Venezuela Trajedisi – Derya Koca

Venezuela Trajedisi – Derya Koca

Latin Amerika, 2000’lerin başında neoliberalizmin yıkıntısına karşı yükselen görkemli kitle mücadelelerini ve bir reformcu liderler kuşağını iktidara taşıdı. Bunun en uzun soluklusu olan ve Chavismo’nun devamcısı olduğunu iddia eden Maduro Venezuela’da hala iktidarda. Ancak bir zamanların sevilen sol lideri Chavez’den, ancak baskının gücüyle iktidarda kalabilen Maduro’ya uzanan sürecin açıklanması gerekiyor. Venezuela’nın trajedisini Maduro’nun şahsi marifetleriyle açıklama kolaycılığına kaçmayacaksak Chavismo’nun karakterini ve sınırlarını anlamak zorundayız.

Neoliberalizmle Savaş

Şili’de 1973 Pinochet Darbesi ile ilk denemeleri yapılan neoliberalizm Latin Amerika’da kan akıtılarak yürürlüğe konuldu. 1970’lerin devrimci dalgasını ezip 1980’lerde neoliberalizmle atağa geçen burjuvazi 1990’larda SSCB’nin yıkılmasıyla “tarihin sonu”nu bayram havası içinde ilan etmişti. Oysaki bu bayram havasının dağılması çok sürmeyecekti.

Neoliberalizm yüksek enflasyon, işsizlik ve aşırı yoksullaşmayla sonuçlandı. Latin Amerika’da IMF programları korkunç bir borç dayatıyor, hükümetler kesintileri acımasız bir şekilde devreye sokuyordu. Kitlelerdeki öfke birikimi, 90’ların ortalarından itibaren patlamalı toplumsal tepkileri açığa çıkardı. Ancak devrimci güçlerin zayıflığında kitlelerin sola kayışı, sistem karşıtı öfkeyi örgütleyen reformcu liderlere alan açtı. Neoliberalizme karşı yükselen öfke 1998’de Venezuela’da Chavez’i, 1999’da Arjantin’de Peronist Nestor Kirchner’i 2003’te Brezilya’da Lula’yı; 2006’da Bolivya’da Morales’i iktidara taşımıştı. Pembe Kuşak liderler sosyal programlar ile piyasacılığın birlikte yer aldığı karma ekonomi modelini savunuyordu. İsyan etmekte olan yoksulların sistemden biraz daha pay almasına odaklanıyorlardı. 

Chavez’in “devrimsiz devrimi” ve “proletaryasız sosyalizmi” devrimden ve sınıfçı ideolojik eksenden çoktan kopmuş olan sol tarafından ve düzene sadakatiyle meşhur Stalinist partiler tarafından bolca alkışlandı. Seçim yoluyla iktidara gelerek yoksullukla mücadele için temel hizmetlere kaynak aktarabileceğini, ülkenin yerli sermayesini geliştirerek geri kalmışlığını aşabileceğini savunan Chavez ve diğerleri için ulusal burjuvazinin de gelişimi merkezi rol oynamak zorundaydı ve dolayısıyla hiçbir aşamada burjuvaziye toptan karşıtlık söz konusu olmadı. Liderler ılımlıydı ancak kitleler için aynısını söylemek mümkün değildi.

Neoliberalizm Venezuela’da

Venezuela, dünyanın en büyük petrol kaynaklarına sahip. Bu, başkent Caracas’ı Latin Amerika’nın aynı zamanda en zengin ve en sefil başkenti yapmaya yetecek bir lanetti. 1970’lerde, Kuzey Amerikan sermayesinin kıtadan sağladığı kârın yarısı Venezuela’dan geliyordu ancak sefalet gerilemiyordu: “Petrol ilk kuyulardan fışkırmaya başladığından beri nüfus üç katına, ulusal bütçe de yüz katına çıktı, ama egemen azınlığın artıklarını paylaşmaya çalışan nüfusun büyük çoğunluğunun beslenme düzeyi, ülkenin kakao ve kahveye bağımlı olduğu döneminkiyle aynı”

