Çocukların Karanlık Ülkesi: Türkiye – Emre Güntekin
Geçtiğimiz günlerde Aladağ’da yaşanan yurt yangınında 11 kız çocuğunun yaşamını yitirmesinin (aslında göz göre göre katledilmesinin) ardından, Türkiye’de AKP diktatörlüğünün çocuklara yönelik politikalarını daha yüksek sesle tartışmak gerekmektedir.
Erdoğan geçmiş yıllarda 2012 Şubat’ında “Dininin, dilinin, beyninin, ilminin, ırzının, evinin, kininin, kalbinin davacısı bir gençlik istiyorum.” sözleriyle nasıl bir gençlik hedeflediğini belirtmiş ve defalarca kez kindar nesil istediğini belirtmişti. Bu sözlerle birlik eğitimde hızlı bir İslamileşme süreci başlamıştı. 4+4+4 eğitim sistemine geçilmesiyle din dersleri müfredatın göbeğine oturtulmuş, dahası okul öncesi eğitimde bile pek çok alanda din dersleri yaygınlaştırılmıştı. Birçok okul da imam hatip liselerine dönüştürülmüştü. Kısacası ağaç yaşken eğilir mottosuyla genç beyinler fen bilimlerine ve sosyal bilimlere dayalı bir eğitim sistemi yerine çağ dışı bir din odaklı eğitime mahkum edildi. Lise boyutunda ise Türkiye’nin en seçkin ve kaliteli liseleri proje okulları kalitesizleşme süreciyle karşı karşıya.
Peki neden çocuklar ve gençler?
Cevabı çok basit aslında. 20, 30, 40 yıl boyunca düşünceleri pekişmiş bir yetişkini dönüştürmek için çabalamaktansa, okul çağına adım atmış yeni bir çocuğu bilinç olarak şekillendirmek çok daha basit ve ekonomik bir yoldur.
Hitler 1938 yılında çocuklara yönelik politikaları hakkında şunları söylüyordu:
“Erkek ve kız bu çocuklar örgütlerimize on yaşında giriyor ve çoğunlukla ilk defa temiz bir hava soluyorlar; Genç Vatandaş’ta dört yıl geçirdikten sonra Hitler Gençliği’ne devam ederek orada da bir dört yıl geçiyorlar. . . Hâlâ tam bir Nasyonal Sosyalist olamadılarsa Çalışma Hizmeti’ne gidiyor ve altı, yedi ay orada eksiklerini tamamlıyorlar. . . Kafalarında hâlâ sınıf bilinci ya da sosyal statü kalmışsa . . Wehrmacht (Alman Silahlı Kuvvetleri) bunun halledecektir”.
AKP’nin okul öncesi eğitimden başlayarak liselere kadar din derslerini yaygınlaştırmasının, öğretmenlik mesleğini bu projeye ayak bağı olmayacak şekilde dönüştürmesinin, hala çocuklara bu ideolojik akım dışında eğitim verebilecek okulları tasfiye etmeye çalışmasının sebepleri de Nazi Almanya’sının çağrıştırmıyor değil.
Erdoğan’ın kendisini dindar nesil yetiştirme konusunda eleştiren Kılıçdaroğlu’na “Dindar nesil yetiştireceğiz. Muhafazakar demokrat partisi kimliğine sahip bir partiden ateist bir gençlik yetiştirmesini mi bekliyorsun?” demişti.
Haklı… İktidarın ayakta kalabilmek için dindar nesil yetiştirmekten başka şansı yok. Var olan toplumsal dokuda kendisi ile uyuşmayan geniş bir nüfus var. Ve bu toplamın, bu oranın değişmesi için yeni bir kuşağı kendi ideolojik temelinde değiştirmesi gerekli.
