Bugün de “Artık Yeter” Demeyeceksek! – Güneş Gümüş
Benim de parçası olduğum Türkiye’den 1128 ve yurtdışından 356 akademisyenin imzasıyla yayınlanan “Bu Suça Ortak Olmuyoruz” metni, Erdoğan’ın atağıyla ülke gündemin baş köşesine oturmuş durumda. YÖK, akademisyenlere haddini nasıl bildireceğinin peşinde; mafya liderleri-Ülkü Ocakları “size buraları dar ederiz” nidalarıyla korku salma derdinde; iktidar yanlısı havuz medyasında türlü-türlü karalamalar; kraldan çok kralcı üniversite yönetimleri YÖK’ü beklemeden açtıkları soruşturmalarla göze girme gayesinde; savcılar ise kendi yetki alanlarını aşarak 301’den dava açma çabasında (301’den dava ancak Adalet Bakanlığı izni ile açılabildiği halde)…
İktidar cephesi her türlü salvosuyla hazır bekliyor; herkesin kendinden menkul hareketi biz akademisyenler için “gereğini yapmak” adına istedikleri çözümü bulamadıklarını gösteriyor. Şimdilik özel üniversitelerde ve küçük-muhafazakar şehirlerde çalışan akademisyenler üzerinde baskı kurarak onları yıldırmak üzerinden ilerliyorlar. İlerleyen günlerde yeni 1402’liklerden mi olacağımız yoksa bu saldırıyı geri mi püskürteceğimiz hem iktidar hem de bizim cephemizde yaşanacaklarla belirlenecek.
Bundan Sonra Ne Yapmalı?
Barış İçin Akademisyenler girişiminin inisiyatifiyle başlayan imza kampanyasına, otoriterlikte sınır tanımayan bir iktidarın varlığında çok kısa bir sürede binden fazla yürekli akademisyenin imza vermesi yüzleri güldürdü, umut verdi. Öncelikle bu umudun solmasına izin vermemek şart. Çünkü bu girişim çeşitli salvolarla dağılırsa bundan sonraki hem barış çığlıkları hem de diğer bütün muhalif sesler çok daha zayıf kalmaya, marjinalleşmeye mahkum olacak. Oysa ki Erdoğan’ın bütün saldırgan tutumuna rağmen “Bu Suça Ortak Olmuyoruz” deklerasyonunda imzacılar ısrarcı olur, destek büyür, iktidar bu sesi korku ve baskılarla bastıramazsa gelecek mücadeleler için de önemli bir kazanım elde edilmiş olunur. Erdoğan’ın her şeye kadir olmadığı 1 Kasım’dan sonra da görülür.
İktidar, metne imza verenler konusunda ne yapacağına karar verememiş görünüyor ama korkutma ve sindirme operasyonlarıyla imzacıların sayısını azaltmaya çabalayacakları kesin gibi. Ancak Erdoğan ve Sedat Peker’in açıklamalarından sonra imzacı sayısı 2000’i bulmuş durumda. Tabii daha ne yapacakları netlemiş değil, dolayısıyla en sert ceza tehditlerine de hazır olmak ve bu yönde elden geldiğince önlem almak gerekli.
Eminim ki imzacıların neredeyse tamamı, böyle bir dönemde, böyle bir iktidar altında bu metnin büyük bir sansasyon yaratacağının, iktidardan çok sert tepki göreceğinin bilinciyle tavırlarını ortaya koydular. Böyle bakınca imzaların geri çekilmemesini beklemek mantıklı görünüyor. Ama unutmamak gerek ki iktidar da her yönden bir saldırı içine girecektir; memuriyetten atılmadan 301’den yargılanmaya ya da yaşadıkları (özellikle küçük ve muhafazakar) şehirlerde barındırılmamaya kadar. Dolayısıyla yürekli şekilde bu metne imza atanların daha güçlü şekilde imzalarının arkasında durabilmesini sağlamak gerekiyor. Bunun ilk yolu ülke içinde metne sahip çıkanların sayısını artırmak. Ne kadar çok akademisyen imzalarsa AKP’nin sert önlemler almak konusunda eli kolu daha çok bağlanır.
