Patronların Borcu Kambur Gibi Sırtımızda – Güneş Gümüş

Patronların Borcu Kambur Gibi Sırtımızda – Güneş Gümüş

İktidar, Mart sonundaki yerel seçimlere kadar ekonomi tamamen gümlemesin diye takla atarken olan, yoksul emekçilerin geleceğine oluyor. İnşaat sektörü topu dikmişken akıbeti belirsiz mega projeler için kamu bankaları kefil olarak zaten yük altına girmişti. Ekonomik kriz kendini gösterdikçe kamu bankalarının kamburu daha da büyüdü. Şirketlerin borçlarının yeniden yapılandırılması, düşük faizli konut kredileri, Hazine borçlanma ihalelerine düşük faizli borç verme filan derken 2018 yılı için Ziraat Bankası 2.3 milyar TL, Halkbank 1,3 milyar TL görev zararı açıkladı. Bu iki kamu bankasının 2014 yılında görev zararı toplam 1,6 milyar TL iken dört yıl içinde bu rakam kendini ikiye katladı.

Yoksul vatandaş enflasyonu mutfağında yakıcı şekilde hissediyor; bir de üstüne şirket iflasları ve kitlesel işsizlik eklenip yerel seçimlerde işleri iyice zorlamasın diye AKP, ekonomik görünümü kısmen toplamak için son dönemde kesenin ağzını iyice açmıştı. Patronlar için açılan kesenin kaynağı bizim cebimizden çıkan kamu kaynaklarından başkası değil. 1 Nisan sonrasında 2017, 2018 ve 2019’un seçim bütçesi bize “yol, su, elektrik” olarak geri dönecek elbet. 2023’e kadar seçim derdi kalmayan AKP’nin IMF’li ya da IMF’siz çok sıkı bir emek düşmanı mali program uygulayacağı, vergileri katmerleyeceği, kazanılmış kıdem tazminatı/işsizlik fonu/emeklilik maaşı gibi haklarımıza göz dikeceğini bilmek için alim olmaya gerek yok. Şimdiden şirketleri kurtarmak, iç talebi canlandırmak için teşvikler yapmak üzere Hazine’nin kasasını doldurmak adına kullandığımız plastik poşetleri bile %60’lık bir vergiye bağladılar. Bugün yaptıkları 1 Nisan sonrası yapacaklarının küçük bir görünümü sadece.

Krizi Engellemeye Kamu Kaynağı Yeter mi?

AKP’nin iktidara geldiği 2002’den bu yana bütçe açığı azalırken özel sektörün borçları -özellikle de döviz cinsinden-  katlanmıştı. 17 yıldır süren bu denklem sarsılıyor. İktidar, ekonomiyi ayakta tutacağım diye patronların borcunu üstlendikçe ve kamu yatırımlarıyla talep yaratmaya çabaladıkça bütçe açığı büyüyor. Özellikle kritik seçimlerle dolu geçirdiğimiz son 2-3 yılda bu durum daha da şiddetlendi. Merkez Bankası’nın her yıl Nisan’da yapılan genel kurulu Ocak’a çekilerek Hazine’ye toplam 25 milyar TL’lik bir kaynak seçim bütçesi gibi aktarılmış oldu. Ancak ÖTV-KDV indiriminden kredi kartı borcunu düşük faizle yapılandırmaya kadar uzanan harcama kalemleri o kadar geniş ki kamu bankaları için durum parlak görünmüyor. Mesela 102 milyar TL’yi bulan bireylerin bankalara kredi kartı borçlarının takibe düşmemiş olanlarının düşük faiz oranları ve uzun vadeye yayılarak yapılandırılmasının yükü Ziraat, Vakıfbank ve Halkbank’ın üstüne yıkılması bu bankalar için 2019 görev zararını geçen yıllara göre katlayacaktır. Kamu bankalarının devlet adına yaptıkları hizmetleri zarar yazmasına dayanan “görev zararı”, teoride, bir yıl sonra Hazine’nin bütçesinden karşılanır. Ama 2001 krizinde Hazine bu ödemeleri yapamaz hale gelmişti mesela.  

Kamu kaynaklarının seferber edilmesiyle krizin engellenmesi pek mümkün görünmüyor. zaten halihazırda iç talep, sanayi üretimi ciddi düşüş içinde. Aslında şu an iktidar, krizin yıkıcı etkileri yavaşlatmaya, ötelemeye çalışıyor. Krizin giderek derinleştiği şu koşullarda iktidarın ekonomiyi toparlama konusundaki adımlarında başarısı ya da başarısızlığını kamu maliyesinin gücü ve elbette sınıf mücadelesinin denklemleri belirler. Mesela ABD, 2008 krizinden sonra yıllarca Merkez Bankası eliyle piyasaya çok düşük faizli para sürüp sermayenin uluslararası spekülasyonlarla kar elde etmesine imkan verdi. Kamu bankalarının 2018 içinde performans, varlık kalitesi, sermayelendirme, likidite ve fonlama profilleri gibi göstergeler temelinde uluslararası derecelendirme kuruluşları tarafından notları zaten düşürülmüştü. Yani kriz çok daha sertleştiğinde kamu bankalarının toparlama kapasitesi zayıf.

Kaldı ki işlerin giderek kötüye gittiğini gerek TÜİK gerek İSO verileri ortaya koyuyor; iç talepteki daralma ve otomotiv, beyaz eşya, elektronik gibi önemli sektörlerdeki sert düşüşler gözden kaçacak gibi değil. 2018 son çeyreği için %5’i bulacak bir küçülme çıkacağı beklentisi yaygınlaşmış durumda. İnşaat sektöründe durum zaten vahim. Konkardato isteyen şirket sayısı artmakla kalmıyor, artık hem de büyük firmalar için iflas haberleri daha da sık duyuluyor. Vergi indirimlerine rağmen beyaz eşya satışları %17 geriledi. İç talepteki gerileme metal sektörünü %13’leri geçen bir üretim düşüşüyle vurmuş durumda. Deriden kimyaya, gıdadan giyime üretim sektörlerinde benzer düşüşler kendini gösteriyor. Yani AKP’nin hamlelerine rağmen durum parlak değil.

2001 krizinde özel bankaların borcu kamuya aktarılmış; bedeli yoksul halka ödetilmişti. Bugün de benzer bir yolda ilerliyorlar. Kamu bankalarının şirketleri tamamen kurtarma kapasitesi zayıf gibi görünse de seçim sonrasında yoksul halka çıkarılan faturayla elde edilecek kaynaklar krizin etkilerini patronlar cephesinde – hangi patronlar olacağını elbette AKP seçecektir – zayıflatmak için kullanılacak. Enflasyon almış yürümüş; vatandaş açısından temel ihtiyaçlar lükse dönüşmüş durumda. zaten kırmızı et birçok sofrada hayal gibiydi; şimdi halkın vazgeçilmezi bakliyat ve sebzde de lüks konumuna yükseldi. Bu tabloya daha çok vergi, artan işsizlik, daha düşük maaşları ekleyin. Bu demek oluyor ki krizin faturasını patronlar ve AKP ödemezse bize ödetecekler. Kese ya patronlar için açılacak ya biz yoksul emekçiler için. Elbette mücadele edip saldırıları püskürtmezsek!

KATEGORİLER