Türkiye’nin Suriye İle İmtihanı – Emre Güntekin

23 Mayıs, 2013

Tayyip Erdoğan’ın ABD ziyaretinin üzerinden bir hafta zaman geçti. Erdoğan’ın Obama’yla görüşecek olmasının reklamını büyük bir tantana ile aylar öncesinden başlatanlar hayal kırıklığı dolu bir haftayı geride bıraktılar. Olmamaları da mümkün değil: ABD’yi Suriye’ye yönelik askeri bir müdahaleye ikna etmek için yola çıkan ve bu müdahale üzerinden Ortadoğu’da bölgesel güç olmanın hayalini kuran iktidar kucağında onlarca insanın yaşamını yitirdiği bir katliam, her an yeniden patlamaya hazır bir kent, giderek sönükleşen liderlik hayalleriyle geri döndü.

Bu ziyaretle birlikte AKP’nin dış politikasının yeni bir evreye girdiği, daha doğrusu girmek zorunda bırakıldığı bir döneme giriyoruz. Malum AKP’nin yıllar öncesinde “Model Ülke Türkiye” projesi üzerinden başlattığı Ortadoğu’da bölgesel güç olma çabaları ABD’nin kendisine tanıdığı alan ölçüsünde ilerleyebiliyordu. Ancak gelinen noktada Beyaz Saray’da Obama tarafından kibrini okşayacak bir şaşaa ile ağırlanan Erdoğan’ın elinden büyük ölçüde alınmış durumda. Önümüzdeki süreçte Ortadoğu’da AKP’nin ancak taşeron olarak hareket edebileceği bir süreçle karşı karşıya kalacağımız açık görünüyor.

Suriye Konusunda Yaklaşım Farklılığı

Yeni dönemde yaklaşım farklılığının temel noktasını Suriye oluşturacak. AKP iktidarı yakın süreçte Suriye’ye müdahalenin fitilini ateşleyecek provokasyonlara girişmekten geri durmadı. Sürecin en başından itibaren tarihleri boyunca kendilerini kullananların kontrolünden taşma eğilimi gösteren El Kaide türevli İslamcı cihatçılar Suriye’ye komşu sınır illerine yerleştirilerek desteklendi. Bu grupların başta Hatay olmak üzere üslendikleri illeri adeta birer cephaneliğe çevirdikleri alenen görüntüleriyle kanıtlanmıştı. BBC bu grupların bomba imalathanelerinin görüntülerini yayınlamıştı. Bu gruplar yalnız da değiller. Onlara savaş eğitimi verebilecek başta ABD, İngiltere, Fransa gibi Batı ülkeleri olmak üzere birçok emperyalist ülkenin gizli servislerinin dünyada şu aşamada odaklandıkları en önemli noktalardan birisi de herhalde Türkiye’nin Suriye sınırıdır. Elbette karşı cepheden Rusya, İran gibi ülkelerinde gözlerini buradan ayıracakları beklenemez.

Bu kadar kontrolsüz gücün biriktiği bir alanda iktidarın ne güvenliği ne de istikrarı sağlayabilmesi mümkün değil! Bölge halkları sürekli bir savaş ortamıyla iç içe yaşamaya terk ediliyor. Geçen yıl Ceylanpınar’da bu sene Reyhanlı’da onlarca insan bu kirli savaşın kurbanı oldu, üstelik her ikisinde de AKP’nin desteklediği El Kaide’ye bağlı El Nusra Cephesi güçlerinin parmağı olabileceği artık gizlenemiyor. 22 Mayıs’ta RedHack bilinen bir gerçeği ortaya koyarak, belgeleriyle Reyhanlı saldırısından devletin güvenlik aygıtlarının haberinin bulunduğunu ortaya koymuştu. İktidarsa bunları birer savaş malzemesine dönüştürmenin yolunu arıyor ve geçen hafta yapılan Erdoğan-Obama görüşmesinde iktidarın müdahalenin gerekçeleri olarak bu katliamları sıraladığı biliniyor.

AKP’nin müdahalenin gerekçesi olarak dosyasına koyduğu konulardan birisi de Esad rejiminin kimyasal silah kullandığına dair kanıtlardı. Anlaşılan AKP’nin hafızası 10 yıl öncesinde, ABD’nin Saddam’ı devirmek için başlattığı işgalin gerekçelerinde kalmış! Obama basın açıklamasında iktidarın kendisine sunduğu kimyasal silah konusuna tam olarak ikna olmadığını belli etmişti. Dahası BM Yetkilisi Carla del Ponte 6 Mayıs’ta yaptığı açıklamada “Suriye’deki şiddet olayları kurbanlarının ifadeleri, muhaliflerin sinir gazı (sarin) kullandığını gösteriyor” açıklamasında bulunmuştu.

