16 Nisan Referandumu’nun Ardından Sosyalist Cenah İçin Genel Bir Durum Değerlendirmesi – V.U.Arslan
Bir Tarihsel Eğilim Olarak Sosyalist Parti ve Örgütlerdeki Kadro Erimesi
Yakın geçmişi aktif örgütlü mücadele içerisinde geçirenlerin ya da sosyalist solun gelişimini uzunca bir süredir yakından takip edenlerin fark edeceği bir gerçeği açıkça dillendirmek gerekiyor: Sosyalist parti ve örgütlerin kan kaybı ciddi boyutlara ulaşmış, uzun erimli kadro kaybı süreci son birkaç yılda hızlanmıştır. “Orta boy” gruplar, maalesef, gözle görülür bir şekilde erimektedir. Sendikalar ve kitle örgütlerinde ağırlıkları olan, aktif kadro yapılanmasına pek dayanmayan, daha “kitlesel” sol yapılanmalar ise her zamanki hallerinden daha da hantal ve etkisiz durumdalar. Nitekim KESK, DİSK, TMMOB, TTB gibi kitle örgütleri de buna paralel biçimde irtifa kaybetmektedir. Bahsettiğimiz güç ve etki kaybı, yeni bir süreç olmaktan ziyade esas olarak 2000’lere girildikten sonra belirginleşmiş tarihsel bir eğilimdir. Sol parti ve örgütler 2000’lerden itibaren bir eğilim olarak süreç içerisinde kadro kaybı yaşamışlardır. Türkiye toprakları sosyalist yetiştirmekte bereketli olduğu için yeni gelenlerle kadro kaynağı diri tutulmaya çalışılsa da yıllar içerisinde netleşen biçimde eğilimin aşağı doğru olduğu gözükmüştür.
2013 Gezi İsyanı da göstermiştir ki kitlesel taban hareketi patlak verse bile bu atılım, otomatik bir şekilde sosyalistlere insan kaynağı olarak dönmemiştir. Gezi İsyanı ve sonraki canlı süreçte sosyalistlerin belirleyici politik özneler olarak mücadeleyi öne taşıyacak hamleler yapmaktan uzak oluşu bunda belirleyici olmuştur. Gezi’den sonra ortaya çıkan boşluğu aslında o dönem Gezi’ye pek sıcak yaklaşmamış olan HDP değerlendirmiştir, çünkü politik sürece anlamlı müdahaleler yapacak güçte ve canlılıktaki tek parti olmanın avantajını kullanmıştır. Nitekim %13’ü aşan bir oy ile HDP geniş kesimlerin desteğini almış, CHP’de ciddi mana kaybı yaratmış, sosyalist cenahın üzerindeki belirleyiciliğini daha önce görülmemiş seviyelere ulaştırmıştı. Ne var ki 7 Haziran seçimlerinden sonra çatışmaların yoğunlaşması, patlayan bombalar ve yaşanan katliamlar ile HDP devre dışı kalmış, oluşan baskı dalgasından tüm sosyalist parti ve örgütler olumsuz etkilenmiştir. Bahsettiğimiz aşağı yönlü tarihsel eğilimi ivmelendiren son süreç bu şekilde başladı. 15 Temmuz ve ardından gelen OHAL ortamında sosyalist solun kadro kayıpları daha da hızlanmıştır.
Türkiye sosyalist solu, bugünden yarına kadro anlamında sona gelecek değildir, ama bahsettiğimiz genel eğilim ve bunun son yıllarda hızlanması, alarm zillerinin acı acı çalmakta olduğunu göstermektedir. Neticede Türkiye sosyalist solu, kadro ve üyeleri ile, işçi ve gençlik kanatları, il-ilçe örgütleri, halk tarafından tanınan liderleri ve sözcüleri ile toplumda emek siyasetini öne çıkaran derli toplu sosyalist devrimci bir partiyi (henüz) ortaya çıkaramamıştır. Türkiye’de kapitalist sistem sınıfta kalmıştır ve krizdedir, ama maalesef Türkiye sosyalist solu da aynı şekilde sınıfta kalmıştır ve krizdedir. Bu tarihsel başarısızlığın ideolojik ve politik nedenleri ortaya konmadan ve buna uygun tarihsel hesaplaşmalar yapılmadan yeni bir çıkışın gerçekleşmesi mümkün değildir.
