Taşeron Çağında İşçi Sınıfının Durumu – Engin Kara

9 Temmuz, 2014

Başlıktan da anlaşılacağı üzere bu yazıdaki amaç, Engels’in 1840’larda kapitalizmin yeni geliştiği İngiltere’de işçilerin fiziksel-maddi koşullarını anlattığı “İngiltere’de Emekçi Sınıfların Durumu” adlı eserinde betimlediği yaşam koşulları ile bugünün en azgın sermaye politikalarından biri olan taşeron sisteminin işçi sınıfına vaat ettiği gelecek arasında bir benzerlik kurmak. 1800’lerin ilk yarısının işçi sınıfına sunduğu koşullar ile 2014’teki koşullar arasında bir benzerlik, tuhaf mı geliyor acaba? Kapitalizmin ölümsüz olduğunu düşünen idealistler, sınıf mücadelelerinin sona erdiğini ya da tarihin sonunun geldiği gibi sözüm ona teoriler üretenler için tuhaf olabilir. Ancak tarihin diyalektik materyalist yorumundan yola çıkarak işçi sınıfının önderliği etrafında bir devrimci mücadele hattı ören Marksistler için ve en çok da bu sistemden doğrudan ve her gün etkilenen milyonlarca emekçi kitlesi için, ortada bir tuhaflık yok. Kuşku yok ki bugün işçiler hafta boyunca, hatta çoğu zaman haftanın 4-5 günü, sadece patates yemek zorunda kalacak kadar zavallı değil. Ancak bugünün kapitalizminin bir işçiye ve ailesine reva gördüğü, asgari ücret üzerinden simit-çay hesapları yaparak geçinmesini beklemek. Engels’in adı geçen kitabı yazmasının üzerinden 170 yıl geçmişken ne büyük ilerleme, ne büyük gelişme!

Şunu eklemekte fayda var; Engels’in bahsi geçen kitabı, bugün hala, kapitalizmin süregelen vahşetine ve işçi sınıfının tarihi rolüne ışık tutuyor. Aradan geçen 200 yıl, sistemin mantığından hiçbir şeyi götürmüş değil. Maksimum sömürü, sıfıra yakın oranlarda örgütlülük, minimum özgürlük, aç karınlar, yıpranmış yahut işyerinde tüketilmiş bedenler. Bunlar tabii işçi sınıfının payına düşenler. Kapitalistlerin tabağında ise maksimum kâr, minimum tepkiye yol açan baskılar, sorumsuzluk, işletmenin geleceği…

Emre Güntekin, “Taşeron Çağı” adlı yazısında (http://bolsevik.org/content/ta%C5%9Feron-%C3%A7a%C4%9F%C4%B1-emre-g%C3%B…) “Kapitalizmin bu yeni veçhesine neoliberalizm diyoruz. Yani 1800’lerde ilk ifadesini bulan liberalizmin ‘modern’ ve en saf hali.” diyerek özetliyor sistemin bugününü. Neoliberal politikaların birer kural haline dönüştüğü bu veçhenin, özellikle günümüz Türkiye’sinde temel sömürü aygıtlarından birisi taşeron sistemi. Kamu ve özel sektörlerde taşeron sisteminin sayısal verilere dayanan boyutlarını incelemek ve ücret, iş güvenliği gibi yaşamsal koşulların genel bir değerlendirmesini ele almak, emekçilerin genel durumu üzerine en azından bir fikir verecektir. Bu yazıda, bunu yapmaya çalışacağız.

Taşeron Sistemi Neden Tercih Ediliyor?

Öncelikle neoliberal dönemin, işçi sınıfı için en yıkıcı aygıtlarından bir diğeri olan özelleştirme politikaları için, kamu kesiminde görülen taşeron uygulamaları bir atlama tahtası niteliğinde. Özelleştirmenin ardından yeni istihdam rejiminin yöntemi haline gelebilen taşeron sistemi, özelleştirme öncesinde geçiş döneminin yansıması olarak da ortaya çıkabiliyor. Örneğin Türkiye’de 1984’teki Beşinci Beş Yıllık Kalkınma Planı’nın özel sağlık kurumlarının ve hastanelerin teşvik edilmesi hedefine giden yolda attığı adımların ilki kamunun hizmet satın almak (yani taşeronlaşmak) yoluyla sağlık hizmetlerinin geliştirilmesiydi.

