İran'da Sendikal Hareket
(Bu makale Petrol-İş Sendikası Dış İlişkiler Servisi tarafından Kasım 2014‘te çıkarılan “İran’da Sendikal Hareket” adlı broşürde yayınlanmıştır.)
Son on yıldır İran’da işçi hareketinde belli bir canlanma gözleniyor. İşten atmalara, ücretlerin ödenmemesine, tehlikeli çalışma koşullarına karşı gösteriler, grevler ya da protesto eylemleri birbirini izliyor. Sendika aktivistleri tutuklanıyor ve şiddete maruz kalıyor. Bağımsız sendikalar yasak. Ülkede işçi hareketi ile demokrasi hareketi iç içe geçmiş durumda.
İran’da en güçlü sınıf, bürokratik örgütleri ve ekonominin yaklaşık yüzde 80’ini kontrol eden devlet burjuvazisidir. Özel sermaye sahipleri sayısal ve örgütsel yönden zayıftır ve birçok yönden devlete bağımlıdır. İran işçi sınıfı ise toplumsal güç olarak dikkate alınması gereken bir potansiyele sahiptir.
Kısa Tarih
İşçi hareketi 20. yüzyılda İran’ın meşrutiyet (1906-1909), petrolün millileştirilmesi (1951-1953) ve İran devrimi (1978-1979) dönemlerinde rol oynadı. İşçilerin ilk grevleri, işçi sınıfının oluşmaya başladığı 1906-1907 yıllarında gerçekleşti. Bundan birkaç yıl sonra ülkede ilk sendikayı matbaacılar kurdu.
1925’te tahta çıkan Şah Rıza 1926’da sendikaları yasakladı. Bu dönemde binlerce insan tutuklandı.
1941 yılında Muhammed Rıza Pehlevi şah oldu. Bu geçiş dönemindeki görece politik özgürlük koşullarında işçi eylemleri canlandı ve petrolün millileştirilmesini ve parlamentonun güçlendirilmesini talep eden hareketle birleşti. 1 Mayıs 1944’te dört sendika İran İşçi Sendikaları Merkez Konseyi çatısı altında birleşti. Konseyin üye sayısı 1946’da 350.000’e ulaştı.
1951 baharında petrol alanlarında bir dizi grev yapıldı ve 65.000 kişinin katıldığı bir genel grev düzenlendi. Protestolar hızla ülkenin diğer kesimlerine yayıldı. Grevler petrolün millileştirilmesini talep eden harekete güç kazandırdı. Bu hareketin lideri milletvekili Musaddık 1951’de başbakan olunca petrol sanayisini millileştirdi. Britanya ve ABD’nin 1953’te düzenlediği bir darbeyle Musaddık devrilince, iktidarı yeniden ele geçiren Rıza Pehlevi sendikal harekete karşı yoğun bir baskı ve saldırı başlattı. Binlerce insan tutuklandı, onlarca kişi idam edildi. 1957’de bağımsız sendikalar yasaklandı. Şahın gizli polis örgütü SAVAK sarı sendikalar üzerindeki kontrolünü genişletti.
1960’larda petrol gelirlerinin artması, ithal ikame sanayi stratejisi, ucuz kredi ve Amerikan yardımı nedeniyle sanayileşme hızlandı. Bunun sonucunda işçi sınıfı 1963 ila 1977 arasında beş katı büyüdü ve işgücüne katılan kadınların sayısı arttı. 1975 itibariyle grevlerin sayısı da arttı. İşçiler yer yer devletin güdümündeki sendikaları toplu sözleşme yapmak için kullanıyorlardı, ama SAVAK’ın denetimindeki bu sendikalar genelde etkinlikten yoksundu. İşçi eylemleri esas olarak bu resmi kanalların dışında örgütleniyordu.
İran’da monarşiye 1979’da son veren devrimci süreç farklı aşamalar izledi ve işçi hareketi bu sürecin değişik aşamalarında önemli bir rol oynadı.
İlk gösteriler Ekim 1977’de gerçekleşti ve 1978’de yığınsallaştı. İşçiler sahneye özellikle petrol sektöründe Eylül 1978’den itibaren grevlerle çıktılar. Sürece Merkez Bankası, karayolları, elektrik şirketleri ve gazeteler gibi sektörler de katıldı. 1979 başlarında grevler, Pehlevi rejimini felce uğratıp çökerten bir genel greve dönüştü.
