Çözümsüz Sorunlar, Vasatlık, Umut
Dün gece on milyonların kilitlendiği, merakla beklediği ama gecenin sonunda “eee?” demekten kendisini alamadığı bir “düello” yaşandı. İmamoğlu-Yıldırım tartışmasında amiyane tabirle dağ fare doğurdu. Vasat mı vasat iki saatlik programın ardından emekçiler kendisine dair meselelere iktidarından muhalefetine ikna edici ve sahici tek çözüm üretilemediği ayan beyan görülüyor. Belki şu an AKP’den kurtulmak ya da değişim isteğinin hızlı yoldan İmamoğlu eliyle gerçekleşebileceğine dair bir umut olabilir. Ama bu program çok kısaca daha en baştan ifade etmek gerekirse İmamoğlu nezdinde bu beklentinin karşılığının hiçbir olamayacağı ve AKP’nin de ciddi bir çıkışsızlık/başarısızlık içinde olduğu politik zemine işaret ediyor.
Programın önemli bir kısmı 31 Mart seçimlerinin hesaplaşması üzerine ayrıldı. Doğrudur, AKP hile hurda ile utanmazca seçimleri iptal ettirdi. Ama İmamoğlu’nun Binali Yıldırım’a yönelttiği tek soru hakkının AKP’nin bunca halk düşmanı uygulaması, bunca yağması varken AA’nın manipülasyonuna saplanmış olmasına sıkışmış olması daha baştan İmamoğlu’nun vasat çizgisini ortaya koydu. Binali Yıldırım ise daha ziyade savunmada, başarısız ve sıkışmışlığın getirdiği “FETÖ” söylemlerine dayanıyordu. Bilindik terörize etme, iftira atma yöntemleri yani. 25 yıldır İstanbul’u yöneten ve ülkede devasa bir yıkıntı yaratan iktidarın son başbakanı ve belediye başkan adayı varken muhalefet etmek zor değil. Sorun çok. Ama temelde İmamoğlu oldukça başarısız bir performans ortaya koydu.
İmamoğlu’nun başarısızlığının nedeni sahip olduğu programdan ve CHP’nin siyasal tercihlerinden kaynaklanıyor. Mesela: AKP’nin İslamcı vakıflara dağıttığı büyük paralar çok önemli bir mevzu. İmamoğlu, “belediye kendi yurdunu yapsın” diyerek cevap veriyor. Ama bu projenin, ülkenin var olan düzen ile ilişkisi o kadar zayıf ki… Vakıflar, tarikatlar ve bilumum cemaatler ülkede sosyal hakların ortadan kaldırıldığı piyasacı anlayışın getirdiği boşluktan yükseldi. Eğitimin kalitesizliği ve niteliksizliği, barınmanın yükü, yoksulluğun yarattığı çaresizlik, milyonlarca yoksul aileyi bu ağlara itiyor. AKP muhafazakarlık buradan yükselsin ve patronlar da buradan büyük para kazanalım istiyor. Olan garibanın çocuğuna oluyor. Olan Ensar’da tecavüz, Aladağ’da katliam oluyor. Bu basit denklemi bile dile getirmek bu rant ağının kaldırılmasına dayanıyor. Belediyenin yapacağı beş on yurt ile bir şeyi çözemezsiniz.
Ya da bir başka konu, İstanbul’un çarpık kentleşmesi ve yağmalanması. İstanbul’un çarpık kentleşmesinin ve deprem felaketinin yaratacağı boyuta dair sorulan soruda, ikisi de İstanbul’un inşaat rantından bolca yemiş olan bu zatlar öyle kem küm ettiler, öyle düştüler ki… Bir tanesi de “biz inşaat baronlarından bir imparatorluk yarattık adını da İstanbul koyduk” diyemedi. İstanbul’un sağlıklı bir kentleşmeye kavuşabilmesi için bu büyük rant düzeninin ortadan kalması lazım. İstanbul’un yağmalanmasının önüne başka türlü geçilemez. Bunu da diyemezler çünkü ikisi de inşaat patronu. Oysa AKP’nin ekonomisi ciddi biçimde inşaat sektörünün hızlı rant dağıtımına dayandırıldı. Bugün ülke ciddi bir kriz içerisinde bundaki önemli etkenlerden biri de ülkeye uzun yıllar boyu giren sıcak paranın üretime değil, bir avuç inşaat baronunun rantına akıtılmasına dayandığını İmamoğlu bilmiyor olamaz. Bunu da söyleyemeyecekseniz neyi değiştirebilirsiniz ki?
