Ekonomide Konuşulanlar, Konuşulmayanlar – Emre Güntekin
Seçimlerin ardından ekonomi en önemli gündem maddesi olmaya devam ediyor. Herkes Erdoğan’ın tekrar tedavüle soktuğu Mehmet Şimşek’in ne yapacağını, Erdoğan’ın onun hareket sahasının sınırlarını ne denli genişleteceğini merak ediyor. Şimşek ve ABD’den Merkez Bankası başkanlığına çağrılan Hafize Gaye Erkan ikilisi ekonominin geleceği için Erdoğan’ın “heterodoks” ekonomi modelinin terk edilmesi gerektiğine dair açık işaretler verdiler. Erdoğan şimdilik ekonomi yönetiminin atacağı adımları benimsemediğini ama kabullendiğini açıkladı.
Erdoğan rejimi geçmiş dönemde ekonomide olası bir duruşun önüne geçmek adına faizleri % 8,5’a kadar düşürmüş, döviz rezervlerini tüketme pahasına ve döviz piyasasını yasal düzenlemelerle abluka altına alarak döviz kurlarındaki artışı sınırlandırmıştı. Bunu yaparken özellikle Rusya ve Körfez ülkelerinden gelen destek elini kolaylaştırmıştı. Neticede olası bir iflas ve işsizlik dalgasının önüne set çekilmiş ve tencerenin içindekiler azalmış olsa da kaynaması sağlanmıştı. Bedeli ise cumhuriyet tarihinin zirvesine çıkan enflasyon oldu. Faize “nas var” denilerek karşı çıkıldı ancak kredi faizlere % 45’lere, mevduat faizleri ise % 35’lere yükseldi. “Türkiye Ekonomi Modeli”nin TL’deki değer kaybı ve ucuzlayan işgücü ile ihracata dayalı bir model olacağı söylendi, ancak cari açıkta tarihi rekorlar kırıldı. Yani istenilen neyse tam tersi gerçekleşti. Gerçek enflasyonun oldukça altında kalan faizlerle birlikte emekçi sınıflar büyük bir borç yükü altına itildi. Çoğu şirket için de enflasyonist ortamda üretim yapmak yerine düşük faizli krediler kullanarak gayrimenkul, taşıt gibi yatırımlar yapmak ve kolay yoldan para kazanmak daha cazip hale getirildi. Bunun etkisiyle Türkiye zombi şirket sayısında dünya liderliğine oturdu. Uygulanan heterodoks politikalar iktidara kazandırdı, ancak arkasında böyle bir enkaz bıraktı.
Yeni dönemde ise Şimşek ve ekonomi yönetimi özellikle Batılı sermayeyi cezbedecek hamlelerin önünü açmak istiyor. Döviz kurlarının belirli bir seviyeye yükseltileceği şimdiden görülüyor. 22 Haziran’da gerçekleştirilecek olan Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısında alınacak faiz kararı da Şimşek yönetiminin ekonomide ne denli belirleyici olduğunun bir göstergesi olacak. Dahası alınacak karar uluslararası finansal sermayenin ülke içerisine girişi konusunda bir referans olacak. Geçtiğimiz günlerde Bank of America Türk lirasına uzun vadeli yatırım yapılabilmesi için dolar kurunun 25 TL’ye, politika faizinin % 40’a yükseltilmesini; döviz piyasasına yukarıdan müdahalelere son verilmesini ve şirketlerin dolar alımlarına getirilen kısıtlamalara son verilmesini şart koşmuştu. Bunlar kapkaççı yabancı sermaye için hızlı ve yüksek karlar elde etmenin olmazsa olmazları. Böylece ucuz TL ile Türkiye’de yüksek faiz getirili devlet tahvillerine, değeri pula dönen borsaya açık şirketlere veya yüksek faizli mevduata istediği şekilde yatırım yapabilecek.
Faizlerin artırılması sonrasında oluşacak tablo yabancı sermaye için yatırıma uygun bir iklim yaratacak olsa da ülke içinde yeni sorunları da beraberinde getirecektir. Borçlarını kredi, nakit avans gibi araçlarla döndüren, geçimini ancak borçlanarak sürdürebilen milyonlarca emekçinin bunu sürdürebilmesi olanaksız hale gelecektir. Bu aynı zamanda iç talebin de kısılması sonucunu doğuracaktır. Borçluluğu yüksek şirketler içinse küçülme ve işten çıkarmalar gündeme gelecektir. Kısacası Şimşek’in “teknik” önlemleri önemli politik sonuçlar yaratmaya gebedir. Erdoğan yerel seçimler öncesinde partisine oy kaybettirebilecek böyle bir maliyete ne kadar katlanacak yaşayıp göreceğiz.