Bu sadece devlet eliyle uygulanan bir politika da değil. Ensar’ından Türgev’ine, Feto’sundan Süleymancısına memleketin bilumum İslamcı unsurları genç beyinlerin istilası ile görevlendirilmişti. Fetö, AKP’nin iktidarda olduğu 14 yılın büyük bölümünde eğitim sisteminin içine bir örümcek ağı gibi yerleşmişti. Şimdi onun tasfiye edilmesiyle politika değişti mi? Hayır… Onlar gitti Süleymancılar gündeme düştü.
Ensar gibi tacizcilerin tecavüzcülerin cirit attığı, Türgev gibi Erdoğan ailesinin kirli parasının aklandığı gibi örgütlere ne iktidar, ne de yancısı medya toz kondurmamaya devam ediyor. Aksine devlet yurtları bu örgütlere peşkeş çekiliyor.
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın sitesindeki istatistikler incelendiğinde Kuran kurslarına en çok katılımın yine ilköğretim-yükseköğretim arası çocuk ve gençlerin içerisinden olduğu görülmektedir. Cinsiyet olarak da kadınların katılımı erkeklere oranla oldukça yüksek boyutlarda.(http://www.netdata.com/netsite/2aaa948b/istatistiki-bolge-birimleri-siniflamasina-gore-kuran-kursu-kursiyer-ve-bitiren-kursiyer-sayisi)
Kısacası özellikle çocuklar ve çocuklara yönelik ideolojik aktarımda doğrudan rol oynayan kadınlar iktidarın bu dinselleştirme projesinin asıl özneleri konumundalar.
Rakamlar ve istatistikler çoğu şeyi açıklasa da herşeyi açıklamıyor. Dinci iktidar çocukları sadece kendi ideolojisi doğrultusunda yetiştirerek kötülük yapmıyor. Çocukları eğitim alanlarında taciz ve tecavüz gibi saldırılarla yüz yüze bırakıyor ve bunu yapanlara karşı da (ki çoğunun kendi adamları olması bunun en önemli sebebi) oldukça hoşgörülü davranıyor. Ensar Vakfında erkek çocuklara tecavüz edilmesi bir kereden birşey olmaz bile diyebildiler. Veya daha birkaç hafta önce bir milletvekilinin kardeşini, bir tarikat şeyhini kurtarmak için çocukları tecavüzcüleriyle evlendirmeyi öngören bir yasayı meclise getirebilecek kadar pervasızlaştılar.
Kim bilir kaç çocuk daha bu cemaat ve tarikatların elinde Aladağ’dakine benzer bir kaderle yüz yüze yaşıyor veya her gün taciz ve tecavüz vakalarıyla yüz yüze kalıyor. Bu hepimizin bildiği acı bir gerçek.
İktidarın çocukların bu kara talihini değiştirmek gibi bir niyeti var mı? Tabi ki yok.Yoksulların seçme şansı olmuyor. Bu, devletin toplumsal muhafazakarlaşmayı yoksulların yaşamsal ihtiyaçlarını tarikatları devreye sokarak hayata geçiriyor.
Peki şimdiye kadar sayıları 1 milyonu aşan çocuk işçiler için iktidarın bir adım attığını gördünüz mü? Ya da 2015’te sayısı 30 bini aşan çocuk evliliği için kılını kıpırdatanı?
Çocuklara din dışında fen bilimlerine ve sosyal bilimlere dayalı, sınavlarla boğulmayacakları, eşit ve parasız bir eğitim modeli için çaba harcayanı?
TÜİK verilerine göre sayıları 7 milyonu bulan yoksulluğun ve sefaletin pençesindeki çocuklar için iktidardan tek bir adım atan oldu mu?
35 OECD ülkesi içerisinde neden çocuk eşitliği sıralamasında 34. olduğumuzu bu sorular yanıtlıyor.
Çocuklarımız için şu an biraz endişeleniyorsak, endişeleri korkuya dönüştürmenin ve bu tehlikeye karşı mücadele etmenin zamanı geldi de geçiyor. İtiraz edilmediği müddetçe Türkiye çocuklar için daha da karanlık bir ülkeye dönüşecektir.