Nazım Hikmet ve Bazı Tartışmalar-Hüseyin Çiçek
Nazım Hikmet, 1902’de Selanik’te başlayan yaşam serüvenine siyasi mücadeleler, uzun cezaevi dönemleri ve 3 Haziran 1963’te Moskova’da sürgünde gözlerini yumana kadar süren kavgası ile yoğrulmuş bir edebi hazine bıraktı ardında. 61 yılık hayatına birkaç ömürlük iş sığdırdı büyük usta; onlarca dille çevrilmiş şiirler, oyunlar, film senaryoları, resimler… Tekmil sanatın neredeyse her dalında önemli eserler verdi. Cezaevleri döneminde içinde bulunduğu kötü koşulların mirası olarak kalan rahatsızlıkların üzerine eklenen memleket ve evlat hasretine kalbi yenik düştü. Ölümüyle sadece Türkiye işçi sınıfı ve devrimci geleneği değil, dünyanın bütün ezilenleri, emekçileri önemli bir sesini kaybetmiş oldu. Şiirleri hemen her dile çevrildi, bestelendi, hafızalara kazındı.
Ancak Nazım Hikmet’in ardından bugün dahi politik tutumları üzerine bazı tartışmalar halen sürüyor. Bu tartışmalarda öne çıkan başlıca iki konu var. Birincisi, Nazım’ın popüler kültürün de etkisiyle Kemalist olduğuna dair süregiden önyargılar… Diğeri ise Nazım’ın döneminde gerçekleşen Kürt katliamlarına sessiz kaldığı iddiaları.
Birinci tartışmaya dair bir örnek olarak Zülfü Livaneli’nin Yaşar Kemal’in hayatını anlattığı “Gözüyle Kartal Avlayan Yazar” adlı kitabında “13 yılını hapiste geçirmiş olan Nazım Hikmet de Mustafa Kemal hayranıydı o dönemin diğer yazar ve şairleri de.” (s.34) ifadeleriyle Nazım’ın Mustafa Kemal’e hayranlığından dem vuruyor. Oysaki Nazım Hikmet, Mustafa Kemal daha hayattayken sürekli soruşturmalar, mahkemeler ve tutuklamalar ile uğraşıyordu. Devletin tepesinde olan birinin bunu görmemesi ironi olurdu.
Hıfzı Topuz, “Hava Kurşun Gibi Ağırdı” adlı kitabında Nazım ve Mustafa Kemal ilgili şu iki önemi bilgiyi verir: Nazım ve Va-Nü Ankara’da meclis binasındaki buluşmalarında (bu Nazım’ın Mustafa Kemal’i ilk ve son görüşmesidir.) Mustafa Kemal genç şaire sadece şu öğütte bulunur: “Bazı genç şairler modern olsun diye mevzusuz şiir yazmak yoluna sapıyorlar. Size tavsiyem gayeli şiirler yazınız” der. Şunu da unutmamak gerekir ki 1920’lerin başında, henüz sosyalizmle tanışmamış olan Nazım’ın dünya görüşü Milli Mücadele’nin de etkisiyle daha milliyetçi-vatansever bir çizgidedir.
Hıfzı Topuz, kitabında ikinci olarak 1930’lı yıların başında Kolombiya firması tarafından Nazım’ın kendi sesinden seslendirdiği şiirlerini plaka alır. Plaklar kahvehaneler, lokantalar kısacası hemen her yerde çalınır. Plağın ünü Mustafa Kemal’e kadar ulaşır. Bir gece Dolmabahçe Sarayı’nda sohbet ederlerken söz Nazım’dan açılır ve sofrada oturanlardan biri: “Paşam dedi, hani şu Nazım Hikmet var ya, hani 1921 yılı başlarında, Ankara’da mecliste size de tanıtmışlardı. Şimdi onun şiirlerinin kendi sesiyle plaka almışlar, her yerde çalıyorlar, çok hoş bir plak.”.