Şah’ın düşmesinden sonra işçi hareketi yeni bir aşamaya girdi. Devrim süreci sırasında ortaya çıkan grev komiteleri bağımsız sendikalara ve işçi konseylerine (şûralar) dönüştü. Bu dönemde işçi hareketinin etkinliği arttı ve eylemleri kabardı. Bu dönemin ilk beş ayında grevler, oturma grevleri, protesto eylemleri, gösteriler ve işgaller birbirini izledi. Bazı yerlerde üretimi şûralar sürdürdü.
Şûralar, Şah diktatörlüğünün 1979’da devrilmesinden sonra sanayideki işçilerin fabrikalarda kurduğu özel örgütsel yapılardı. Mavi ve beyaz yakalı işçileri kapsayan bu örgütlerin asıl amacı işçilerin kontrolünü sağlayarak demokratik bir karar mekanizması kurmaktı. Şûralar devrimden sonra şekillenmekte olan yeni otoriter devlete karşı alternatif bir güç kutbu oluşturuyordu.
Bağımsız şûralar hem Mehdi Bezirgân’ın geçici hükümetindeki İslamcı liberallerin hem de 1981 sonlarından itibaren iktidarı tekeline alan Humeyni yanlısı güçlerin saldırısına hedef oldu. Bağımsız şûralar ve sendikalar baskıya uğrarken, İslamcı aktivistlerin hâkim olduğu şûralar müsamaha gördü ve devletin güdümündeki kurumlar haline geldi.
Ne var ki işçiler devrimin demokratik kazanımlarını koruma mücadelesini ulusal düzeye taşıyamadılar. İşçi hareketinin mücadelesi şûralar, grev komiteleri ve sendikalar aracılığıyla esas olarak işyeriyle sınırlı kaldı. Bunun iki istisnası Abadan Petrol Sanayisi İşçileri Sendikası ile Abadan ve Yöresi Taşeron ve Mevsimlik İşçileri Sendikası idi. Bu iki sendika, Huzistan eyaletinde politik, demokratik mücadelelere katıldı.
İslam Cumhuriyeti 1980’lerin başlarında iktidarını pekiştirince, grev komiteleri, şûralar ve sendikalar baskı altına alındı. Bunların yerini, İslami Şûra/Konsey, İşçi Evi (Hane Kargar) ve İslami İşçi Partisi gibi devletin güdümündeki örgütler aldı.
Ağustos 1980’de İran-Irak savaşının patlamasıyla milliyetçi duygular öne çıktı, muhalefet tecrit edilip bastırıldı, işçiler zapturapt altına alındı. Savaş propagandası işçileri üretimi sürdürmeye ve savaşa katılmaya zorluyordu. Bunun sonucunda, savaşla birlikte işçi hareketinin etkinliği azaldı.
1980’lerde dilekçe, oturma grevi, boykot, iş yavaşlatma ve grev şeklinde yer yer protesto eylemleri oluyordu. Savaş boyunca işçilere dayatılan yük ve baskı arttı.
Ekonomide Liberalleşme ve Sendikal Hareket
Savaşın 1988’de sona ermesi ve bunu izleyen ekonominin yeniden inşası dönemi işçi eylemlerine daha elverişli bir ortam yarattı. 1989’da cumhurbaşkanı seçilen Haşemi Rafsancani ekonomiyi liberalleştirmeye girişti. Bu politikalar yeni zenginlerin türemesine, buna karşılık halkın alt kesimlerinin ve işçi sınıfının durumunun daha da kötüleşmesine yol açtı. Özellikle petrol işçileri grevler ve protesto eylemleri düzenlediler. İşçi eylemlerinde belli bir canlanma gözlendi.
Ağustos 1996’da Tahran rafinerisinde yüzlerce petrol işçisi, Petrol Bakanlığı’nın toplu sözleşmeye uygun davranması talebiyle, İşçi Evi’nin önünde bir gösteri düzenledi. Bunu Tahran, Tebriz, İsfahan ve Şiraz rafinerilerindeki işçilerin grevleri izledi. Şubat 1997’de, bu rafinerilerden iki bin dolayında petrol işçisi, petrol dağıtım sektöründeki, petrol boru hatlarındaki ve ulusal gaz şirketindeki işçilerle birlikte Tahran’daki Petrol Bakanlığı’nın önünde grev düzenledi. Grevci işçilerin üzerine sürülen güvenlik güçleri yüzlerce işçiyi tutukladı. Protesto eylemi yaşam koşullarının ve ücretlerin iyileştirilmesi, bağımsız sendika talebiyle yapılmıştı. Hükümet petrol sektöründeki işçi örgütlerini yasadışı ilan etti.