Halkın Ekonomisinde Ne Değişecek?
Türkiye’de özellikle anaakım ve liberal iktisat çevrelerinde ve burjuva siyasetin aktörleri arasında ortodoks ekonomi politikaları ile tariflenen neoliberal ekonomi modelinin uygulanması konusunda ciddi bir uzlaşı söz konusu. Millet İttifakı’nın seçim sürecinde ekonomiye dair söyledikleri AKP’nin “parlak” addedilen döneminde uygulanan neoliberal reçetenin bir türeviydi. Nitekim Şimşek’in ekonomide rasyonel zemine dönülmesini gerekli görmesi pek çok “muhalif”ten de övgü aldı!
Uygulanacak ekonomi politikalarının krizden çıkma konusunda başarılı olup olmayacağı konusunda en az dikkat çekilen nokta ise bunun AKP döneminde yaratılan gelir adaletsizliği ve sınıfsal eşitsizliklere bir çare olup olmayacağı. Enflasyon, cari açık, büyüme gibi kavramların yanında AKP’nin yarattığı ucuz emek cennetinin bir getirisi olarak bölüşüm krizinin tartışılmadığı bir durumda ortaya çıkacak sonuç emekçi sınıflar lehine olmayacaktır.
Türkiye’de özellikle Covid-19 pandemisinin başlangıcından bu yana ücretli emekçilerin milli gelirden aldığı pay düzenli bir erime içerisinde. 2022 yılında bu oran % 26,5 ile 1998 yılından sonraki en düşük seviyeye geriledi.
Dahası Türkiye dünyada en zengin % 1’in toplam servetten aldığı pay konusunda da parmak ısırtıyor:
Kaynak: Uğur Gürses, 25 Eylül 2022, https://t24.com.tr/yazarlar/ugur-gurses/servette-adalet-bu-mu,36854
Son yıllarda emeğin milli gelirdeki payının erimesinde enflasyon belirleyici bir rol oynadı. İktidar TÜİK eliyle ücretler üzerinde belirleyici olan resmi enflasyon verilerine müdahale ederken ortalama ücretin neredeyse asgari ücrete yakınsadığı bir süreç yaşandı. Bu süreçte emekçi sınıfların yaşadığı yoksullaşmayı durdurabilecek bir sınıfsal tepki de gerçekleşmedi. Bunun bir istisnası 2022 yılının başında kamuoyunda ciddi bir etki yaratan kurye eylemleri oldu. Öte yandan emekçi sınıfların örgütlü olduğu DİSK, KESK gibi konfederasyonlar bu sürece ciddi bir müdahalede bulunmadı. Hâl böyle olunca sermayenin emekçi sınıfların cebine göz dikmesine engel olunamadı.
Mehmet Şimşek’le birlikte değişmeyecek bir şey varsa o da Türkiye’nin ucuz emek cenneti olarak varlığını sürdürmesi olacaktır. Nitekim asgari ücret görüşmelerinde de 500 $’la başlayan vaatler, döviz kurlarındaki artışla beraber şimdiden rafa kaldırıldı; hükümet ve patronlar hep bir ağızdan Türkiye’de yaşıyoruz TL konuşmalıyız türküsüne başladılar.
Zira ucuz işgücü konusunda Türkiye rakipsiz değil. Özellikle iktidarın ihracata dayalı büyüme masalının ana sektörlerinden olan tekstilde şirketler işgücü maliyetinin 150-175 dolar civarında olduğu Mısır gibi ülkelere kayarak rekabette öne geçiyorlar. İktidar bu durumun önüne geçmek için de hem TL’de belirli ölçülerde değersizleşmenin önünü açmak hem de işçi ücretlerini minimumda tutmak zorunda. Sonuç olarak ortaya iktidarın övündüğü büyüme oranlarına rağmen yoksulluğun ve sınıfsal eşitsizliğin derinleştiği çarpık bir tablo çıkıyor.
Bu tablo tersine çevrilemediği müddetçe ekonomide Şimşek yönetiminin atacağı “teknik” adımların emekçi sınıflar için pek anlamı olmayacak. Bunu yapabilmek için emekçi sınıfların radikal sınıf mücadelesi seçeneğini öne çıkarması gerekmektedir.