Orta Sınıflar ve Borçlanma Üzerine
Kapitalizm zengin ile fakir, burjuvazi ile proletarya arasındaki eşitsizliği derinleştirerek ayakta kalabilen bir düzen ve halihazırda dünya üzerindeki milyarlarca emekçinin zaten zincirlerinden başka kaybedecek birşeyi yok.
Orta sınıf dediğimiz yine emek gücünü satarak hayatta kalabilen, ancak görece halivakti daha yerinde olan kesimlerin bu pozisyonu da giderek aşınıyor ve yoksullaşmadan paylarını düşeni almaya başlıyorlar.
Wall Street Journal’da yayınlanan bir makale Amerikan orta sınıf ailelerin yaşam tarzlarını korumak ve yoksullaşma eğiliminin önüne geçmek için nasıl bir borç batağına saplandığını aktarıyor. Amerikan finans-kapitalinin sözcülerinden biri olan gazetede bu durumun sebepleri şöyle özetleniyor: Son 20 yılda eğitim, sağlık, ulaşım, konut sahibi olma gibi sosyal olanaklar giderek daha maliyetli bir hale gelirken, bu 20 yıllık sürede ücretlerin aynı oranda artmadığı belirtiliyor. Orta sınıf yaşam tarzından ödün vermek istemeyen aileler ise bu yaşam tarzını finanse edebilmek için daha fazla krediye başvuruyorlar. Tüketici kredilerinin 4 trilyon dolarlık bir toplamla (mortgage kredileri hariç) tarihin en yüksek seviyesine ulaşırken, öğrenim, mortgage, otomotiv kredilerinde de durum farklı değil. Fakat işten çıkarmalar, bütçe kesintileri gibi uygulamalar kredilerin geri ödenmesinde büyük sorunlar yaratıyor. Makalede bir aile üzerinden Amerikan orta sınıflarının kazandıklarından fazla harcama yapmalarının nasıl sorunlar yaratabileceğine değiniliyor.
2016’da FED’in yaptığı bir araştırmada şöyle ilginç bir sonuç ortaya koyuyor. Toplumun % 47’si acil bir durum nedeniyle 400 dolara ihtiyaç olması halinde, bunu ancak borç alarak veya birşeylerini satarak karşılayabileceğini belirtiyor.
Öncelikle şunu belirtmekte fayda var: Bu eğilim sadece ABD’ye özgü değil. Toplumsal tüketimi kredi kartları, tüketici kredileri gibi finansal araçlarla artırarak büyümeye çalışmanın bedeli hala içinden çıkılamayan krizlerle ortaya çıkıyor. ABD’de bu durum 2008’de Mortgage Krizi’yle patlak verdi, Türkiye’de aynı şekilde tüketiciyi borçlandırarak büyümenin sınırları olduğunu bugünkü krizle anlıyor.
Bu yazıda krizin gelişiminden ziyade asıl amaç orta sınıfların günümüz toplumundaki konumunu incelemek. Bugün burjuva eğitimin elinden geçen neredeyse her bir birey için çok küçük yaşlardan itibaren tek bir amaç aşılanıyor: Uzun bir eğitim serüveninin sonunda maddi getirisi yüksek iyi bir iş, ev ve araba sahibi olmak, iyi bir evlilik, iyi yerlerde tatiller yapmak, iyi giyinmek vs… Kısacası sistem bir çocuğa daha başından itibaren çok çalışırsa ve yaşıtlarıyla sokulduğu rekabetten başarıyla çıkarsa, düzenin huyuna suyuna giderse içinden çıktığı emekçi sınıflardan bir kademe daha yükselebileceği masalını anlatıp duruyor. Bunun istisnası zengin kapitalist sınıflar içinde yetişen çocuklar olmak… Onlar zaten en başından itibaren dedelerinin, babalarının kurdukları imparatorlukların veliahtları olarak en iyi okullarda okutulup, en iyi şekilde eğitiliyorlar. Fakat artık iyi bir doktor, iyi bir avukat, iyi bir mühendis olmak kimseye iyi bir gelecek vaad etmiyor. İstisnalar elbette olacaktır, fakat bunlar kapitalizmin genel eğilimini değiştirmez.
Kapitalizm geleneksel orta sınıflara özgü bu meslek dallarını Marks’ın Komünist Manifesto’da bahsettiği üzere kendi ücretli emekçileri haline getirmiştir. Dolayısıyla üzerinde taşıdığı üniformanın rengine bakılmaksızın aynı sömürünün muhatabıdırlar. Aynı şekilde yoksullaşırlar, kapitalistlerin hak gasplarından aynı şekilde mağdur olurlar. Fakat bu maddi eğilim orta sınıfın her bir üyesinin sınıf bilincine aynı şekilde yansımaz. Kapitalist sömürü çoğu zaman bu toplumsal gruplara verilen kimi suspaylarıyla perdelenir.
Orta sınıfların çoğu öznesinin bilincinde hala proleterleşme korkusu yatar. Fakat bu kaçınılmaz sondur. Bir avuç sömürücü ve bu sömürünün ortağı olan yönetici azınlık dışında kapitalizm eşitsizliği derinleştirerek ayakta kalabiliyor.
Konuya dönecek olursak… Neoliberal politikalar orta sınıfların daha iyi ve müreffeh bir yaşam beklentileriyle uyuşmuyor. Türkiye örneğinde de görüleceği üzere artan vergiler, kredi kartı ve tüketici kredileri aracılığıyla gasp edilen ücretler, tasfiye edilen sosyal ve ekonomik haklar yaşam kalitesini keskin bir şekilde düşürüyor.
Öte yandan üniversite mezunlarının da bırakalım iyi bir yaşamı garanti etmeyi, minimum yaşamsal gerekliliklerini karşılayabilecekleri maaşı alabilecekleri iş bulmaları da zorlaşıyor. Milyonlarca diplomalı yedek işgücü ordusu çalışan milyonlarca emekçiye bir tehdit unsuru olarak kapitalistler tarafından kenarda tutuluyor. Son zamanlarda gördüğümüz üzere çıkış yolu bulamayan ve ümidini yitiren genç insanlar intihara sürükleniyorlar.
Bu süreç durdurulabilir mi? Kapitalizmin emekçilere dayattığı borçlu bir yaşama, yoğunlaşan sömürüye, hak gasplarına hep birlikte diyecek bir sözümüz olmalı. Yoğun sömürü ancak bu şekilde frenlenebilir.