Bu söz üzerine Mustafa Kemal, Nazım’ın Dolmabahçe Sarayı’na çağrılmasını söyler. Nazım’ın Kadıköy’deki evine gece yarısı giden polisler emniyete kadar gelmesini rica ederler. Nazım daha önceki tecrübelerine istinaden birkaç eşya almak için polislere biraz beklemelerini rica eder. Polisler “Aman Nazım Bey estağfurullah, öyle bir durum yok. Reisicumhur size görmek istiyor.” Nazım burada Zülfü Livaneli’nin bahsettiği üzere Mustafa Kemal’e karşı bir hayranlığı olsaydı bu daveti kabul eder ve hatta rejimin yarı resmi bir şairi olarak rahat bir hayat sürebilirdi. Ama o polislere şu cevabı verdi: “Oğlum” dedi, “Reisicumhur hazretlerine benden selam söyleyin. Ben denizkızı Eftalya değilim” (s.87). Ömrünü Kemalizmin zindanlarında geçirmiş Nazım’ın sadece bu cümlesi bile onun iktidarla kurduğu ilişkiyi ve Mustafa Kemal’e bakışını anlamak için kâfidir.
Nazım ve Kürtler
1848 yılı Kürt halkı için her açıdan önemli bir tarih. Kürtler o tarihe kadar siyasi olarak Osmanlı sınırları içinde özerk bir yapıya sahiplerdi. Cizire-Botan Beyi Mir Bedirhan bağımsızlık için Osmanlı ile giriştiği savaşta yenildi. Bu tarihten sonra da Kürtler, bir daha böyle bir özerk statüyü elde edemediler. 20. Yüzyıl ise Kürtler için felaketlerin kapısının aralandığı bir yüzyıl oldu. I. Dünya savaşı sonucunda Osmanlı Devleti’nin yenilmesi ve dağılma sürecine girmesiyle birlikte başta Emeniler ve Kürtler başta olmak üzere pek çok etnik kimlik kendi bağımsız devletlerini kurmak için harekete geçti. 1920 – 1938 yılları arası Koçgiri, Şeyh Said, Ağrı Direnişi ve son olarak Dersim’de gerçekleşen başarısız ayaklanmalar sonucunda Kürt halkı katliamlar, sürgünler ve büyük yıkımlar yaşadı.
Mustafa Suphilerin ardından Şefik Hüsnü çizgisi, TKP’yi basitçe Moskova’nın bir aparatı haline getirmişti. TKP, bu dönemde Kürtlerin kendi kaderini tayin etmek için giriştiği bu mücadeleleri “emperyalist güçlerin kışkırttığı ve feodal nitelikte, gerici ayaklanmalar” olarak değerlendirir. Dolayısıyla Kemalist rejimin kendi güvenliğini sağlayabilmesi ve burjuva devrimin tamamlanabilmesi açısından bu ayaklanmaların bastırılması zorunlu görülür. [1] Kürt siyasi çevrelerinde Nazım’la ilgili tartışmaların çıkış kaynağı da burası.
Dünyanın farklı coğrafyalarında yaşanan adaletsizlikleri, zulümleri şiirlerinde işleyen Nazım Hikmet Kürt halkının trajedisi üzerinde neden durmadı? Bu eleştirilerin haklılık payı elbete var. Ama Nazım’ın Kürt halkının bu trajedisine sessiz kalması TKP’nin Kemalist rejimle olan ilişkisi çerçevesinde yorumlamak daha gerçekçi olur.
Nazım Hikmet 1923 – 1928 yıları arasında TKP’nin resmi üyesiydi. Ancak 1928 yılında komünist partiler içerisinde Stalinizm başlatılan temizliklerden Nazım da payını aldı. Parti yönetimi tarafından Troçkist ve polis muhalefeti suçlamalarıyla ihraç edildi. O dönemden sonra ise fiili olarak kendini TKP’li olarak görmüştür.
