Yanan Köprülerden Suriye’ye Geçmek – Derya Koca
Türkiye-Suriye ilişkilerinin normalleşmesi yönünde ikinci görüşme tamamlandı. İlki savunma bakanları ve istihbarat teşkilatları, ikincisi dışişleri bakanları düzeyinde gerçekleşen ve Kürt halkının tarihsel kazanımlarını yok etmekte ortaklaşan bu toplantıların ardından Erdoğan ve Esad’ın masaya oturacağı ilan edildi.
Yalan ve manipülasyonla yönetilen bir emperyalist savaştan; mezhepçi katliamcı çetelerin yaptığı toplu kıyımlardan, ölümlerden, göçlerden, işgallerden, yoksulluktan yorgun düşmüş Ortadoğu halklarının kanlı Suriye savaşının 11 yılı geride kalıyor. Sadece Suriye’nin değil, cihatçı otobanına çevrilen ve Pakistanlaşma tehlikesi altında geçen Türkiye’nin de 11 yılı geride kalırken; Ankara’da, Diyarbakır’da, Suruç’ta, İstanbul’da, Reyhanlı’da patlayan bombalarla Türkiye halkları emperyalist savaşın bedelini çok ağır ödedi. Tüm bunlara neden olan AKP’nin açık savaş suçlarının hesabını bir kenarda tutuyoruz. Bu yazıyı Suriye ile başlayan görüşmelerin ne anlama geldiğini ele almakla sınırlayacağız.
Korkunç 11 Yıl
Emperyalizmin bölgedeki vekillerini eğiten, donatan; onlara üs ve siyasi destek sağlayan AKP, durumu kendi manevra alanını açacak şekilde değerlendirdi. Bu manevra alanının sınırları, ABD ve Rusya gibi daha büyük güçler arasındaki çelişkilerin yarattığı fırsatlar değerlendirilerek çizildi. Böylece AKP hem Batı emperyalizminin çıkarlarına hizmet etti hem de kendi neo-Osmanlıcı özlemlerine.
AKP, Suriye Milli Ordusu adını verdiği cihatçılarla birlikte yaptığı iki operasyonla Suriye’nin kuzey sınır bölgesine yerleşti. Afrin, el-Bab, Azaz, Cerablus, Jindires, Rajo, Tel Abyad ve Ras al-Ayn’da fiili devlet yapılanmasına gitti. Buralara kaymakamlar atadı, Türk Lirası üzerine ekonomi kurdu ve bu bölgelere Türkiye’deki mültecileri yerleştireceğini iddia ederek kamuoyuna masal anlattı.
Batı’nın Suriye’de yenilmesi, buna karşılık ABD ve Rusya ile ilişkileri dengeleyebilen Türkiye’nin Suriye’deki varlığı; Erdoğan’ı İslamcıların hamisi konumuna yükseltti. El Kaide türevi HTŞ (Heyetu Tahriru’ş Şam) dominasyonundaki İdlib’de sıkışan Selefiler, Türkiye’nin korumasına bağlı olarak ayakta duruyor. Astana sürecinde cihatçıların güya silah bırakması için görev üstlenen Türkiye, kendisine bu grupları dipdiri ayakta tutma rolü biçti.
Suriye devleti açısından, kendi topraklarında hakimiyeti sağlaması, savaşın nihayete ermesi için atılacak son adım. Bu yolda iki hedef var: İdlib’i tamamen temizlemek ve Türkiye’nin Suriye’den çekilmesiyle kuzeyde hakimiyetini tesis etmek; diğer taraftan da Kürtlerle anlaşma sağlamak. Kürtlerin bölgedeki varlığının ABD ile kurulan yakın ilişkilere bağlı olduğunu biliyoruz. Diğer yandan Erdoğan, bırakalım Suriye’den çekilmeyi, daha düne kadar Suriye’ye yönelik yeni kara operasyonları ile Suriye sınırında kazanılmış varlığını devam ettiren Kürtleri 30 km geriye itecek bir “güvenli bölge” inşa etme niyetiyle hareket ediyordu. Ancak Rusya’dan olur çıkmadı: Putin, Suriye ile görüşülmesi gerektiğini söyleyerek Erdoğan’ın sıkışmışlığını taktik hamleye çevirmiş oldu. Ukrayna’da fena halde çuvallayan Putin’in iç dinamiklerle yerinden edilme ihtimalinin konuşulduğu bu günlerde bu masanın kurulması hızlıca halledilmiş oldu.
Seçimlere hazırlanan Erdoğan, bu operasyonla birden fazla kuşu vurmayı hedefliyordu: Kürtlerin tarihsel kazanımlarına saldırarak milliyetçi havayı oy başarısına dönüştürmek ve kurmayı planladığı “güvenli bölge”ye mültecileri yerleştireceği konusunda somut adımlar atmak.