Suriye’deki savaşı yakından izleyen Independent gazetesi yazarı Robert Fisk’te 20 Mayıs’ta yaptığı röportajda “Asilere silah yardımı yapılması iki buçuk yıldır Washington’un gündeminde. Amerikalılar bu opsiyonu sürekli dile getirdikleri takdirde, duruma seyirci kaldıklarının farkına varılmayacağını düşünüyorlar. Batı Hür Suriye Ordusu’nu desteklemek istiyor ama silahların İslamcı grupların eline geçmesinden endişe ediyor. Suriye’de desteklediği El Kaide bağlantılı gruplarla Mali’de savaşması, Batı açısından son derece çelişkili bir durum.” sözleriyle benzeri bir duruma dikkat çekmişti.

Radikal yazarı Fehim Taştekin’de 2 Mayıs tarihli yazısında “Son dönemde sahadaki durum kendi lehine gelişirken rejim neden kimyasal silaha başvurup dış müdahale için bahane sunsun? Bu intihar olmaz mı? Esad’ın elinde öldürmek için kırmızı çizginin altında kalan yeterince silah var.”İfadeleriyle Suriye rejiminin bu konuda Batı’ya koz vermekten kaçınacağını dile getirmişti.

Öte yandan AKP’nin çok güvendiği ve adeta koynun beslediği İslamcı çeteler Batı’ya o kadar da işbirliği yapılacak bir güç olarak görünmüyor. Onlara tek faydalara askeri müdahale için bahane yaratmaları olabilir. Nitekim bu yönde de sesler yükselmiyor değil. İngiliz Times gazetesinde geçtiğimiz Daniel Finkelstein imzasıyla çıkan bir yazıda “Eğer Batı harekete geçmezse başkaları geçer. Çeçenistan’da yaşanan şey bugün şu anda Suriye’de de yaşanıyor. Gerçekten aynı şey. Yerli isyancılar silah ve para sahibi olan aşırıların tarafına geçiyor. Ve Çeçenistan’da yaşanan şey Suriye’de çok daha ciddi sonuçlarla tekerrür edecek. Harekete geçtiğimizde soruşturuluyoruz. Neyin neden yanlış gittiğini sorguluyoruz. Peki, hiç harekete geçmezsek ne olacak? Müdahale etmediğimiz için bir bedel ödediğimizde ve ödemeye devam ettiğimizde bunun neresi soruşturulacak?” sorusu sorulmuştu. Batı, Suriye İslamcı çeteler eliyle Afganlaştırıldığı ölçüde müdahale için gerekçe yaratabilir.

ABD ise Obama-Erdoğan basın açıklamasının da iyice ortaya koyduğu gibi Suriye’de Rusya’sız bir çözüm olmayacağının, tek başına Batı’nın atacağı bir adımın Ortadoğu genelinde iç savaşı tırmandıracağı gibi emperyalist çatışmalarında önünü açabileceğinin farkında. Dolayısıyla bütün ağırlığını Rusya ile Suriye’nin kaderini belirleyebilecekleri Haziran ayında düzenlenecek Cenevre Konferansı’na vermiş durumda. Geçtiğimiz yıl düzenlenen Cenevre Konferansı’nda Suriye’de rejim ve muhalefetin ortak kabulüne dayanan bir geçiş hükümeti kurulması fikri üzerinde anlaşma sağlanmıştı. ABD’de uzunca bir süredir muhalefete bu zemin üzerinden yeni bir yapılanma kazandırmaya çabalıyor. Özellikle Suriye Ulusal Konseyi içerisinde radikal İslamcı grupların etkisi sınırlandırılmıştı. Ancak aynı durumun sahaya yansıdığını söylemek zor. On yıllardır Afganistan’da, Çeçenistan’da, Bosna’da emperyalistlerin tedrisatından geçen ve savaş yeteneği olarak Suriyeli muhalifleri geride bırakan cihadçılar tıpkı Libya’da olduğu gibi Suriye’de de rejime karşı yürütülen savaşın başını çekiyorlar. Ayrıca ortaya koydukları projelerle, ideolojik yaklaşımlarıyla ele geçirdikleri bölgede hem gündelik yaşamı hem de siyasal örgütlenmeyi baştan aşağı yeniden örgütlüyorlar. Dolayısıyla kendilerinin dikkate alınmadığı bir projeye ayak diremelere çok olası. Özellikle Cenevre Konferansı’na sıcak baktıkları söylenemez. Ergin Yıldızoğlu’nun Al Awsat gazetesinden 22 Mayıs’ta aktardığı bir yazıda söyledikleri onların durumunu özetliyor:II. Cenevre Konferası’na, Müslüman Kardeşler katılacaklarını açıklarken muhalefetin El Nusra ve El Kaide kanadı katılmayacaklarını, hatta yabancı güçlerin Suriye’ye girmesi halinde onlara karşı savaşacaklarını açıklıyorlar.”

Ortada duran açık bir gerçek var. Türkiye’nin AKP öncülüğünde bölgeyi ateş topuna çevirebilecek mezhepçi saldırgan politikası iflas etmiş durumda. Suriye konusunda kan kaybeden iktidarın yeniden toparlanabilmesi zor görünüyor. Önünde geri adım atmaktan ve bölgede yeni inisiyatiflerin yükselişini izlemekten başka çaresi görünmemektedir. Bütün bu veriler ışığında Türkiye kapitalizminin gücünün sınırları yeniden incelenmelidir.

KATEGORİLER
ETİKETLER