Yakalar Beyaz, Yaşam Karanlık, Tek Seçenek Mücadele! – Emre Güntekin
Türkiye’de yaşanan ağır ekonomik krizle birlikte beyaz yakalı olarak adlandırılan orta sınıf, eğitimli, kalifiye işgücünü oluşturan emekçiler de derin yoksullaşmadan payına düşeni alıyor. Sadece yoksullaşma değil; iktidarın zorbaca gerçekleştirdiği toplumsal dönüşüm, özgürlük alanının daralması, yaşam tarzlarının baskılanması ve bu durumun kolay kolay değişemeyeceğine dair yaygın inanış bu toplumsal katmanların ülke ile bağlarını giderek koparıyor.
Son dönemde, bu toplumsal kategoriye dahil edebileceğimiz doktorlar örneği sıkça gündemde. Özellikle pandemi döneminde salgınla mücadelenin bütün yükünü sırtlanan, yüzlercesi hayatını kaybeden, hemen her gün şiddete maruz kalan, ekonomik ve sosyal hakları her geçen gün tırpanlanan doktorlar çareyi ya mesleği tümden bırakmakta ya da yurtdışına gitmekte arıyor. Örneğin 2012 yılında sadece 59 doktor yurtdışına giderken, TTB’ye göre 2021 yılının ilk dokuz ayında 1.111 doktor yurtdışına göçtü.
Gazete Oksijen’in Boğaziçi, ODTÜ ve İTÜ Bilgisayar Mühendisliği son sınıf öğrencileri arasında yaptığı ankette ise 165 öğrencinin 130’unun dönmemek üzere ülkeden ayrılmayı düşündüğü yansıdı. Boğaziçi Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Tuna Tuğcu’ya göre 12 Eylül dönemiyle bile kıyaslanamayacak düzeyde bir kaçış söz konusu. Tuğcu, öğrencilerine yüksek maaşlı işler bulabileceğini dile getirdiğinde ise “Hocam sorun para değil ki” yanıtını aldığını dile getiriyor.
Yıllar önce 140Journos İstanbul’un Bedeli: Beyaz Yakalı bölümünde konuşan bir beyaz yakalı emekçinin dediği gibi günümüzde beyaz yakalı emekçilerin önemli bir bölümü sadece gündelik barınma, beslenme, ulaşım vs. gibi temel ihtiyaçlarını karşılayabileceği, geri kalan her şeyin lükse gireceği bir yaşam sürdürebiliyor. Artık ortalama bir ev, araba sahibi olabilmek lüks. Bırakın yurtdışını, yurt içinde ortalama bir tatile gitmek lüks… Tiyatroya, konsere gitmek; iş sonrası bir yerlerde oturmak lüks… Kısacası, beyaz yakalı emekçilerin büyük bölümü bir zamanlar sahip oldukları pek çok ayrıcalığa artık sahip değiller. Asgari ücretle çalışmak toplumda genellikle kentin çeperlerine itilmiş, en uzak durulası işleri yapan, vasıfsız iş gücünü oluşturan emekçilerin kaderi olarak algılanırdı; ancak günümüzde beyaz yakalı emekçiler de asgari ücret veya onu biraz aşan bir ücret gerçeğiyle yüzleşmek zorundalar.
Elbette beyaz yakalı olarak tanımlanan toplumsal katman bileşiminde farklı sınıfları yan yana getirebiliyor: Kurumsal bir şirkette emeğin sömürüsünden payını alan ve bunun sürdürülebilirliğini sağlayan yönetici unsurlar da bu sömürüden en ufak bir çıkarı olması bir yana onun modern kölesi haline gelmiş emekçiler de bu tanımın kapsama alanına girebiliyor. Dolayısıyla burada fakirleşme en başta ikinci katmanda yer alan beyaz yakalı emekçilerin sorunu olarak tarif edilmelidir. Bu grubun çapı da giderek artan güvencesizleşmeye bağlı olarak genişlemektedir. Mesleğe veya yaşam tarzı, tüketim alışkanlıkları, elde edilen gelir gibi olgulara dayanan sınıflandırmalar çıplak gerçekliğe boyun eğmek zorunda kalmaktadır. Zira neoliberal kapitalizm doktor, avukat, mühendis fark etmeksizin bir zamanların cazip ve belirli bir yaşam standardı sunan mesleklerinin de ücretli köleliğin bir türevi olduğunu ve tek başına bir refah vadetmeyeceğini her fırsatta hatırlatmaktadır. Dahası artık bütün bu mesleki alanlarda işsiz kaldığınızda kapıda bekleyen milyonlarca işsiz olduğu düşüncesi bir kırbaç gibi tepede sallanmaktadır. Yani emekçiler ya sonu belirsiz bir işsizliği ve bunun yaratacağı yaşamsal sorunları ya da yoğun sömürüyü tercih etmek zorundalar.
