FARC; Yolun Sonunda – Güneş Gümüş
Geçtiğimiz günlerde Latin Amerika’nın en uzun süreli gerilla mücadelesine son verecek imzalar FARC ile Kolombiya devleti arasında atıldı. Müzakere sürecinde tekrar bir kopuş yaşanmazsa 6 ay içinde FARC kendini tasfiye ederek yasal bir parti olarak yoluna devam edecek gibi görünüyor.
50 yıldan fazla Latin Amerika coğrafyasında silahlı mücadele vermiş (ABD tarafından desteklenen Kolombiya devletine karşı) bir örgütün gerilla mücadelesini bırakması, bu mücadele yöntemlerine geçmişten gelen bir sempati duyan Türkiye solunda çok gündem olmadı. Piyasanın PR mantığına uyum sağlamış Marco ve Zapatistalar büyük ilgi toplarken 300 bin kişilik Kolombiya ordusu ve onu hem parasal hem de askeri olarak destekleyen dünya emperyalizminin tepesindeki ABD’ye karşı asimetrik bir savaşta ayakta kalmak için tepki çeken yöntemleri (uyuşturucu ticaretinden pay almak, insan kaçırmak gibi) kullanan FARC uzun süredir devam eden karşıt propagandanın etkisiyle dünya çapında pek popüler değil. Oysaki yarım yüzyılı aşan, 220 bin kişinin ölümüyle ve nüfusu 50 milyonu bulmayan ülkede 6 milyon kadar insanın devlet eliyle zorunlu göçüyle sonuçlanan bir mücadelenin aktörünün farklı bir tavrı hakettiğini söylemek yanlış olmaz.
Türkiye’de ise FARC ile devlet arasındaki anlaşmanın sol basındaki birkaç paragrafı geçmeyen, çoğu yorumsuz haberlerinin istisnası müzakere sürecine ilgi gösteren Kürt basını oldu. Bu anlaşma sürecinin Kürt hareketinin ilgisine mazhar olmasının temelinde ise kanlı bıçaklı düşmanlar (silahlı bir gerilla örgütü ile devlet) arasında başarılı bir müzakere örneği olması yatıyor. Müzakere süreci takip eden uluslararası garantörler, müzakere sürecinin ve anlaşmanın açıklanması noktasındaki şeffaflık, müzakerelerin doğrudan gerilla önderliğiyle yürütülmesi, anlaşmanın bir parçası olarak hakikat komisyonu talebi ve kabulü gibi olgular; Kürt hareketini bu konuya ilgili kılıyor. Tabii ki müzakere sürecini ve FARC’ın silahlı mücadelesiyi bırakmasını (FARC adına) olumlayan bir perspektif kendini gösteriyor Kürt ulusal hareketinde.
Peki bu anlaşmayı nasıl değerlendirmek gerekiyor? Bu soruya cevap verebilmek için FARC’ın mücadelesine hızlıca göz atarak bir başlangıç yapalım.
Silahlı Mücadeleye Başlangıç
Toprak sahiplerinin %2’sini bile oluşturmayan ayrıcalıklı bir azınlığın toprakların %80’nine sahip olduğu Kolombiya’da kırsal alandaki eşitsizlik, derin yoksulluk ve toprak ağalarının zulmü FARC’ın hem ortaya çıkışı hem de uzun yıllardır her türlü baskıya karşı süren mücadelesinin üzerinde yükseldiği zemini oluşturdu.
1964 yılında kurulan FARC-EP (Kolombiya Devrimci Silahlı Güçleri-Halk Ordusu), aslında 1920’lerde kırsalda başlayan mücadeleler ve 1948’de sosyal demokrat nitelikteki Liberal Parti’nin sendikacı cumhurbaşkanı adayı Jorge Eliécer Gaitán’in katledilmesiyle başlayan çatışmaların meyvesi oldu. 1948’de Gaitan’ın öldürülmesi sonucunda başkent Bogota’da başlayan ve 4 bin kişinin katledilmesiyle bastırılabilen şehir ayaklanması kırsalda köylülerin toprak talebi için mücadelesiyle devam etti.