AKP Karşıtı Damar Gücünü Koruyor
Oysa sosyalist sol kendi krizini aşabilse ülkedeki şartlar devrimci atılım için oldukça elverişli durumdadır. Egemen sınıf bölünmüş, sınıflar arasındaki uçurum büyüdükçe büyümüştür. AKP karşıtı enerji birikimi en üst seviyelerde seyretmeye devam etmektedir. Örneğin Tekel Direnişi’nden Gezi İsyanı’na Türkiye’deki canlı toplumsal muhalefet damarları, 16 Nisan’da bir kez daha kendisini gösterdi. Onca baskıya ve adaletsizliğe karşın halk ve gençlik, bu sefer Gezi’deki toplumsal tabanını daha da genişleterek tepkisini ve tavrını ortaya koymuştur. Bunu hem sonuçlardan hem de artık on milyonların kullandığı sosyal medya kanalındaki halk yaratıcılığından ve bu yaratıcılığın sahiplerinden görmek mümkündür. Sorun bu enerjinin kendisini ortaya koyacağı siyasi kanalların var olmayışıdır. Oysa toplumsal dokunun en canlı kesimleri AKP’nin karşısındadır ve yol açan bir politik öznenin arkasından gitmeye hazırdır. Toplumsal muhalefetin temsil krizi sürmektedir.
Sosyalist Politikanın Çekimi
Yoksul emekçilerin AKP’den kopması için anahtar mesele, mevcut kültürel ve kimliksel kamplaşmanın aşılması ve bunun yerini sınıfsal ayrışmaların almasıdır. Bu ise ancak sosyalistlerin devreye girmesi ile mümkün olacak bir durumdur. Sosyalist emekçi söylem, AKP tabanı dahil tüm partilere ve her kesime ulaşma kapasitesine sahip tek siyasi söylemdir. Sosyalist politikanın emekçi söylemi, haklı ve onurlu duruşu ile her kesimden emekçi, gençlik, aydın ve yarı aydınlara hitap edebilmektedir. Yaşama ve siyasete kendi ağırlığını koyabildiği ölçüde sosyalist politika, bir Kemalistten bir muhafazakar emekçiye, bir Kürt gencinden milliyetçi birisine kadar hemen her kesimden insana cazip gelebilecektir. Ekonomik durgunluğun derinleştiği, işsizliğin ve hayat pahalılığının emekçileri yormaya devam edeceği önümüzdeki süreçte AKP’nin kayırmacılık düzeni, her zamankinden daha fazla rahatsızlık ve tiksinti uyandıracaktır. Bu noktada sosyalistlerin devreye girebilmesi hayati önemdedir.
Çatışmalar Şiddetlenmediği-Bombalar Patlamadığı Sürece Toplumsal Muhalefetin Sözü Hep Tesirli Olacak
Toplumsal muhalefet, en çok patlayan bombalar ve etnik çatışma dinamikleri tarafından darbelenmektedir. 16 Nisan’da devreye girmesinden korkulan bombalar patlamadığı için HAYIR cephesi rahat bir nefes almış ve bu sayede etkili olabilmiştir. OHAL ve KHK ortamı bile toplumsal muhalefeti patlayan bombalar kadar yıpratamamaktadır. Çatışmalar yoğunlaşmadığı sürece toplumsal muhalefet belirli bir zindeliği koruyacaktır. Diğer taraftan OHAL ortamı ve AKP diktası nedeniyle tabandaki bir kesimde tedirginliğin hüküm sürdüğü de bir gerçektir. Örneğin ihraçlar nedeniyle KESK tabanından kopuşlar yaşanmıştır, yine HDP tabanında baskılar nedeniyle geri çekilmeler olmuştur. Kürt yurtsever öğrencilerin geri çekilmesi ile üniversitelerde faşist saldırganlığa yeni alanlar açılmıştır. Ne var ki cesaret de bulaşıcı olduğu için ortaya konan direnişler ilham verici olmaktadır. Özgür Gündem’den Cumhuriyet’e ve oradan Sözcü’ye kadar bambaşka kesimlere uzanan baskılar karşısında toplum genelinde tepki geleneği oluşmakta insanlar birbirlerine yakınlaşmaktadır. Mesele bunun direniş geleneğine dönüşmesidir.