Neoliberalizm tüm kıtada sosyal yıkım ve peşi sıra isyan ve hatta devrimci durumlar meydana getirdi. Petrol ülkesi Bolivya yoksullukla cebelleşiyordu; üç yıl içinde iki ayaklanma yaşandı. Zenginlik ülkesi Arjantin, 2001 krizi ile tamamen iflas etti. Kitleler peş peşe 4 başkan devirdi. Venezuela’da neoliberal derin sınıfsal uçurum ayaklanmaya dönüştü. 2000’li yılların başlarına gelindiğinde Venezuela’da yaşam standartları 1950’lerin altına düşmüştü  Öfke ise kat be kat artmıştı: “Başkent Caracas’ın kapladığı alan, otuz yılda yedi katına çıktı. Serin gölgeli avlularıyla, sessiz katedraliyle eski sakin kent büyük bir hızla gökdelenlerle doldu…Caracas’ta konservelere ve sentetik ürünlere bayılınır, yürünmez otomobile bilinir. Motorların çıkardığı gaz vadinin temiz havasını kirletmiştir. Caracas’ta uykusuzluk çekilir, çünkü kazanmak ve harcamak, tüketmek ve satın almak, her şeye sahip olmak arzusu bir türlü doyurulmaz. Tepelerin eteklerinde, sayıları yarım milyonu geçen bir unutulmuşlar ordusu, gecekondulardan bu savurganlığı seyreder.” 

1989’da Venezuela’da IMF’nin neoliberal programını uygulamaya hazırlanan sosyal demokrat Carlos Andres Perez, göreve başlar başlamaz yakıt ve ulaşım zamlarını ilan ettikten sonra Caracazos adı verilen geniş halk isyanı ile karşı karşıya kaldı. 

Galeano’nun “unutulmuşlar”ı sel olup dağlardan akın etti. 27 Şubat 1989’da öfkelilerin elleri zenginlerin mahallelerine, erişilemeyen vitrinlere ve kendilerinden esirgenen her şeye yöneldi ve sokaklardan çekilmedi. Ayaklanmayı kontrol altına almak için OHAL ilan edildi. Ordu yaklaşık dört bin kişiyi öldürdü, on binler yaralandı; ancak sokaklar, başkanlık sarayı, bazı askeri üsler, devlet televizyonu kitlelerce ele geçirilmişti. Tam bu sırada iki darbe dinamiği açığa çıktı. Bu darbe girişimlerinin birinin başında Chavez vardı ve kendisini halk isyanının lideri olarak öne çıkarıyor, Perez’i iktidardan uzaklaştırdığını ilan ediyordu. Darbe başarısız oldu, Chavez 2 yıl tutuklu kaldı; ancak yoksullar arasında büyük bir sempati kazandı. Egemen sınıf ise siyasi iktidar üzerindeki kontrol yeteneğini kaybetmişti. AD Partisi ve Hristiyan Demokrat Parti COPEI’nin solu baskı altına alıp, sendikal bürokrasi ile  işbirliği halinde yönettiği 1958 Punto Fijo Paktı tarihe karışmıştı. Chavez bu siyasi ortamda öne çıktı ve 1998’de % 56’lık oyla işte bu dinamiklere yaslanarak devlet başkanı seçildi. 