14 yıl süren “Şiddet dönemi”nde (La Violencia) 200 bine yakın insan rejim tarafından öldürülürken bunların %65’ini yoksul köylüler oluşturuyordu. Bu dönem boyunca kırsalda toprak ağaları bir terör rejimini hayata geçirerek küçük köylüleri topraklarından sürdüler ve böylece -çoğu zaman bedavaya- kendi arazilerini genişlettiler. Ölüm korkusuyla çoğunluk toprağını terk ederken kalanlar da yarı köle koşullara mahkum oluyordu.
Bu dönem bittiğinde bazı kırsal bölgelerde mücadelesini sürdüren öz savunma ve gerilla birliklerinden FARC ortaya çıkmıştır. FARC, doğuşundan itibaren köylülerin öz savunma örgütü oldu ve öyle de kaldı. Kırsalda toprak ağalarının ve uyuşturucu kartellerinin baskıcı gücüne karşı bir tür yerel yönetim biçimi ve kırsal sivil savunma gücü oldu.
FARC mücadelesini sosyalizme ulaşmak hedefiyle değil, Stalinizmin aşamalı devrim anlayışının bir taşıyıcısı olarak Kolombiya burjuvazisini tarım reformu ve diğer demokratik talepleri kabul ederek masaya oturtmak için baskı yapmaya gayesiyle verdi. Oysa ki toprak reformu mücadelesi sosyalizm mücadelesinden ayırmak mümkün değil; çünkü aslında toprak sahiplerinin kapitalistler ve bankacılarla kopmaz bağları var. Sürekli devrim programı olmadan yenilginin kaçınılmaz olduğu kendisini tasfiye etmeyi kabul ettiği son müzakere sürecinin dışında 1980’lerdeki ateşkes süreçlerinde de ortaya tekrar tekrar çıktı.
Kolombiya Planı
FARC, en büyük güce 1990’lı yıllarda ulaştı. Bu yıllar boyunca ülkenin önemli bir kısmını kontrol eden bir güce dönüştü. Hem FARC’ın bu ölçüde güçlenmesinin yarattığı korkuyla artan saldırganlık hem de Kolombiya egemen sınıfının bu tavrının 11 Eylül sonrasında değişen uluslararası paradigmalar çerçevesinde ABD’den gördüğü büyük destek, bugünkü müzakere sürecinin yolunu döşedi. Bu dönemde ABD ile Kolombiya arasındaki “Kolombiya Planı (Plan Colombia)” paktı, FARC’a karşı saldırgan bir savaş stratejisinin yaşama geçirildiği bir dönemin kapısını açtı.
Irak savaşı öncesinde Kolombiya, Mısır ve İsrail’den sonra ABD’den en büyük yardım alan 3. ülke olurken bu paralar gerilla gruplarına ve sol güçlere karşı kontra savaş taktikleriyle hareket eden paramiliter gruplara akıyordu. ABD şirketleri de bu grupları doğrudan finanse etti. ABD’li Chiquita şirketi, Kolombiya’nın en büyük paramiliter gücüne 1997 ile 2004 arasında ödeme yaptığını kabul etti. Paramiliter güçlerin aldıkları paranın karşılığını 10 yılda 15 binden fazla sendikacı, köylü, yerli lideri, insan hakları aktivisti, toprak reformu savunucusu, sol politikacılar ve onların sempatizanlarını öldürerek veriyorlardı. Milyonlarca insan zorla göç ettirilerek köyleri boşlatılırken gerilla örgütlerinin varlık zemini ortadan kalktığı gibi birçok bölgedeki varlıklarını da yitirdiler. FARC bu süreçte dağlık alanlara doğru çekilerek hayatta kalmaya çalıştı.
1999’da 70 cephede 18 bin gerilla gücüyle kavga veren FARC, kırsal nüfusun yarısına yakını üzerinde kontrolü varken günümüze geldiğimizde hem bölgesel varlığı hem de gerilla gücü oldukça gerilemiş durumda.
FARC, 10 yıl içinde güçlü olduğu 15 bölgede tamamen ortadan kalktı; önder kadronun önemli bir bölümü operasyonlar sırasında hayatını kaybetti; ülke çapında aktif siyasal varlığa sahip oldukları 1100 belediyeden 250’si ellerinde ancak kaldı.