Nazım’ın Kürt sorunu üzerinde durmayışı ise bir diğer bakış açısıyla onun Kürt coğrafyasıyla somut ilişkiler kurmamış olması ve Kürtlerle olan yakınlığının yüzeyselliğine bağlanır. Nazım’ın Kürt halkına olan bakışı kişisel olarak yaptığı yüzeysel gözlemlerden ibaret kalır. Mesela Memleketimden İnsan Manzaraları eserinde şunları yazar:
“Şarkta Kürtlerin arasında.
Kürtlere kuyruklu derler
Yalan.
Kuyrukları yok.
Yalnız çok asi, çok fakir insanlar.
Zenginleri de var
Ama az,
Beyleri…”
Ancak, Nazım Hikmet’in şiirlerinde Kürt halkının acılarına değinmemiş olmasını Nazım Hikmet’in enternasyonalist kimliği üzerinde bir tartışmaya dönüştürmek yanlış olacaktır.
Kürdistan Yurtseverler Birliği lideri Celal Talabani 1955 yılın Varşova’da yapılan “Dünya Gençlik Ve Öğrenciler Festivali” anılarında Nazım Hikmet’le ilgili şunları söylemiştir:
“Biz önemli bir toplantı yaptık. Amerika, İngiltere, Fransa, Sovyetler Birliği, Brezilya, Hindistan, Japonya ve Mısır gibi delegasyonları davet ettik. Yaser Arafat da vardı, Mısırdan gelmiş ve Filistini temsil ediyordu.
Bu özel toplantımızın başka bir önemi vardı. O da şuydu: Biz ünlü Türk şairi Nazım Hikmet’in yanına gittik. Nazım Hikmet bizi çok sıcak karşıladı ve öpüştük. Nazım dediki “ben Kürdleri çok seviyorum”. Kürd meselesine yaklaşımı iyiydi ve “yapacağımız toplantıya katılacağını söyledi.” Toplantının yapılacağı ve Nazim Hikmet’in toplantıya katılacağı haberi bomba etkisi yarattı. Çünkü Nazım Hikmet o dönemler çok ünlüydü ve bir çok insan ondan imza almak sıraya giriyordu. Nazım Hikmet toplantıya geldi. İlk önce ben “Kürdistan Demokratik Gençlik Birliği” adına bir konuşma yaptım. Benden sonra Nazım Hikmet söz aldı ve bir konuşma yaptı. Nazım konuşmasına Kürdlere karşı uygulanan zulme değindi ve ‘Kürdler de çağımızda tüm dünya halkları gibi kendi kaderlerini tayin etmeleri çok doğaldır” dedi. Konuşmasının son bölümünde ise “toplantıya davet edildiğinden dolayı Kürd gençlerine teşekkür etti. Kürd gençlerine sizden ricam umut ederim ki gerçekleşir o da şudur: ‘ Özgür Kürdistan bayrağını dalgalandırdığınız zaman bayramınıza katılmak için beni de davet ediniz” dedi.
Öte yandan Nazım’ın Kürt yurtseveri ve dilbilimcisi Kamuran Bedirxan’a gönderdiği mektupta da Kürtlerin kendi kaderini tayin hakkı konusunda en ufak bir çekince taşımadığı görülecektir. Ancak Nazım, bir komünist olarak Kürt halkının kurtuluşu ile Türk emekçilerin kurtuluşunu birbirinden ayırmıyordu.
Nazım’ın şair kimliği büyük bir ihtişama ve estetiğe sahipken, politik yaşamında yaşadığı çelişkiler, onun hayatının akışına yön veren tartışmaları açıklamaktadır. Bu topraklarda ilham kaynağı olmayı sürdüren ve sonsuza kadar da sürdürecek olan ustanın mirası dünya emekçileri ve ezilenler için büyük bir şanstır.
[1]Ayrıntılı bir tartışma için: Mustafa Suphi ve Epigonları,Güneş Gümüş https://www.sosyalistgundem.com/mustafa-suphi-ve-epigonlari/