Chavismo Sahnede

Chavez’in içinden çıktığı alt düzey subaylar arasında Latin Amerika milliyetçisi ve Bolivarcı hareket etkisini artırırken, 1980’lerin sınıfsal uçurumundan besleniyordu. Örnek alınan referans ise 70’lerin petrol gelirine dayanarak geliştirilen sosyal demokrat bir programla sınırlıydı. Ancak o, iktidarını devrim olarak niteledi. 1999 yılında yeni anayasayı referanduma götürerek ülkenin adını “Bolivarcı Venezuela Cumhuriyeti” olarak değiştirdi. Anayasa, Chavez’in kendini dayandırdığı yoksul kitlelerin izini taşıyordu: insan hakları, yerli halkların tanınması, kooperatifler ve mücadele içinde ortaya çıkmış işçi komitelerinin sistem içine dahil edilmesi, seçmenin % 20’sinin imzası ile devlet başkanının halk tarafından geri çağrılması hakkı gibi maddelere ek olarak net bir neoliberalizm karşıtlığı ile milliyetçi bir antiemperyalist söylem kitlelerin isyan ruhunda ve taleplerinde karşılık buluyordu. Eski asker Chavez, küçük burjuva radikalizminin klasik bir temsilcisi olarak kendinden menkul, sınıflar dengesinin üstünde bir iktidar kuramazdı. Caracas’ın gecekonduları ve barakaları Chavez’i sola çekiyordu. Radikal olan Chavez değildi; Venezuela halkıydı. İktisadi koşullar da bunun için elverişliydi.

2000’lerde Çin’in bir yükselen bir sanayi devi olarak yarattığı talep petrolün fiyatını yükseltmişti. 2008 krizinden sonra ise çevre ülkelere sıcak para akmaya başlamıştı. 2011’de petrolün 101 dolara kadar çıkışı, Venezuela’da burjuva özel mülkiyete dokunmadan reform gerçekleştirmenin kaynağı olacaktı. Sosyal programlar uygulamaya kondu: Eğitim, sağlık, konut, beslenme, toprak gibi temel reformlar devreye sokuldu. Chavez, kamulaştırmaları çok sınırlı ve istisnalar dışında parasını ödeyerek yaptı. Petrolü millîleştirmedi bile; devletin petrolde çoğunluk hisseye sahip olmasını kanuna bağladı, yabancı hisselerin bazılarını satın alarak kanunu uygulamaya koydu. Bazı fabrikalar işçilerin bu fabrikaları işgal edip bastırmasıyla devletleştirildi; bazılarına ise batık olduğu için devletçe el kondu.

Öte yandan Chavez geleneksel burjuvazinin ve sağın hamlelerine karşı hazırlıklı olmak zorundaydı. Hassas sınıfsal çelişkilere yaslanan ve bu sebeple ortalamaya hitap etme şansı kalmayan Chavez, söylemsel düzeyde de olsa Marks’ın adını ve sosyalizmi sık sık kullandı: ‘Marx’ın dogmatik devrimci öncüllerine inanmadığını ve proleter devrimler çağında yaşandığına inanmadığını’ belirtip ‘Bizim amacımız Venezuela’da sınıfsız toplum ya da mülkiyeti ortadan kaldırmak mı?’ sorusuna olumsuz yanıt verip  Yoksullukla ilgili temel sorunun ‘üst sınıfların vergilerini vermemeleri’ olduğunu belirtiyordu. Chavez’in Üretim ve Ticaret Bakanı ise “kamu politikalarının üretim etkinliğinin motoru kabul edilen özel girişimcilik için rekabetçi ve istikrarlı bir ortam yaratmak zorunda olduğunu” söylüyordu.

Geleneksel çıkarları darbe alan burjuvazi saldırıya geçecekti. 2002 yılında ordunun bir kısmının dahil olduğu ABD destekli bir darbe gerçekleştirildi. Milyonlar sokağa döküldü; günlerce süren direnişle darbe püskürtüldü. Bir kez daha kitlelerin omuzlarında iktidarı alan Chavez, daha güçlü şekilde geri geldi ama kitleler de çok büyük bir özgüven kazanmıştı. Darbe karşıtı direniş sırasında ortaya çıkan halk komiteleri, işçi komiteleri ve sendikalarını tabandan zorlayan işçiler şişeden çıkmış cin gibiydi. Bazı fabrikalarda işçiler kamulaştırmayı işçi denetiminde gerçekleştirmek için bastırıyordu. Muhalefetin saldırganlığı kitlelerin gücü ile püskürtüldükçe Chavez’in ortalamaya hitap etmesi imkansızlaşıyordu. Böylelikle koşulların basıncı altındaki Chavez meydan okuyan bir uluslararası sol figüre dönüştü. Chavez iktidarı altında atılan en ileri adımlar, kitlelerin kendi eylemlerinin ürünü olarak ortaya çıkmıştı. %25 katılımın olduğu ve muhalefetin boykot ettiği 2006 seçimlerinde % 62 ile yeniden seçildi. 2007’de siyasi kurumsallaşmasını ilerletmek ve kitleleri bu işleyişle sınırlamak için Venezuela Birleşik Sosyalist Partisi (PSUV)’yi kurdu. 