İşler Erdoğan’ın beklediği gibi olmadı. Rusya, Ukrayna savaşında yenilgi yaşarken bölgesel güç olma konumunu devam ettirmek üzere Erdoğan üzerindeki etkisini artıracak adımlar attı. Örneğin, Botaş’ın 20 milyar dolarlık doğalgaz borcunu 2024’e erteledi ve ekonomik kriz karşısında Erdoğan’a büyük kıyak geçti. Bu kıyak karşılığında da Erdoğan’ı ve Suriye’yi aynı masada buluşmaya zorladı. “Erdoğan’a seçim öncesi destek olmayacağız”, “Türkiye Suriye topraklarından çıkmalıdır” diyen Suriye’nin Erdoğan’a bir başarı hikayesi armağan etmek istemediği çok açık. İç siyasetin en gerilimli ve belirleyici konularından olan mülteci meselesi bu masada bir diplomatik zafer olarak ilan edildiği takdirde Erdoğan’ın hanesine çokça artı yazacaktır. Ama Suriye’nin direncini kıran ve masaya oturmasını sağlayan etken Rusya olunca işin rengi değişiyor.
ABD’nin, prensip olarak görüşmelere karşı olduğunu ortaya koyması şaşırtıcı olmadı; fakat Suriye devletinin iç birliğini sağlama yönünde adımlar atmasının önünde durma gücü de yok. Öte yandan Suriye’nin, İran’ın değil de Türkiye’nin nüfuz alanında olması ABD’nin daha da işine gelecektir. Bu nedenle aslında ABD son derece yumuşak bir tavır aldı. Çavuşoğlu, ABD’nin tepkisini anladıklarını ancak bu sürecin önünde de engel olmayacaklarını yumuşak bir dille şöyle dile getirmişti: “ABD’den bize ‘bunlarla neden görüşüyorsunuz ya da ne oluyor’ diye herhangi bir şey gelmedi. Ama böyle bir normalleşmeye karşı olduklarını da anlıyoruz. ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü’nün bir basın mensubunun sorusuna verdiği cevaptan da bunu görüyoruz. Ama yıllardır izlenen politikaların bir neticeye varmadığını ABD’nin de görmesi lazım. Sonuçta bu iç savaşı durdurmak lazım. Bunun yolunun da muhalefetin hilafına olmayacağını söylüyoruz. Yani muhalefete rağmen bir normalleşme ya da görüşme olmaz. Zaten görüşmelerin amacı bu.”[1]
Suriye ile görüşmeler başlar başlamaz ÖSO ve İdlib’i kontrol eden cihatçı çeteler anında reaksiyon gösterdi. El Kaide çizgisindeki Ahrar uş-Şam “müttefiklerimizin durumunu anlıyoruz ama Suriye rejimi ile uzlaşmayı tahayyül dahi edemiyoruz” şeklinde açıklama yaptı. HTŞ (El Nusra) “Şam’a ulaşıncaya kadar mücadelemiz sürecek” dedi. Kimileri Türkiye’yi ihanetle suçladı, kimileri kınadı. İslamcıları teskin etmek Hulusi Akar’a kaldı: “Onu kendilerine vurguladık. Bir diğer önemli konu da ister Türkiye’de ister Suriye’de olsun bizim birlikte olduğumuz Suriyeli kardeşlerimiz var. Onları zora sokacak herhangi bir durumda, kararda bulunmamız asla söz konusu değil. Bu tutumumuz herkes tarafından bilinmeli ve buna göre davranılmalı. Herhangi bir provokasyona, gerçek dışı haberlere itibar ederek farklı tutumlara girmemeleri lazım. Bu konuda son derece net bir politika izliyoruz.”[2]
Savaş tecrübesi olan ve Suriye Milli Ordusu adı altındaki bu grupların maaşını ödeyen Türkiye’nin anlaşma sağlaması demek, para kaynaklarının kesilmesi ve bu bölgelerin Suriye devletinin Kuzey Suriye’de potansiyel operasyon hedefleri olması demek. Bu durumda da İslamcı grupların namlusunun döneceği bir hedef de Türkiye olacaktır. Görüşmelerin gündeme geldiği süreçte Taksim’de bomba patlamasının tesadüf olmadığını, tüm sürecin soru işaretleri ile dolu olduğunu görmek gerekiyor. Selefileri öyle işine geldiği gibi kenara bırakamayacağı gerçeğini bilen ve bu bataklıktan çıkmanın o kadar da kolay olmadığını farkında olan Erdoğan’ın hareket kapasitesinin ne olabileceğini hep birlikte göreceğiz. Ancak Erdoğan’ın bu süreçte Suriye devletinin Kürtler ile yapacağı anlaşmalar ile yetinmesi; bunun karşılığında da İdlib üzerinden pazarlığa oturması en muhtemel senaryo olarak karşımızda duruyor.