Bunun üzerine, bağımsız işçi örgütlerinin zorunluluğu konusunda bir tartışma başladı. İşçiler bu yönde girişimlerde bulunmak üzere komiteler kurdular. Bunu kadınların, öğrencilerin, gazetecilerin ve yazarların örgütlenme girişimleri izledi.
1997’de reform vaatleriyle gelen Hatemi’nin de ekonomide liberalleşme politikalarını sürdürmesi, tekstil, eğitim, sağlık, ayakkabı yapımı, metal, otomotiv ve petrol sektörlerinde işçilerin protesto eylemlerinin artmasına yol açtı.
Bu dönemdeki bir dizi grevde öncü işçiler ulusal ve uluslararası dayanışma olanaklarını kullanmaya başladılar.
Bu konuda ilk adım, Ocak 2004’te Hatunabad’daki grevle atıldı. Şehirde bir bakır ergitme tesisi inşa ediliyordu. Tesisin açılışından önce iki yüz elli işçiden tamamına yakını işten atıldı. İşçiler aileleriyle birlikte inşaatı engellediler. Bunun üzerine özel güvenlik güçleri topluluğa ateş açınca üç yüz insan yaralandı ve birçok insan öldü. Bu olay ulusal ve uluslararası sendikal çevreleri harekete geçirdi.
2004 başlarında ülkedeki öğretmenlerin üçte biri greve çıktı. Grevde öğretmenlerin çoğunluğunu oluşturan kadınlar ağır basıyordu.
Uluslararası sendikal hareketin dikkatini İran işçi hareketi üzerinde toplayan önemli bir gelişme ise 2004’te Tahran ve Yöresi Otobüs Şirketi İşçileri Sendikası’nın kurulması oldu. O sıralar Tahran otobüs şirketinde (Vahed Şirketi) on yedi bin otobüs şoförü çalışıyordu. Mayıs 2005’te, sendika seçimlerine hazırlanmak üzere işyerinde toplanan onlarca otobüs şoförü saldırıya uğradı ve dövüldü. Gözdağı ve tehditlere rağmen sekiz bin işçi genel kurula temsilcilerini seçmek için imza verdi. Genel kurul Haziran 2005’te yapıldı. Toplantıyı önlemeye çalışan güvenlik güçlerini hiçe sayan yüzlerce otobüs şoförü “ya sendika ya ölüm” diye bağırıyordu. Genel kurulda bir yürütme kurulu seçildi, anatüzük kabul edildi ve bağımsız sendikanın kurulduğu açıklandı. Otobüs şoförlerinden Mansur Osanlu sendikaya genel başkan seçildi.
Eylül 2005’ten itibaren, otobüs şoförlerinin sendikası, sendikanın tanınması, toplu sözleşme yapılması ve diğer kamu çalışanlarıyla ücret eşitliği talebiyle eylemler düzenlemeye başladı. Devlet ise 22 Aralık’ta Osanlu ile on dört sendika üyesini tutuklayarak karşılık verdi. Bunun üzerine beş bin otobüs şoförü bir gösteri düzenledi. Devlet sendikacıların banka hesaplarını dondurdu. Sendika Ocak 2006’da grev ilan edince, rejimin muhafız gücü Pasdaran onlarca otobüs şoförünü tutukladı. Bu, sendikaya ağır bir baskı uygulanmasının ve Osanlu’yla birlikte diğer yöneticilerin hapse atılmasının başlangıcı oldu.
Ekim 2005’te yüz kırk, Kasım’da ise yüz yirmi grev oldu. Hatemi’nin cumhurbaşkanlığının bitiminde, işçi eylemleri hükümet ve işverenler için rahatsızlık kaynağı oldu. Mayıs 2005’te, pankartlar taşıyan binlerce işçi Tahran’da toplandı ve İslam cumhuriyetinin özelleştirme programına karşı çıktı. İşçiler taleplerini “Özelleştirmeye son, geçici sözleşmelere son” sloganlarıyla dile getiriyordu.
Protesto eylemleri işçilerin özgüvenini artırdı. Yer yer gizli işçi komiteleri kuruldu. 2005 baharında, asgari ücretin 550 dolar olmasını isteyen dilekçeler imzalanmaya başladı. Haziran 2005’te bu bir kampanyaya dönüştü. Değişik şehirlerde grevler düzenlendi. Gülistan’da on bin fabrika işçisi greve çıktı, İlam’da ise on yedi bin işçi miting düzenledi.