Emek Merkezli Toplumsal Eşitlik Mücadelesi
Laiklik bizlerin mutlak anlamda önemsediği bir konudur, ama laiklik, “laiklik elden gidiyor” feryatları ile değil, emekçilerin solun çekim alanına girmesi ve AKP diktasının geriletilmesi ile korunur. AKP’nin panzehiri ise emek merkezli toplumsal eşitlik mücadelesidir. 16 Nisan’ın sonuçları bunu bir kez daha göstermiştir. Emekçi bölgelerinden gelen HAYIR oyları HAYIR’ı İstanbul’da birinci yapmıştır. Çıkış yolu emek gündeminin ülkenin baş gündemi olmasından ve sosyalist bir siyasi öznenin bu gündemle özdeşleşebilmesinden geçmektedir. Gelgelelim sosyalist solun çok büyük bir kısmı ya HDP ekseninde ve esas olarak “kültür-kimlik politikaları” çizgisindedir, ya da yine esas olarak kültürel ayrımlara denk gelen “gericiliğe karşı laik cumhuriyet” çizgisindedir. Bu iki hattın esas sahipleri HDP ve CHP’dir, dolayısıyla bu iki büyük gücün politikasına endekslenen bir sol unsurun özgün ve bağımsız bir rol oynaması mümkün değildir. Kendilerini sosyalist cenahta gören ve Türkiye’deki sol hareketi domine eden bu grupların tıkanma noktası budur. Bu tıkanışın arkasında da ideolojik olarak Marksizmden uzaklaşma ve sağcılaşma yatmaktadır.
Putin Gömleği Türkiye’ye Dar Geliyor!
16 Nisan sonrası OHAL ve KHK ortamında bile toplumsal muhalefet suskun kalmamıştır. Tabandaki örgütlü ve örgütsüz sol ve sosyalist unsurlar, toplumsal vicdan ve itirazı oluşturmakta, direnme kapasitesini ifade etmektedir. RTE’nin arzu ettiği Putin modelinin Türkiye’de tutmayacağını, bunun en baş nedeni olarak da Türkiye’de bulunan ama Rusya’da olmayan toplumsal mücadele dinamiklerini işaret etmiştik. Gerçekten de yaşanan budur. İhraçlara karşı herkes susarken sol ve sosyalist unsurlar eylemde sokaktalar. Polis baskısı ve zorbalık devrimcileri susturamıyor. Türkiye’de sosyalistlerin en iyi yaptığı şeyin direnmek olduğunu zaten tarih göstermiştir.
Sosyalistlerin öncülük ettiği mücadeleler, AKP diktasına ikide bir Gezi ve Tekel kabusunu yaşatmaktadır.
Diğer taraftan AKP’den nefret eden milyonlar politik olgunlaşma olmadan yeni bir “öfke patlaması”na mesafeli durmaktadır. Bunu en iyi 16 Nisan sonrası seçim hilelerine karşı yapılan protestoların belirli bir sınırda kalmasında gördük. İnsanlar CHP çağırmadı diye değil, politik olgunlaşmayı hissedemediklerinden yüz binler olarak sokaklara çıkmadılar. Politik olgunlaşma iki şekilde cereyan edebilir. Birinci ihtimal, AKP’nin destek tabanında ciddi erimeler ve kopuşların başlamasıdır; İkinci ihtimal ise toplumsal muhalefetin siyasi temsil krizinin çözülme durumudur ki bu durumda eylemlere yön verilmesi ve siyasi billurlaşma mümkün olacaktır. Bu iki durumdan en azından birisinin gerçekleşmekte olduğunu hissetmeden öfke patlamaları konusunda halk geri durmaya devam edecektir.
Sonuç
Türkiye’de kapitalizm sınıfta kalmıştır. Zayıf iktisadi gelişim, işsizlik, yoksulluk, geleceksizlik, kayırmacılık, niteliksizlik, iş cinayetleri, kadın cinayetleri, zehirli milliyetçilik, cemaatçilik, berbat eğitim sistemi, kentlerin ve doğanın talanı… Sistem bütün bunlarla iflah olmaz derecede sakattır. Güçlü toplumsal mücadele geleneğine sahip olan Türkiye devrimci geleneği ise 12 Eylül ve SSCB yenilgilerinin devrimci temeldeki özeleştirisine girişmemiştir. Aynı siyasi liderlikler aynı eski politikalarıyla halen daha Türkiye solunda hüküm sürmektedirler. Bırakalım atılımı yapmayı, en kötü şartlarda bile ortak iş yapmayı beceremeyen, daha doğrusu böyle bir perspektifi olmayan bir sosyalist hareket var karşımızda. Bu yüzden sosyalist solun çehresinin değişmesi şarttır, bu kabuk değişimi yaşanmadan ilerlemek olanak dahilinde değildir. Türkiye sosyalist geleneği, kendi zenginliği içerisinden bu kabuk değişimi zorayacak yeni dinamikleri çıkaracak mı bunu zaman gösterecektir. Sosyalist Emekçiler Partisi (SEP) bu göreve taliptir.