Taşeron uygulamasının esnek çalışma konusunda oldukça geniş olan avantaj yelpazesi, sermayenin taşerona geçiş eğilimini yaratan diğer bir nokta. Bu sistem sermayeye, sendikasız, güvencesiz çalışmanın mümkün hale gelmesi, işçi için gelecek güvencesinin yokluğu, iş-gücü piyasasında ortaya çıkan parçalanma ve rekabetin doğurduğu ucuz iş-gücü ve yine bu rekabetten kaynaklanan işgücü içindeki bölünmüşlük hisleri gibi pek çok imkân tanıyor. İşyerinde çalışan işçi sayısının artışı doğrultusunda işverene getirilen iş sağlığı ve güvenliği çerçevesinde çalıştırılması gereken teknik personeller, kurullar oluşturma, emzirme odası, kreş, kantin, spor tesisi, sağlık birimi vb. gibi yükümlülükler de taşeron sistemi aracılığıyla aşılabiliyor. İşçilerinin büyük bölümünü bünyesindeki taşeron şirketler üzerinden çalıştıran bir asıl-işveren, işçi sayısında yaşattığı görünürdeki değişiklikler yoluyla işçi sayısının dayattığı yükümlülüklerden rahatlıkla kaçınabiliyor.

Sektöre Göre Taşeron İşçi Oranları*

Taşeron sistemi Türkiye’de 1936 yılında çıkarılan 3008 sayılı İş Yasası’ndan bu yana, kanunda kendine yer bulan ve uygulanan bir sistem. Ancak sistemin dört başı mamur bir sömürü aracına dönüşme süreci, 12 Eylül’ün ardından bayraklaştırılan neoliberal politikalar ile başlarken, 2002 yılında AKP’nin iktidara gelmesi ile birlikte vites yükseltiyor. Bugün ise Soma’da yaşanan katliamın ardından toplumun kanayan bir yarasına dönüştüğünü söylemek abartı olmayacaktır. Sürekli tekrarladığımız AKP’nin en vahşi işçi düşmanı politikalarının yürütücüsü olduğu gerçeğinin en net göstergelerinden biri de sürecin 2002’den sonra ulaştığı bugünkü noktadır.

Burada aktaracağımız oranların çoğunluğunun meclis ve devlet kaynaklı olduğunu, yani resmi verileri sunduğunu göz önüne alırsak, kayıt-dışı çalışma koşulları ile birlikte sistemin gerçek boyutlarının görünenden daha geniş olduğunu dikkate almak gerekiyor.

2002 yılında kayıtlı taşeron işçi sayısı 387 bin iken, 2007 yılına kadar 3 katına çıkarak 1.163.917’ye çıkıyor. 2007’den 2011’e kadar %50 civarında bir artış göstererek 2011 yılında toplam taşeron işçi sayısı yaklaşık 1.611.000’e ulaşıyor.

Kamu sektöründe taşeronlaşma kendini en belirgin olarak sağlık sektöründe gösteriyor. (2009 verilerine göre sağlık sektöründe çalışan taşeron işçilerin tüm kamu taşeron işçileri arasındaki oranı %62. Diğer dağılımları şöyle: Ulaştırma: %8, Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu: %6, Enerji: %5, Maden: %5, PTT: %4, Tarım: %2, Kültür: %1, Diğer: %7) 2003’te oluşturulan “Sağlıkta Dönüşüm Programı (SDP)”, sektördeki taşeronlaşmanın önünü açıyor. SDP ile sağlık kurumlarında sözleşmeli çalışma ve hizmet uygulamaları başlatılıyor. Bu tarihten itibaren sağlık sektöründeki taşeron uygulamalarının sayısı bir anda patlama yaşıyor. 2002’deki 11.685 olan taşeron sağlık işçisi sayısına karşı, 2013 yılında bu sayısı 131.201’e ulaşıyor. 10 katı aşan bir artış! Sağlıkta taşeron çalışanların çoğunluğunu ise kadın işçiler oluşturuyor.

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı bünyesindeki kurumlarda çalışan 2009 yılında 21.000 taşeron işçi varken, 2013 rakamlarına göre yeni rakam 38.878 işçi. Bu sektör için şunu da vurgulamakta fayda var. DİSK-AR’ın 2014 Kış sayısında Soma madenlerinde 371 işçinin taşeron olarak çalıştığı verisi yer alıyor. Yukarıda da belirttiğim gibi, veriler resmi kaynakların açıkladığı kaynaklardan derleme. Görüyoruz ki Soma’da patlamanın ardından söylenen “taşeron yoktu” iddiaları bir yalandan başka bir şey değildi. Hem de kendi kendilerini, olaydan önce yalanlamış oluyor iddia sahipleri. Bu oranların somut sonuçlarına da bir bakalım. Milyon ton taş kömürü üretimi başına düşen ölüm sayısı ABD’de 0.03 iken Çin’de bu rakam 2000’deki 4.08’den 2008’deki 1.27’ye düşmüş durumda. Sıkı durun. Türkiye için bu rakam 5 ila 9 arasında salınıp durmakta! 2008 verilerine göre ölüm sayısı Türkiye’de Çin’in 6, ABD’nin 361 katı.

