Trump Yangını Söndürebilecek mi? – Emre Güntekin

Trump Yangını Söndürebilecek mi? – Emre Güntekin

Trump’ın, isyan dalgasının giderek büyüdüğü bir süreçte yaptığı basın açıklamasında kullandığı saldırgan ton, İncil eşliğinde yaptığı şov büyüyen sorunların kolay bir çözüme ulaşamayacağını gösteriyor. Trump ayrıca basına sızan bir telefon görüşmesinde protestolara karşı yumuşak kaldıkları gerekçesiyle valileri paylarken, müdahale etmekten kaçınan olursa orduyu devreye sokacağını belirtti; basın açıklamasında da ülkenin baskı aygıtlarını provokatörler ve teröristler olarak nitelediği kitlelere karşı topyekûn seferber edeceğini açıkladı.

Hatta Trump’ın Temsilciler Meclisi’ndeki müttefiklerinden Cumhuriyetçi Matt Gaetz’in Twitter hesabında dile getirdiği “Şimdi Antifa’yı terörist olarak gördüğümüze göre, onları Ortadoğu’da yaptığımız gibi avlayamaz mıyız?” sözleri basit bir tehdidi değil, Trump ekolünün isyana karşı bakışını ortaya koyuyor.

Çelişkilerin bu kadar kronikleştiği ve kitlelerin artık buna karşı sessiz kalamayacağının apaçık ortaya çıktığı bir evrede sadece baskı bu isyanı bastırabilir mi? 

Önceki yazımda ABD’de özellikle pandemi sürecinde var olan sosyal ve ekonomik eşitsizliklerin, özellikle de siyahlar ve toplumun diğer ezilen kimlikleri için daha da derinleştiğini özetlemiştim. Öte yandan beyaz nüfusun da eylemler içerisinde azımsanamayacak bir katılım sağladığını görmek mümkün. Siyahların özgürlük çığlığı işsizlik, yoksulluk ve geleceksizlik kıskacındaki genç beyaz nüfusu da arkasında sürüklemekte zorlanmıyor.

Trump kendi ekseni etrafında devletin devasa güvenlik aygıtına dayanan bir “diktatörlük” inşa etmek istiyor olabilir. Ancak oyunun kuralları çoğu zaman bizim topraklardaki gibi işlemiyor. Örneğin, ABD milli basketbol takımının ve NBA kulüplerinden San Antonio Spurs’ün efsane koçu Gregg Popovich’in sözlerine bakalım:

“Trump halkı birleştirmeye çalışmıyor. Bu inanılmaz! Trump’ın birazcık beyni olsa, üstelik yüzde 99 oranında kötülük için çalışsa bile, insanları birleştirmek için çıkıp kalabalığa bir şey söylerdi. Ama bunu umursamıyor. Ne yapılması gerektiği çok açık… Basit bir şekilde ‘Siyahların yaşamları değerlidir’ diyen bir başkana ihtiyacımız var. Ancak Trump bunu yapacak kişi değil. Trump sadece bölücü değil aynı zamanda bir yok edici… Onun varlığı senin ölümün demek.”

Bir an Türkiye’yle karşılaştırma yapalım. Gezi Direnişi’ni ve muktedirin arkasına sıralanan, 15 Temmuz’un ardından Yenikapı’da temelleri atılan yeni rejimin arkasında hizalanan “ünlü”leri hatırlayalım. Trump için bu durum uzak bir hayal. 

Dahası devlet içerisinde de isyan dalgasını şiddetle bastırmanın sistem açısından makul bir yol olup olmayacağı konusunda çatlakların varlığı kendisini gösteriyor. Trump’ın valilere daha da sert olmaları yönündeki çıkışının ardından Houston polis şefi Art Acevedo’dan Trump’a yapıcı olamayacaksa çenesini kapatması yönünde bir cevap geldi. Öte yandan Pentagon içinden yükselen bazı sesler, Trump’ın protestoları askeri gücü devreye sokarak bastırmak istemesi karşısında duyulan rahatsızlığı dışa vuruyor.

ABD’nin ana akım medyasında da Trump’ın kutuplaştırıcı ve provokatif çıkışlarına yönelik eleştiriler yükseliyor. 2 Haziran’da Paul Krugman’ın New York Times’ta yayınlanan makalesinde Trump, ulusu yatıştırmaktan uzaklaşmak ve ateşin üzerine benzin dökmekle, ayrıca bir iç savaşı körüklemekle suçlanıyor. Genel olarak da manşetler Trump’ın ABD’yi bir uçurumun kenarına getirdiği üzerinde yoğunlaşıyor. Wall Street Journal’ın 2 Haziran’daki başyazısında ise “Don’t call the troop!” (Askerleri Çağırma!) 