Ağustos 2005’te cumhurbaşkanı olan Ahmedinejad döneminde de işçilerin yaşam ve çalışma koşulları kötüleşmeye devam etti. İşsizliğin artmasının yanı sıra ücretlerin ödenmemesi sorunu sürdü. Özelleştirme süreci son derece hızlandı. 1990-2010 dönemindeki özelleştirmelerin yüzde 90’ından fazlası Ahmedinejad döneminde oldu. Bu süreçle birlikte taşeron işçiliğinde patlama yaşandı. Çalışma Bakanı, ülkedeki işçilerin yüzde 65’inin taşeron işçisi olduğunu, inşaat ve nakliyat sektörlerindeki işçiler de buna eklenecek olursa, oranın yüzde 85’i bulduğunu açıkladı. İşçilerin bu koşullarda çalışmayı kabul etmesinin en önemli nedeni, yüksek işsizlik oranıydı.
Bu zemin üzerinde, Ahmedinejad döneminde işçilerin protesto eylemlerinin sürmesi ve baskının yoğunlaşması şaşırtıcı değildi. Bu dönemde, Huzistan’da Haft Tepe yöresindeki şekerkamışı fabrikası işçi eylemlerinin önemli alanlarından biri oldu. Şirketin ücretleri ödememesi, araziyi ve tesisleri satma kararı, beş bin işçiden iki binini işten atma tehdidi 2007’nin Eylül sonu ve Ekim’inde iki hafta süren bir greve yol açtı. İşçiler iki yılda on altı kez greve başvurmak zorunda kaldılar. Son greve katılan şirketin iki bin beş yüzden fazla işçisi şirket tesislerinin dışında yürüdü, valiliğin önünde gösteri yaptı. Güvenlik güçleriyle işçiler arasında zaman zaman çatışmalar çıktı. Yaralanan işçiler oldu ve birçok işçi lideri tutuklandı.
Tahran otobüs şoförlerinden sonra, Haft Tepe işçileri de Ekim 2008’de kendi bağımsız sendikalarını kurdular. O zamandan beri grevler düzenliyorlar. Yöneticilerinden birçoğu sık sık tutuklanıyor.
Ahmedinejad’ın ikinci döneminde ekonomik koşullar daha da kötüleşti. Birçok sektörde üretim düştü, iflaslar yaygınlaştı. İşçilerin protestolarının (gösteriler, oturma grevleri, yol kapatmalar ve toplantılar, grevler, vb) büyük bölümü, ücretlerin ödenmemesine, işten atmalara ve fabrika kapatmalara karşı düzenlendi.
Taşeron işçiliğinin yaygınlaşması da protesto eylemlerine yol açıyordu. Tebriz petrokimya şirketindeki işçiler, taşeron firmalarının kullanılmasına son verilmesi talebiyle Mart 2011’de on bir gün grev yaptı. Devlete ait Mahşehr Bender İmam petrokimya tesisindeki altı bin beş yüz işçi de aynı taleple Eylül 2011’de bir haftadan fazla bir süre greve çıktı. İşçiler büyük tehdit ve baskı altındaydılar.
İşçi eylemlerinin yaygınlaşması ve yoğunlaşması, bölünmüş sendikal hareketin birleşebilmesi halinde işçi hareketinin devlete karşı ulusal ölçekte karşı çıkma potansiyeli taşıdığını gösteriyordu. Bunun olumlu bir göstergesi, 1 Mayıs 2010’da on bağımsız sendikanın ortak bir açıklama yapmasıydı. Rejim böyle bir oluşumdan çekindiği için, işçi hareketine şiddet de kullanarak baskı uyguluyor.
İslam Cumhuriyeti’nin anayasası bağımsız sendikalara izin vermiyor. Devletin tanıdığı tek örgüt, İslami Çalışma Konseyleri ve onların propaganda aygıtları olan İslam Dernekleri. Konseylerde işçilerin yanı sıra işverenlerin temsilcileri de yer alıyor. Yasaya göre, çalışma konseylerine üye olmanın baş koşulu, “imamın velayeti” ilkesine sadakattir. Yasa “İslam Cumhuriyeti”ne muhalif herhangi bir örgüte üyeliğe izin vermiyor.
İslami Çalışma Konseyleri genelde bağımsız sendikal çalışmanın önünde engel oluşturmaktadır. İşçi eylemlerinin önündeki en büyük engel, bağımsız sendika kurma özgürlüğünün olmamasıdır. Ama Tahran otobüs şoförlerinin sendikası ile Haft Tepe şekerkamışı fabrikası işçilerinin sendikası, ağır baskıya rağmen örgütlenmenin ve bağımsız sendika talebini işçi ve demokrasi hareketinin ana talebine dönüştürmenin mümkün olduğunu gösteren örneklerdir.
Bunlara da göz atın!