Chavez’in “Bolivarcı devrim” adını verdiği programda devrim manasına gelebilecek ne iktisadi ne siyasi bir kopuş görmek mümkündür. Kapitalizmin yıkılması olmaksızın sorunların kalıcı çözümünün mümkün olmadığı açıktı: “…eğer bana kapitalizmi insancıllaştırmanın mümkün olup olmadığını sorarsanız cevabım şu olur: Hayır…Fakat Venezuela’nın durumunda, böyle bir hükümetle ve bizimki gibi bir anayasayla, bizimki gibi bir uyanmış halkla, bizimki gibi iktidarın dengelenmiş olduğu bir dönemde, kapitalizmi insancıllaştırmak gerçekten olanaklı. Bu üç yılda ilerleme kaydettik. Tabii ki kapitalist sisteme saplandık onu değiştirmedik; aksini söylemek dürüstlük olmaz.” 

İşçi sınıfının hayatında büyük gelişmeler yoktu. Yoksulluk ve işsizlik sürüyordu.1999’da nüfusun %49,9’u yoksulken, bu oran 2005’te ancak %37,1’e kadar geriledi. Bu değişim, sömürünün geriletilmesi ya da zenginlerin veya büyük özel mülkiyetin baskılanması yoluyla olmadı; sosyal yardımlar rakamların artışının kaynağıydı. 1999’da %11,3 olan işsizlik 2005’te %12,4’ye çıkmıştı. 

En büyük petrol alıcısı ABD, iktidarı devirmek için hiçbir fırsatı kaçırmayacak ve Venezuela halkına karşı suç işlemekten çekinmeyecekti. Chavez bu ortamda parasına muhtaç olduğu ABD’nin desteklediği MUD etrafında bir araya gelen burjuva muhalefetin baskılarını nasıl püskürtecekti? Bu dengeler içinde Chavez’in rejimi kaçınılmaz bir yeni ayrıcalıklı katman yaratmaya, Boliburjuvazinin semirmesine, siyasi bağlılık karşılığında sistemden pay alan çıkar gruplarına ve elbette bu güç sayesinde mümkün olabilecek bürokrasi ve medya kontrolüne dayanacaktı. Ambargo, kıtlık, darboğaz kaçınılmaz gözüküyordu.

ABD’nin baskılarına, petrol fiyatlarının küresel çapta düşüşe geçmeye başlaması eşlik edince 2011 yılından itibaren 2012’de %55 oy alan Chavismo’nun sınırları görünmeye başladı. 2013’te Chavez’in kanserden yaşamını yitirmesi ile karizmatik liderliğin de sonu gelmiş oluyordu. Böylece Chavez’in adı yıpranmadan tarihe karışacaktı. Petrol gelirlerinin küresel düzeyde çakıldığı yıl olan 2013’te Maduro seçimi kıl payı bir farkla % 50,6 ile kazandı. 