Her iki taraf da bolca yardımdan bahsetti. İmamoğlu yoksullara yönelik yardımların artacağından; sadece annelik sıfatıyla andığı kadınların kreş hakkından; otobüslerin indirimli kullanılacağından bahsetti. Yıldırım ise bu konuda da kem küm etmekle yetindi ve sermaye için yeni cazibe alanları yaratmak noktasından “krizle mücadele” rotası çizdi. Yani sermayenin krizini sermayeyi kurtararak çözmek önerisi ile geldi. İlki, vatandaşın zorlaşan yaşamına destek sunma iddiasında. İkincisinde o bile yok. İmamoğlu yardım edilmiş yoksulluk istiyor; Yıldırım sermayenin şu anki tedirginliğini “yeni teşvikler” görüntüsüyle teskin etme telaşında. AKP artık tükenmişliğini, tıkanıklığını da ortaya koydu. Halkın beklentilerinden oldukça uzak.
20 milyonluk İstanbul’un, 81 milyonluk ülkenin kilitlendiği seçimden beklentisi bir temel program tartışması aslında. Kimse dün akşamki programı bir belediye seçimi programı olarak görmedi de izlemedi de. Bu nedenle AKP’nin elinin çok zayıf, muhalefetin oldukça moralli olduğu bu dönemde ortaya başka bir anlayışın çıkması gerçekten ciddi bir dönüşümün kapısını aralama potansiyeli yaratıyor. Ama tabii, bunun için özne gerekli. CHP aranan özne olamaz.
AKP’nin seçimi kaybetmesi her türlü halk için olumlu bir sonuç doğuracaktır ama bu program aslında seçimden kim çıkarsa çıksın, halkın taleplerini yansıtmayacağını gösterdi. Peki, emekçilerin dersi bu kadar farklı iken neden seslerini güçlü bir şekilde duymuyoruz. Bunun cevabını sosyalist solun bugün içinde olduğu krizde aramalıyız.
Şayet bu seçimlere sosyalistler kendi özgünlükleri ve programı ile müdahil olsaydı, emekçilerin gündemlerinin gerçek çözümler etrafında konuşulması hiç değilse gündem teşkil edecekti. Şimdi ise elde bu vasatlık var. Sosyalist solun bir kısmı gücünü İmamoğlu’na harcıyor ve sermayenin geniş kesimlerini de rahatlatacak olan İmamoğlu restorasyonuna ciddi destek veriyor. Hal böyle olunca da emekçilerin sesini duyuran, işsizlik yüzünden kendisini yakan, intihar eden derin bunalıma cevap üreten kimse kalmıyor.
Yazık. Bu ülke de bu halk da bu vasatlığı hak etmiyor.
Her şeyin çok güzel olması isteği, AKP’den yılmış milyonların büyük arzusunu ortaya çıkardı. Gerçekçi olalım. Her şey çok güzel olacak demek için emekçinin, işsizin, gencin geleceğine somut çözümler üretmek gerekir. Örneğin kapanan fabrikaların kamulaştırılması, servet vergisi, özelleştirmelerin geri alınması gibi somut bir iktidar programı ile değişime zemin hazırlamak gerekir. Zengine dayanan ve sermayenin lehine bir dikta dayatan AKP rejiminden kopuş böyle olur. Yoksa kendimizi kandırırız.
Bizi ilerletecek olan boş umut dağıtmak değil somut program ortaya koymaktır.
Bunu da sosyalistlerden başkası yapamaz.