde agresif bir dış politikaya yönelmesi ABD liderliğini Asya Pasifik’te tartışılmaz hale getirdi. Böylelikle küresel emperyalist rekabette iki kutupluluk eğilimleri belirgin bir hal aldı. O halde şöyle bir tarihsel gelişme iddiasında bulunabiliriz.

1991 Öncesi: İki kutuplu Soğuk Savaş Dönemi

1991-2008: SSCB’nin Dağılması, Tek Kutupluluğa yakın Pax-Americana dönemi…

2008-2022: Büyük Ekonomik Kriz, ABD Hegemonyasının Zayıflaması; Çin’in stratejik yükselişi; Rusya, AB, Hindistan gibi güçlerin bölgesel etkileri ile çok kutupluluğa yakın dönem.

2022: Ukrayna Savaşı. Emperyalist hiyerarşinin zorlanmasıyla patlayan sıcak savaş, ABD liderliğinin pekişmesi ve iki kutupluluğa benzemeye başlayan yeni dönem.

Küresel bir Nükleer Savaş Kapıda mı?

Soru, bu iki kutupluluğun yeni bir dünya savaşına yol açıp açmayacağı ile alakalıdır. Şimdilik Ukrayna Savaşı bir vekâlet savaşı olarak sürüyor. ABD Ukrayna üzerinden kendi savaşını vermektedir. Peki Tayvan’da? Biden, geçtiğimiz Mayıs ayındaki Japonya ziyaretinde olası bir Çin saldırısı halinde Tayvan’ı savunacaklarını ifade etmişti. Bu elbette bir blöf olabilir. ABD Tayvan’ı, Ukrayna gibi, kendi vekil savaşçısı olarak görmekle de pekala yetinebilir.  

Olası bir Çin işgal girişiminde Tayvan’ın bir ada olması askeri stratejileri bambaşka kılacaktır. Adaya çıkarma yapıp işgal etmek bir yandan saldırgan taraf için oldukça riskli bir iş. Ama diğer taraftan Çin ordusu Tayvan’ı havadan ve denizden ablukaya aldığında, Tayvan’ın uzun süre tek başına dayanması olağanüstü zor olacaktır. Ukrayna’nın NATO ülkeleri ile çok uzun kara sınırları mevcut. Ukrayna, Rusya’ya karşı savaşını bu ikmal yolları sayesinde sürdürebiliyor. Rusya, mutlak hava üstünlüğünü sağlayamadı, Polonya’dan silah girişini engelleyemedi. Ama Çin, Tayvan’ın can damarlarını tıkarsa savaşın gidişatı farklı olabilir. Bu durumda ABD ne yapacak? Biden’ın Mayıs’ta vaat ettiği gibi ABD, Tayvan’ın yardımına koşacak mı?           

Tayvan’ın işgali söz konusu olmayabilir. Nitekim Çin, Tayvan’ın etrafında geniş çaplı tatbikatlar yapmayı, Tayvan Boğazı’nı geçmeyi ve hatta Tayvan üzerinden füze uçurmayı askeri-politik-psikolojik yeni bir sınır olarak ortaya koymuş oldu. Bu yüzden ekonomik ve askeri atılımlarını sürdürüp dünya savaşı risklerini daha hazır olduğu bir döneme kadar ertelemeyi kendi çıkarlarına daha uygun görebilir. Ama Çin, ordusunu büyük bir hızla güçlendirirken bölge ülkeleri de boş durmuyor. Hindistan, Avustralya, Vietnam, Japonya, G. Kore gibi ülkeler hızla ordularını modernize ediyorlar. Tayvan’ın da uzun yıllardır savaşa hazırlandığını bilmeyen yok ve bu saatten sonra daha gelişkin silahları edinmek için elinden geleni yapacaktır. 

Bütün bunlar bütün dünya halklarının nükleer bir saatli bombanın üzerinde oturduğunu gösteriyor. ABD-SSCB nükleer gerilimlerine göre daha tehlikeli zamanlarda yaşadığımız çok açık. O sıralarda verili dünya statükosunun kendisine göre bir istikrarı söz konusuydu. Ama bugünün asıl meselesi emperyalist statükonun değişmeye zorlanmasıdır. Bu sancı şüphesiz ki dünyayı daha dengesiz ve tehlikeli bir yer haline getiriyor. 

İşçi sınıfı ve gençliğin devrimci sosyalizm bayrağı altında kendi egemen sınıflarına karşı mücadeleyi yükseltmesi dışında dünyamızı kurtaracak herhangi bir faktör bulunmuyor. Sri Lanka, Ekvator, Panama gibi ülkelerde ayaklanan ve önümüzdeki süreçte de ayaklanacak olan emekçilerin içerisinden öncü Marksist bir gücün yükselmesi tek seçeneğimiz olarak önümüzde duruyor. Ekonomik krizi şiddetli bir şekilde yaşayan Türkiye işçi sınıfı ve gençliği içerisinde bu geleneğin kök salması için mücadeleyi yükseltmek dışında başka bir seçeneğimiz yok. 

 

KATEGORİLER