Yeri gelmişken belirtelim. Soma’nın ardından Tayyip Erdoğan’ın böyle kazaların 1800’lerde İngiltere’de de olduğu ve madenciliğin fıtratının bu olduğunu belirten açıklaması, Engels’in betimlediği 1800’lerin işçi sınıfının koşulları ile bugünün Türkiye’sindeki işçilerin koşulları arasındaki benzerliği kanıtlayan bir fiyaskodur adeta.

Eğitim sektörüne gelirsek, MEB bünyesinde 2003-2009 arasında yapılan 478.000 istihdamın sadece 148.000’inin (%31) kadrolu çalıştığı görülüyor. Sözleşmeli öğretmen sayısı ise 70.000 (%15). İstihdam edilenlerin %50’si ise (240.000) kısmi zamanlı geçici öğretici, ücretli usta öğretici gibi yöntemlerle ders saati üzerinden ücretlendirilerek ayda 16-17 gün sigortalı olabilen ve yine 1840’ların sanayi üretimindeki güvencesi çalışma koşullarını aratmayan bu koşullarda çalışıyor.

Kredi ve Yurtlar Kurumu’nda 346 kadrolu işçiye karşı, 12.938 taşeron işçi çalışıyor (2013). Bankacılık sektöründe yaklaşık 40.000 işçinin 10.000’den fazlası (%25) taşeron çalışıyor (2012). Adalet Bakanlığı bünyesinde sürekli işçi bulunmazken, taşeron işçi sayısı 3.350 (DİSK-AR). TRT’de 1412, Anadolu Ajansı’nda 399 taşeron işçi bulunuyor. TBMM bünyesinde çalışan taşeron işçi sayısı 2005’te 88’ken, 2008’de 383, 2013’te ise 1019’a ulaşıyor. Karayollarında 2009 verilerine göre 7.429 taşeron işçi çalışıyor.

Özel sektörde ise inşaat sektörü başı çekiyor. Sektörün hâkim çalışma yöntemi taşeron olmuş durumdayken, 1.709.000 inşaat işçisinin 775.000’nin kayıt dışı çalıştığı görülüyor. Taşeron uygulaması + kayıt dışı çalışma! Ortaya çıkardığı bedel, inşaatlarda neredeyse her gün basına yansıyan iş cinayetleri oluyor.

Gemi inşasında çalışan 35.000 işçinin 10.000’i asıl işveren bünyesindeyken 25.000’i taşeron çalışıyor (%71 taşeron). Bu oranlarının getirdiği sonuç da özel sektörde en çok iş cinayetinin yaşandığı sektörün gemi inşası olması. Sektördeki ölümlü iş kazalarında ölen işçilerin %94’ünün taşeron çalışanlardan oluşması, taşeron sisteminin ve bünyesinin ayrılmaz bir parçası olan iş güvenliği ihmallerinin boyutlarını gösteriyor.

Taşeron Çalıştırmanın Sonuçları: Güvencesizlik, Ücretlerde ve Yaşam Koşullarında Gerileme

Taşeron işçilerin koşulları üzerine Hak-İş’in yaptığı “Taşeron İşçisi Gerçeği Araştırması”na göre taşeron işçilerin %8,6’sı 800 TL ve altında ücret alırken, 801-1000 TL arasında maaş alanların oranı % 41,2. Yani 1000 TL ve altında bir maaşlar geçinmek zorunda olan toplam taşeron işçilerinin oranı %49,8 yapıyor. Kalanların %43’ü de 1001-1600 TL arasında aylık ücret alıyor.

Yine aynı araştırmada sorulara alınan cevaplara göre taşeron işçilerin %70’e yakını ücretlerin düzenli ödenmediğinden şikâyetçi. %84’lük bir oran da taşeron sistemine geçisin ücretleri düşürdüğünü belirtiyor. Ücretler konusunda Hak-İş’in bile verdiği rakamlar böyleyken, çok uzun uzadıya konuşmak yersiz olacaktır kanımızca. Şurası çok nettir: taşeron çalıştırmanın ücretler konusundaki eğilimi mümkün olduğunca düşürmek yönündedir. Ve diğer etkenlerinin de yardımıyla örgütsüz bir iş-gücü karşısında bunu yapması oldukça kolay olmaktadır. Şunu da eklemekte fayda var: Başbakanlığa bağlı Türkiye Yatırım ve Destek Ajansı, Türkiye’de sermaye yatırımı yapmayı özendirmek için sıraladığı 10 temel maddenin birinde “nitelikli ve rekabetçi işgücü” ibaresi yer alıyor. Yani hükümet, sahip olduğu ucuz işgücünü satarak ülkeyi yabancı sermaye ve yatırımlar için dikensiz gül bahçesine çevirmek üzerine yarışıyor.

KATEGORİLER
ETİKETLER