12 Eylül darbesi sonrasında 1402 sayılı Sıkıyönetim Kanunu, Sıkıyönetim Komutanlığına istediği kişilerin işine son verebilme yetkisi vermişti. O dönemde bile işine son verilen akademisyen sayısı 150’yi bulmamıştı. Ki bu olay da Türkiye’de siyasi gerekçelerle üniversitelerde uygulanan en geniş tasfiye olmuştu. AKP’nin darbe günleri aratmadığı aşikar ancak birkaç bini bulan bir akademisyen kitlesinin hepsine birden kapıyı göstermek onu da aşar (Her ne kadar iktidarı için her türlüçılgınlığa hazır olduğu görünse de). Öyleyse ilk işimiz imzacı sayısını; metne destek veren sendika, dernek, meslek örgütü sayısını artırmak olmalıdır.
İkinci olarak Erdoğan metnin imzacılarını hainlikle suçladığı konuşmasında uluslararası akademisyenleri karalamak yerine Noam Chomsky’i “gerçekleri görmesi” için Türkiye’ye davet etmesi uluslararası kamuoyunun görüşlerinin bir ölçüde basınç kaynağı olduğunu gösteriyor. Bu çerçevede bu konuda dayanışma gösterebilecek uluslarası akademik çevrelerin yaratacağı uluslararası baskıdan yararlanmak gerekiyor. Barış İçin Akademisyenler, Eğitim-Sen (başta dünya çapında tanınan-etkili akademisyenlerden olmak üzere) her türlü uluslararası destek konusunda çağrı yapmalıdır.
AKP’nin ne ölçüde sertleşebileceğinin en önemli belirleyeni imzacıların tavrı olacak. Metnin imzacıların imzalarının arkasında durması, grubun küçülerek marjinalleşmesi ve saldırılara daha rahatlıkla muhattap olmasına imkan vermemesi gerekiyor.
Geçmişimizde aynı durumun örnekleri var. 1984’te 12 Eylül darbecilerinin anti-demokratik uygulamalarını ve bunları kurumsallaştırma girişimlerini protesto etmek için 1300’e yakın aydın Aydın Bildirisi hazırlamış ve Kenan Evren’e iletmişti. Metnin imzacılarına dış düşmanlardan daha tehlikeli birer tehdit diye ilan ederek saldıran Evren’in direktifiyle 59 kişi hakkında dava da açılmıştı. Metinden imzasını çekenler olsa da imzacıların çoğu metne sahip çıktıkları için darbeciler istediğini elde edemedi; 1986’da dava herkesin beraatiyle sonuçlandı.
Son olarak Evren’den Erdoğan’a 12 Eylül zihniyetinde çok bir değişim olmadığı açık. Evren’in iç düşman suçlamalarının yerini Erdoğan’ın hain ilanları almış durumda.
AKP iktidarı altında da her türlü muhalif ses tehdit altındadır. Bu tehdit ancak birlikte bertaraf edilebilir. Bugün barış talebini yükselten akademisyenler etrafında barış için, düşünce ve ifade özgürlüğü, muhalefet hakkı için kenetlenme günüdür. Yoksa hiçbirimizin yarını olmayacak!
Bir gün sıra size geldiğinde geride destek olacak kimse olmadığından yalnız başına kalmamak için…
- “Naziler komünistler için geldiğinde sesimi çıkarmadım; çünkü komünist değildim.
- Sosyal demokratları içeri tıktıklarında sesimi çıkarmadım; çünkü sosyal demokrat değildim.
- Sonra sendikacılar için geldiler, bir şey söylemedim; çünkü sendikacı değildim.
- Benim için geldiklerinde, sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.” -Martin Niemöller-