Bolivarcı Devrimden Boliburjuvaziye

2014 yılı Venezuela için kırılmanın başlangıcı oldu. 2019’da petrol gelirleri kesilen ülkede % 9586’ya vuran hiperenflasyon işçi sınıfının tüm kazanımlarını yok etti. İhracat gelirinin % 96’sını petrolün oluşturduğu ülke ekonomisi 2013-2017 yıllarında % 30 küçüldü. Bir aylık maaş, karaborsada bir ekmeğe denk geliyordu. 2017 yılında her bir Venezuelalı ortalama 10 kg zayıfladı; banka ve para sistemi işlevini yitirdi. Tüm bunlara ek olarak 2016 korkunç bir kuraklık yılı oldu. Gıda üretimi çakıldı, barajlar kurudu, elektrik üretimi durdu, devlet daireleri çalışmayı iki güne düşürdü. Bu katlanılamaz koşulların sonucunda 8 milyona yakın kişi ülkeyi terk etti. Bu krizi daha da derinleştirmek için büyük sermayenin sabotajları, kara borsası devreye sokuldu. Yiyecek kuyruklarında protestolar patlak vermeye başladı. 

Enflasyon %
2013 56
2014 69
2015 181
2016 274
2017 863
2018 130,06
2019 9,586
2020 2,963
2021 687
2022 234
2023 189.8

Washington, işçi sınıfını bastırmak ve dünyanın en büyük petrol şirketlerinin Wall Street’ten yönetilmesini güvence altına almaya adanmış bir diktatörlük kurmak için sürekli olarak Venezuela halkına karşı suç işlemekten çekinmedi. 

Chavismo’nun sosyal desteği artık çıkarını yabancı sermayeden daha fazla bağımsızlık elde etme yoluyla iyileştirilebileceğini düşünen bir sermaye tabakasına dayanıyordu. Kitlelerin en güçlü anında tüm enerjisi dizginlenmişti. Sağın gücünün dayandığı sermayeye el koymak, sabotajcıların ve karaborsayla ülkeyi tüketen sermaye işçi kontrolünde el koymak dışında bir seçenek yoktu; ancak rejim artık Boliburjuvazinin rejimiydi ve düzenin sahipleri artık onlardı. Daha önce de 1976’da petrolün tamamı millileştirilmişti ancak yıllar içinde peyderpey yeniden özelleşmişti. Petrol devletin olabilirdi peki devlet kimindi? Tarih bir kez daha tekerrür ediyordu. Chavismo’nun zayıflığı ve illüzyonu buydu. 

Çürüme

Chavismo petrol gelirlerinin varlığı sayesinde göreli özerk bir hareket kapasitesi kazandı ve ABD’yle arayı bozmayı göze alarak kendi zenginlerini yarattı; Çin ve Rusya emperyalizmine yanaşarak ayakta kalmayı başardı. Emekçi sınıflar için ise sonuç tam bir felaket oldu. 

Maduro, üst üste iki seçimdir kaybediyor ve bürokrasi ile polis aygıtına yaslanmadan iktidarda kalmasına olanak yok. Meşruiyete değil güce dayanarak iktidarda kalıyor. Hal böyle olunca İran’ın mollaları, otokrat Putin, süper güç Çin’in bürokratları ve hatta Erdoğan ile dostane pozlar vermek ABD karşısında dik duruş gibi lanse edilerek yapay bir anti-emperyalizm “davası” olarak pazarlanıyor. Oysa işin özü Venezuela petrollerinin en büyük alıcısı olan ABD’nin artık dünyanın en büyük petrol üreticisi konumuna gelmiş olması ve Venezuela’nın emperyalist sistemin diğer kampına yanaşmak dışında bir seçeneğinin kalmamış olmasıdır. Kapitalizm sınırlarını tercih ediyorsanız emperyalizme tabisinizdir. Mevcut dengeler içinde Venezuela’nın petrol alıcıları sırasıyla Hindistan ve Çin haline geldi.  Ama öte yandan da ABD ile pazarlık masasında pazarlıklar kuruluyor. Petrol parasına yaslanarak denge kurulmaya çalışılıyor.