Beyaz Yakalı Mutsuzluğu: Sorunlar Bireysel mi?
FranklinCovey firmasının yaptığı bir araştırma beyaz yakalı çalışanların son yıllarda giderek daha mutsuz, daha stresli ve daha zor bir hayat yaşadığını ortaya koyuyor. Beyaz yakalılar sağlığına daha az dikkat ediyor, hayatına odaklanmakta daha çok zorlanıyor vs. Elbette araştırmanın varmak istediği sonuç bu durumun maddi sebeplerine odaklanmak değil: Şirketin Türkiye ve Azerbaycan Genel Müdürü Selda Bağlan’a göre sorunlar kişisel: “Beyaz yakalı çalışanlar kendine çok az vakit ayırıyor, beden sağlığına pek dikkat etmiyor, işlerini planlamakta, odaklanmada, önceliklendirme yapmakta ve yaşamının dengesini ayarlamakta zorlanıyor. En önemlisi de geri bildirim almaktan yani eleştirilmekten hoşlanmıyor. Dolayısıyla daha zor ve daha mutsuz bir hayatları oluyor.”
Oysaki bu mutsuzluğun oluşumunda maddi faktörler doğrudan belirleyici. İSİG Meclisi’nden Murat Çakır beyaz yakalı emekçiler arasında intiharın mavi yakalılara göre neden daha fazla gerçekleştiğini şu sözlerle aktarıyor: “20 yıl eğitim görüyorsunuz sonrasında çok düşük ücrete çalışmaya başlıyorsunuz. İşsiz kalma ihtimali de daha çok. Bu özellikle okumuşlar için büyük kaygı. Yaşı 30’a geldiği ve üniversite bitirdiği halde halen düzenli bir işi olmayan, hayatını kuramayan bir sürü insan var. Bu da insanları bunalıma sürükleyen nedenlerden biri.”
Her Kuşak Bir Öncekinden Daha Geriye Gidiyor!
Öte yandan hemen her yeni kuşağın ekonomik ve sosyal refahı bir öncekinden daha da geriye gitmektedir. Günümüzde bu durum sadece Türkiye için geçerli değil, neoliberal kapitalizmin genel bir eğilimidir. Aşağıdaki grafik ABD’de kuşaklar arasındaki servet dağılımını gösteriyor. Baby-boom (1946-1964 doğumlular), X (1965-1980 doğumlular) ve Y (1981-2000 doğumlular) kuşaklarının 35 yaşlarında ulusal zenginlik içinden aldıkları pay arasında uçurum bulunuyor: % 21, % 9 ve % 3,2.
Kimi önermeler “orta sınıfı çok çalışmanın karşılıksız kalmayacağı fikrine yeniden inandıra”rak veya “Orta sınıfın, yeni ekonomide duvarların ardında bırakılmayacağına dair kanıtları daha görünür hale” getirerek çözülebileceğini iddia ediyor. Bu önermelerin ardındaki mantık Özgür Demirtaş’ın twitterda dalga konusu haline gelen TedX konuşmalarının arkasındaki motivasyondan çok da farklı değil: Dil öğren, yazılım öğren, kendini geliştir, hobilerine yoğunlaş türü kişisel gelişim vaazları ile çökmekte olan toplumsal bir sınıfın ayakları üzerine dikilebileceğine dair derin bir inanış söz konusu.
Sorunlar, kapitalizmin artık daha açık hale getirdiği sınıf çatışması bağlamında ele alınmadığı ölçüde beyaz yakalı emekçilerin bu yıkım karşısında gerçek bir çıkış yolu bulabilmesi mümkün olmayacaktır. Evet yurtdışında daha müreffeh bir yaşam hayaline bağlanmak ve bu hayalin peşinden gitmek de bir seçenek ancak unutmamak gereken bir mesele var: Kapitalist eşitsizlikler, yoğunlaşan sömürü, derinleşen yapısal kriz ve onun sonuçları kurtuluşa erildiği düşünülen bir an da kendisini size acı bir şekilde hatırlatacaktır. Yapılması gereken açık: Beyaz yakalı emekçiler de kendilerini yoğun sömürü karşısında atomize ederek silahsızlandıran kapitalizme karşı örgütlenmenin kanallarını yaratmalıdır. Unutulmamalıdır ki kapitalizmin en büyük silahı bizim örgütsüzlüğümüzdür!