Trump’ın gerilimi ABD ordusunu sokağa salacak ölçüde artırması iki ucu keskin bir bıçak. İnsanlık tarihinde pek çok isyan karşısında burjuva orduların çözülme eğilimine girdiği tarihsel bir gerçek. Peki, ABD’de bu seçenek de tutmazsa ne olacak? ABD işçi sınıfı ve siyah hareketinin tarihi kanlı katliamlarla dolu. Elbette böyle bir yöntem egemen sınıfların kendi varlıklarını tehdit altında hissettiğinde başvurmayacakları bir seçenek değil. Özellikle de kapitalizmin neredeyse 1929 Buhranı’nı aratmayan bir yapısal kriz içerisinde debelendiği günlerde. 

Bugüne kadar demokrasi ve insan haklarını bir retorik olarak sıkça dillendiren Batılı demokrasilerin krizle birlikte sistemi olağan yollarla işletebilme olanakları giderek daralıyor. Nitekim Avrupa ve ABD gibi örneklerde Batılı egemenler bugüne kadar emekçi sınıflar karşısında ikna mekanizmalarını kullanmakta zorlanmıyorlardı; ancak sınıfsal ayrımların ve eşitsizliğin keskinleştiği, yoksulluğun çeperlerinin genişlediği, on milyonlarca insanın işsizler ordusuna sürüklendiği, göçmenlere ve ezilen toplumsal gruplara yönelik ırkçı saldırganlığın yükselişe geçtiği günümüzde rıza mekanizmalarını devreye sokabilmek oldukça zor. Kapitalizmin yapısal krizi tam da bugünkü ruhuna uygun isimleri daha fazla ön plana çıkarıyor: Trump, Bolsonaro, Modi, Erdoğan, Orban ve daha birçok örnek… İktidarda oldukları hemen her ülkede dini ve etnik ayrımlar ve toplumsal kutuplaşma iktidarları daha da güçlendirmenin ve kriz halindeki kapitalizmi ayakta tutabilmenin yegâne çaresi haline geliyor. Hemen her türlü muhalefet “anarşist, yağmacı, kundakçı, terörist” gibi sıfatlarla ırkçı, faşist, tutucu kitlelerin hedefi haline getiriliyor. Hemen her birinin kriz durumunda ellerinde kutsal kitaplarla boy göstermeleri şaşırtıcı değil. 

Ancak dünya genelinde geçtiğimiz yıldan bu yana yükselen sınıf mücadelesi gelecekte tarih sahnesinde başrol oynayabilecek tek aktörün ırkçı-faşizm veya dini-otoriter rejimler olmadığını gösteriyor. Hemen her yerde duyabileceğiniz “dünya giderek otoriterleşiyor” karamsarlığının karşısında ufukta ayrı bir alternatif, bugün ABD örneğinde olduğu gibi beliriyor. Bunu sadece biz değil, egemen sınıflar da görüyor. Özellikle 1929 Buhranı dünyasının aksine Ekim Devrimi sonrasındaki dünya devrimi dalgasının yenilgisini yaşamış ve umutsuzluğa sürüklenmiş bir kuşaktan farklı olarak, dünyayı değiştirmek dışında bir seçeneği kalmamış yeni bir kuşağın sahneye çıktığını görmek gerekiyor.

ABD’de Trump’ın ölçüsüz şiddet çağrılarına rağmen, egemen sınıflar cephesinde meseleyi şimdilik suhuletle çözebilecek alternatif arayışları beliriyor. Neoliberal kapitalizmin çıkarlarını tehlikeye atmayacak, uyuyan devi dürtüklemeyecek bir isim olarak gelecek seçimlerde Obama destekli bir Biden alternatifi daha da ön plana çıkacaktır. Anketlerde Trump’ın popülaritesinde yaşanan düşüş ve protestolar karşısındaki yaklaşımı dolayısıyla Kasım ayındaki seçimlerde yeniden seçilmesinin giderek zorlaştığına dikkat çekilirken, 2016 yılında Hillary Clinton’ın seçim kampanyasında Afro-Amerikalılara yönelik stratejinin mimarlarından Joel Payne Biden’in birleştirici ve Trump’ın ayrıştırıcı ırk politikalarından sağduyuya dönüşü temsil eden bir seçenek olabileceğini vurguluyor. Biden ve Demokratlar da şimdilik barışçıl protestolara desteklerini açıklarken, şiddet ve yağma görüntülerini kınamaya özen gösteriyorlar. Bugün sistemin iyi polisi olarak öne çıkarılan Demokratların sistem tehlikeye girdiğinde siyah hareketinin ve emekçilerin ezilmesinden en ufak çekince duymayacağını not edelim. 

Her koşulda bu yangının kolay söndürülemeyeceği ortada. Yarın ölüm yıldönümü olan Nazım Usta’nın Şeyh Bedrettin Destanı’nda dediği gibi: 

“sen bakma havanın durgunluğuna
derya dediğin uyur uyur uyanır.”

ABD’den tüm dünyaya yayılmaya oldukça açık olan isyanın uluslararası sınıf mücadelesinin önemli bir dönüm noktası olduğu belki de yakın gelecekte daha iyi anlaşılacaktır. Bize düşen görev emekçi sınıfların enternasyonalist devrimci öncüsünü gelecek kavgalar için hızlı bir şekilde örgütlemektir.

KATEGORİLER
ETİKETLER