Bu süreçte FARC savunma durumuna gerilerken devleti alt etme konusunda umut veren bir güç olma pozisyonunu kaybetti. İşte 2012’de başlayan ve 2016’da tamamlanması beklenen müzakere sürecini bu koşulların bir ürünü olarak da görmek gerekiyor.
Barış Anlaşması
2016’da tamamlanması planlanan müzakere sürecine FARC eli güçlü şekilde girmedi, dolayısıyla ortada bir kazanım olduğundan bahsetmek de mümkün değil.
Anlaşma maddeleri üzerinden ilerlersek öncelikle gerilla güçlerine bir genel af çıkmadı anlaşmadan. Barış için Özel Yargı Mercii denilen mahkemelerde sözümona hem gerilla, hem devlet hem de paramiliter güçler içinden savaş suçu ve insanlık suçu işleyenler yargılanacak. Uygulamada bu mahkemelerin asıl muhattaplarının gerilla olacağını -birkaç göstermelik başka sanıkların dışında- tahmin etmek tarihsel deneyimlerden tahmin etmek zor değil.
Anlaşmanın diğer bir maddesi olan toprak reformu, aslında FARC’ın mücadelesinin ana mottolarından biriydi başından beri. Ancak bu konuda da bir aldatmaca olduğundan bahsetmek mümkün. Çok küçük bir azınlığın elinde toplanan geniş ekilebilir toprakların paylaştırılması değil Kolombiya kırsalının yeniden yapılanması adı altında boşaltılan köylere geri dönülmesiyle köylülerin arkalarında bıraktığı toprakları geri alması söz konusu ediliyor. Ki bu durum da bu topraklar büyük toprak sahiplerinin ya da uyuşturucu kartellerinin elinde ise bir muamma olacaktır.
Müzakerenin diğer bir başlığı olarak FARC’ın yasal bir parti kurarak siyasete katılmasına gelirsek… Bu süreç 1980’lerde FARC’ın ilan ettiği ateşkes sonrasında kurulan Yurtsever Birlik ile seçimlerde elde edilen büyük başarı ve sonrasında binlerce insanın katledilmesiyle bu yasal alana taşınan mücadelenin sindirilmesiyle sonuçlanmıştı. Kısacası Kolombiya egemenlerinin bu konudaki sicili pek temiz değil, güvenilir değiller.
Sonuç Olarak
Müzakere sürecinde ortaya çıkan anlaşmanın maddelerinin güdüklüğünden bahsettik; başka türlüsünün olması da mümkün değil zaten. Kendisini aşamalı devrim anlayışıyla sınırlandıran, burjuvaziyi burjuva demokratik görevleri yerine getirmeye zorlamayı hedefleyen bir hareketin daha öte gitme şansı yok. Örneğin, Kolombiya’da toprak sahipleri, kapitalistler, uyuşturucu kartelleri tamamen birbirinden bağımsız mıdır ki gerçek bir tarım reformu olabilsin.
Barış görüşmelerine destek veren yabancı sermaye ve Kolombiya egemenlerinin – ki Kolombiya’nın en zenginlerinden biri olan Gonzalo Restrepo barış görüşmelerine katılmaktadır- temel motivasyonu ülkenin bakir kalmış topraklarını petrol şirketleri, tarım işletmeleri ve maden firmalarının sömürüsüne açmaktır.
Yıllardır sürdüğü silahlı mücadeleyi terk eden bir güç, gerillacılıktan-aşamalı devrim anlayışından ideolojik bir kopuş neticesinde bu noktaya varmadıysa bunun anlamı düzene entegre olmasından başka bir şey değildir. Gerilla hareketinin tıkandığı; Kolombiya devletiyle müzakere masasına oturması konusunda Küba ve Venezuela’nın basıncı altında kaldığı koşullarda FARC gerilla hareketlerinin çıkmazını deneyimlemiş ve bize göstermiştir. Bu hareketlerin doğasında da bu vardır.
Son olarak 1999 sonrasında hayata geçirilen Kolombiya Planı, ülkenin militarize edilmesine ve şehirlerde sol-sosyalist mücadelenin alanının ortadan kalkmasına yol açmıştır. Belki bu süreç, iç savaş durumunun ortadan kalkmasıyla Latin Amerika’nın birçok ülkesinde olduğu gibi sosyalist hareketlerin, işçi sınıfı mücadelesinin tekrardan güçlenmesine imkan verebilir.