Normalleşme Zorunluluğu
Suriye’de savaşın başladığı 2011 yılından bu yana Türkiye’nin bölgesel bir güç olarak konumu ve Erdoğan’ın konumu değişti; çünkü emperyalist denklemlerde bazı değişiklikler yaşandı: ABD’nin Ortadoğu’da ağırlık azaltması, Afganistan’dan çekilmesi, İran’la anlaşma yoluna gidilmesi gibi gelişmeler Ukrayna savaşında şiddetli bir savaşın patlaması ile uyumlu olan Asya politikasının bir sonucuydu. Asıl dikkat noktası artık Çin. Oysa savaşın başladığı dönem, Türkiye gibi bölgesel aktörlerin hareket kabiliyetini artıran fırsatların da zemini mevcuttu. Erdoğan bir oyun kurucu olmasa da oyunun kurallarını esnetebilen ve bu esneklik neticesinde de kendi sahasında top çevirebilen bir aktör haline gelmişti. Fakat Türkiye ekonomisinin derin krizi, Erdoğan’ın agresif bölgesel hareketlerinin sınırlanması anlamına geldi: Erdoğan’ın çevirdiği topların gerektirdiği güç, ekonomik bağımlılığın sınırlarına dayandı.
Uluslararası sermayeye bağımlılığın neticesi olan döviz krizi Türkiye’nin bir alt oyuncu olarak hareketlerini kısıtladı. Geri viteslerle bir bir “küslükler” bitirilip, uluslararası düzenle uyumu ispat çabasına girildi: Erdoğan “normalleşme” sürecine girmek zorunda kaldı. Trump’la iyi geçinen Erdoğan’ın Biden döneminde yüzüne bakılmayınca oyun sahası iyice daraldı. Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır ve İsrail ile “normalleşme” adımlarına Suriye de eklendi.
Sadece Türkiye değil tüm bölgesel güçler, ABD’nin geri çekildiği Ortadoğu’daki yeni denklemlerde ikili ilişkileri tesis etmek durumunda. Fakat Erdoğan içeride güçten düştükçe bu anlaşmalara duyduğu ihtiyaç maddi kaynak bulmak anlamına da geliyordu. Mesela, Kaşıkçı cinayeti ile iplerin iyice gerildiği BAE ile yapılan anlaşma Erdoğan için Sedat Peker’i susturmak ve petrol parası ile dövizin üzerinde baskı kurmak gibi bir anlam taşıyordu. Suudi Arabistan’ın Merkez Bankası’na yatırdığı 5 milyar dolar, şahane bir kıyak oldu. Kısacası Erdoğan, yaktığı köprülerden bir bir geçmek zorunda kaldı.
Suriye köprüsünden geçmek ise o kadar bedelsiz ve “kıyak” olmayabilir. Pazarlık konusu, İdlib karşılığında Kürtlerin kazanımlarının sınırlandırılması ya da yok edilmesi. Bu pazarlık masasından ne çıkacağını önümüzdeki günler gösterecek ancak açıkça söylenmesi gereken şeyler var:
- Türkiye’nin Suriye topraklarından derhal çekilmesi gerekiyor.
- İçeride emekçilere açlık dayatılırken Selefi çetelere akıtılan para musluklarının kapatılması gerekiyor.
- Kürt halkını ezmek üzere agresif saldırganlık peşinde olan Erdoğan’ın operasyonlarına açıkça karşı çıkmak gerekiyor.
- Türkiye’nin Suriye savaşından el çekmesi gerekiyor!
Esad’ı devirmeyi kafasına koyan emperyalistler neticede hedefine varamadı; ama Suriye savaşının ağır bedeli halklara ödetildi, ödetiliyor. Suriye halklarının bu savaştan tamamen kurtulmasını sağlamak ve savaşın siyasi ve askeri kanadı olarak sahaya sürülen Selefilerin halklar arasına soktuğu düşmanlığı aşmak için Ortadoğu’da statükonun bütünüyle -sınıf mücadelesinin yükselmesi koşullarıyla- yenilmesi gerekiyor. Acılar içinde yaşayan yoksul Ortadoğu halklarının kalıcı barış ve refahı için sosyalist bir Ortadoğu dışında başka hiçbir koşul bulunmuyor. Suriye savaşının acı deneyimleri bu tarihsel gerçeği ortaya koymuştur.
[1] https://www.trthaber.com/haber/gundem/bakan-cavusoglu-abdnin-suriyede-normallesmeye-karsi-oldugunu-anliyoruz-735396.html
[2] https://www.trthaber.com/haber/gundem/bakan-akar-suriyenin-kuzeyinde-rusya-ile-ortak-devriyeler-gelistirilebilir-735638.html