Toplumsal Değişimin Sanata Olan Etkileri – Murat Çelen
Geçtiğimiz günlerde James Tapper’in The Guardian’da toplumsal değişimin ve sınıfsal kimliğin sanata olan yansımasına değinen bir yazısı yayımlandı. Yazı, dünya genelinde işçi sınıfından gelen sanatçıların, yazarların ve müzisyenlerin oranının, 1970’li yıllara kıyasla azaldığını ve bunun sanatsal üretim alanında ne gibi sonuçlar doğurduğunu, birtakım örnekler üzerinden bizlere sunuyor.
Yazıda yer verilen araştırmalar 1970’li yıllardan bu yana işçi sınıfından gelen aktör, yazar veya müzisyenlerin yarı yarıya azaldığını ortaya koyarken, Tapper’in Sociology Dergisi’ndeki çalışmalardan derlediği veriler işçi sınıfına dahil olan nüfusun da gerileyişini yansıtıyor: Manchester, Sheffield ve Edinburgh kentlerinde ebeveynleri işçi sınıfına dahil olanların oranı, 1981’de yaklaşık yüzde 37 iken 2011’de ise bu oran yaklaşık yüzde 21’e düşmüş görünüyor. Bu durum, işçi sınıfı içinden yetişen ve sanat alanında ilerlemek isteyenlerin yollarını tıkarken, ortaya konan sanat ürünlerinin sınıfsal niteliğine de yansıyor. İşçi sınıfının sanatsal üretim sürecine olan katkısı azalınca, işçi ve yoksulluk teması ile oluşan sanat ürünü de sınıfsal bağlamından koparılıp, Tapper’in deyimiyle “yoksulluk pornografisine” dönüşüyor.
Dünya’da hal böyle iken, Türkiye’de de farklı bir tablo ortaya çıkamıyor. 1970’lerden günümüze dek sanat-kültür ve edebiyat ürünlerinin içeriği ile söz konusu sanatsal, kültürel ve edebi eserlerin üretim süreçlerine, işçi sınıfından gelen insanların ya da bizatihi işçi sınıfının dahiliyet oranı azımsanmayacak ölçüde zayıf bir konumda bulunuyor. Dolayısıyla sinemada, tiyatroda, müzikte ve edebiyatta ele alınan konuların yansımaları da işçi sınıfına hitap etmekten uzaklaşmış görünüyor. Örneğin, 1970’lerde yazılan bir romandaki sosyo-kültürel faktörler ile bugünün edebiyat ürünlerinin içerikleri ne derece birbirlerine zıt değil mi? Ya bugünden 40 yıl öncesinin toplumsal ilişkilerinin dayandığı temel değerlerin zaman içindeki değişimi?
Mevcut baskı ve sansür politikalarının sertliği ne derece artarsa artsın, ortaya konan sanat ürünlerine dahil olan işçi sınıfının, sanatsal ve/veya düşünsel literatürün oluşum süreçlerindeki etkisinin azalması ve giderek yok olmasıyla birlikte artık sanat, kültür, müzik ve edebiyatta, bireycilik, post-modern çağın sonucu olarak sunulan ve öne çıkan bir öğe oldu. Özellikle 12 Eylül Darbesi’nin dayattığı “ideolojisiz” fakat özünde, mevcut kapitalist üretim ilişkilerine ve egemen sağcı ideolojiye sıkı sıkıya bağlılığın yanı sıra, sanat-kültür, müzik ve edebiyat ürünlerine konu olan karakterlerin durumları da, buna örnektir. Mesela; Zeki Demirkubuz’un yönettiği ve 2006 yapımı olan “Kader” filmindeki “Bekir” karakterinin ve yine aynı yönetmenin mutfağından çıkan, 1997 yapımı “Masumiyet” filmindeki “Bekir” karakterlerini inceleyelim.
Bu karakterler; başlarına gelen tüm olumsuzlarının ya da kötü hallerin faturalarını “Masumiyet” filminde çevresindekilere, “Kader” filminde ise kendilerine keserler. Ancak bu süreçlerde, kapitalist üretim ilişkilerine ya da kendilerinin içinde yer aldıkları sınıfsal konuma dair herhangi bir değerlendirme yapamazlar. Çünkü bilinç dünyaları kapalı haldedir. Fakat, Muzaffer Hiçdurmaz’ın yönettiği ve 1987 yapımı olan “Çark” filminde yer alan ana karakterler, başlarına gelen her türlü felaketin ardından, en sonunda çalıştıkları deri fabrikasında meydana gelen iş cinayeti nedeniyle greve giderler. Zira filmdeki ana karakterlerin her birisi, yaşadıkları dramların ve buna sebebiyet veren etkenlerin sınıfsallığını kavramışlardır.
Ne Yapmalı?
Toplumsal değişim ne türden etkilere sahip olursa olsun, egemen sınıfın unsurlarının sanat ve kültür üzerindeki baskı ve yasakları ne derece sert hissedilirse hissedilsin işçi sınıfının, sanat-kültür ve edebiyat üretim süreçlerine olan etki ve katkılarını genişletmek ve ilerletmek gerekiyor. Yüreği işçi sınıfından ve emekten yana atan herkes, işçi sınıfının dahil olduğu ve işçi sınıfına hitap eden kültürel eserlerin yaygınlaşması aşamasında, desteklerini esirgememeliler. Ancak böyledir ki, sanatın ve kültürün, işçi sınıfının yararlandığı bir birim yapmak ve toplumsal dönüşümü, emekten ve emekçiden yana sağlamak mümkündür.