Rejim ve etrafındakilerin göz alıcı servetleri, kitlelerin hoşnutsuzluğunun kaynağı. Maduro rejimine karşı gelmek kamuda işten atılmak, hapsedilmek, emperyalizm işbirlikçisi ilan edilmek demek. Maduro vatan millet edebiyatıyla sermayeye daha da baskıcı olması yönünde ciddi bir destekler veriyor: tüm iş sözleşmeleri donduruldu, sendikalar fiilen anlamsızlaştırıldı. Grevler kriminalize ediliyor. Hak arayan işçiler sabotajcı ilan ediliyor. Ama aynı zamanda özelleştirmelere geri dönüldü ve yabancı sermaye ile ballı iş anlaşmalarına imza atılıyor. Serbest ticaret bölgeleri inşa ediliyor, imtiyazlar veriliyor. Narkotrafiğin önemli ortaklarından biri Venezuela haline getiriliyor. Rejimin dayanaklarından olan ordu da yozlaşmanın, yolsuzluğun bir başka merkezi oldu. Sola yönelik sistematik bir ”vatan hainleri”  “iç mihraklar” söylemi ile sürekli baskı kuruluyor.

Kokuşmuş bir burjuva iktidar altında milyonlar yoksulluğun dibinde yaşıyor. MUD, krizi lehine çevirmek üzere aralıksız hamle yapıyor; bu hamlelerin önü Maduro’nun yargı üzerindeki gücü sayesinde kesildi. 2019 yılında ABD’nin desteklediği Juan Guaido kendisini devlet başkanı ilan etmiş ancak içeriden yeterli destek bulamayınca rezil olmuştu. 28 Temmuz 2024’teki seçimlerde ise Maduro daha sayım tamamlanmadan zafer ilan etti. Uzun yıllar Venezuela’yı ekonomik çöküntüye uğratan, rejim değişikliği için her türlü suçu işleyen Batı ise seçimlerin demokratik olmadığını söylüyor (!) ve seçim sonuçlarını tanımadığını ilan eden ülkelerin sayısı artıyor. 

Maduro seçim sonuçlarını protesto için çıkanlara ateşle cevap vererek sokaklarda kan dökmekten çekinmeyeceğini de gösterdi. Asker içinde bir yarılma yaratamayan ya da halkı sokağa dökecek itibarı olmayan sağ şimdilik güçsüz. Venezuela halkı bu iki gerici güç arasında sıkışmış durumda ancak öfke ve enerji birikiyor. Sol güçlerin de bilinçli olarak bastırıldığı bu ortamda Maduro yalnızca sağın tabanını güçlendiriyor. İlerici hiçbir yanı kalmamış olan bu bürokratik bir kapitalist aparatın yıkılışı ancak sol bir çıkışla gerçekleşirse Latin Amerika için bir ilham kaynağına dönüşecektir. Aksi takdirde sağ ülkede hakimiyet kuracaktır. 

Bu alacakaranlıkta burjuva propaganda, Venezuela halkının içinde bulunduğu sefaletin sorumlusu olarak “sosyalizmi” gösteriyor. Oysa bu umutsuz durum hem uluslararası emperyalist ambargonun hem de Maduro’nun kapitalist aygıtının sonucudur; sosyalizmin reddedilmesinin sonucu!

Uzun yıllar boyunca Chavez’e sosyalizm payesi vererek emekçileri bu sınıf işbirliği programı konusunda yanıltan sol bugün emekçilerin rejim karşısında savunmasız olmasının taşlarını döşedi. Diğer taraftan sol liberal bir eğilim de Chavismo’nun karşısındaki sağ muhalefete ilerici anlamlar atfederek emperyalizme destek çıktı. Venezuela halkının ihtiyacı olan şey ise iki gerici güç olan sağ bloka ve Maduro rejimine karşı bağımsız sınıf alternatifini güçlendirmek. Emekçilerin bağımsız bir yol açması; işçi muhalefetinin, sınıf radikalizminin sahneye çıkması ve Latin Amerika çapında yeni bir devrimci kuşağı tarih sahnesine çıkarması bu çıkışsızlığın tek alternatifi olabilir.  

CATEGORIES

COMMENTS

Wordpress (0)
Disqus ( )