Şili’de Sapla Samanı Ayırmak – V. U. Arslan
Geçen yüzyılın başlarından itibaren sosyal demokratlar, seçimlerle ve parlamenter yollarla sosyalizme gidilebileceğini iddia ettiklerinde solda büyük bir yol ayrımına gelinmişti. Neticede sosyal demokratlar zamanla burjuva devlete entegre oldular. İlk olarak Birinci Dünya Savaşı’nda yurtsever hikayeler üzerinden şovenizme teslim oldular, militarizm kampına katılıp milyonlarca işçi ve köylüyü boğazlaşmaya gönderdiler. Bu büyük ihanetin ardından Devrimci Marksistler, sözde Marksistlerden ve sosyal demokrat isminden kendilerini ayırmak zorundaydı. Başlarını Lenin çekiyordu. Rusya’da Ekim Devrimi esas olarak bu ayrışmanın sayesinde mümkün olabildi. Sosyal demokratlarsa derhal Ekim Devrimi ve Bolşeviklere düşmanı kesildi. Ardından Alman Devrimi’nin boğulması için Alman kapitalizmi tarafından iktidara getirildiler. O ünlü sosyal demokrat Ebert ve yancıları Berlin’de Spartaküs Ayaklanması’nı bastırıp liderlerimiz Rosa ve Karl’ı katletti. Tarihleri böyle başladı ve böyle devam etti. Esas görevleri sınıf radikalizmini frenlemek ve parlamenter-anayasal kanallarda eritmek oldu. Yeri geldiğinde burjuvaziyi kurtarmak için ellerini de kirletebileceklerini gösterdiler. Zaman içerisinde değişik kökenlerden de sosyal demokrasiye güçler devşirildi. Syriza komşu Yunanistan’da aynı rolü oynadı… Neticede devrimcilerle reformistler arasındaki ayrım ve rekabet hiç bitmedi, bugün de sürüyor.
Şili’de devlet başkanlığı seçimlerini solcu Gabriel Boric kazanınca Türkiye’de o eski tartışmalar yeniden başladı. Sosyalist(!) aday seçimleri kazandı diye herkesi sevinmeye çağıranlara bolca rastlıyoruz. Birgün Gazetesi’nde Hayri Kozanoğlu bunlardan bir tanesi örneğin. Mesele biraz da solcu ya da sosyalist lafının geniş kullanımından kaynaklanıyor. Devrimci soldan mı bahsediyoruz yoksa reformist soldan mı? Boric’in reformist sol olduğu tartışma götürmez. O halde devrimciler Boric’in devlet başkanlığını kazanmasından neden heyecan duysunlar ki! İsimlerde geçen “Sosyalist” lafı da durumu olduğundan çok farklı gösteriyor, çünkü sosyalist “tabelası” bomboş bir reklam sadece.
Bahsini yaptığımız çevrelerin daha birkaç yıl önce fiyaskoyla ve ihanetle sonuçlanan Syriza deneyiminden hiç ders çıkarmadıkları ortada. Yunanistan deneyiminden de öğrenmeyeceklerse neyden ne öğrenebilirler ki! Nitekim öğrenmek ya da sonuç çıkarmak gibi bir dertleri zaten yok. Zira küçük burjuva sınıfsal konumları böyle bir “sosyalizme” müsait.
O zaman biraz Boriç’e bakalım.
Boriç ve Frente Amplio
Öğrenci hareketi kökenli Boriç, Komünist Parti`nin de içinde bulunduğu, ekolojistler, bölgeselciler ve Hıristiyan Sol`dan oluşan seçim ittifakı ile “yeni solun” temsilcisi Frente Amplio’nun (Geniş Koalisyon) ortak adayı olarak seçime girdi. Peki bu güçler 2019’daki isyanda ne yapmıştı? Asıl konu budur, çünkü 2019 İsyanı’nda Şili’de yer yerinden oynamıştı. Özelleştirmelere, hayat pahalılığına, yolsuzluklara, devasa boyutlardaki sosyal eşitsizliklere ve Pinochet kalıntısı siyasi düzene karşı çok büyük bir toplumsal patlamaydı 2019’da yaşanan. 36 kişinin hayatını kaybettiği eylemler aylarca sürmüş ve Şili’deki kapitalist sistemi derinden sarsmıştı. Şili Komünist Partisi ve Frente Amplio ise olayların en çetrefilli anında sağcı eski devlet başkanı Pinera ile “diyalog” süreci başlatmış ve Şili’deki sistemin bu keskin virajı dönmesine kritik önemdeki desteklerini sunmuştu. Özellikle ŞKP, sendikal bürokrasisindeki gücüyle işçilerin eylemlerinin sınırlandırılması için yoğun mesai harcamıştı.
Frente Amplio, Liberal Parti’yi bile kapsayabilecek şekilde dizayn edilmiş ılımlı bir sol ittifak. Yönetiminde sağcı Pinera’nın ilk döneminde görev almış isimler bile var. Frente Amplio 2011’deki öğrenci hareketinin liderlerinden Gabriel Boriç ve Giorgio Jackson tarafından kuruldu. Bu ikili 2011’deki öğrenci eylemlerinin dağıtılmasında da başroldeydi. 2019’da başlayan ayaklanmada da ŞKP ile birlikte sosyal birlik müzakerelerini yürüttüler. Bu “diyalogun” esas becerisi, Pinera’nın istifa etmekten kurtulması, sokak enerjisinin söndürülmesi ve muhalefetin parlamenter kanallara yönlendirilmesi oldu. Boriç’in Frente Amplio’su ve ŞKP pazarlıklar nedeniyle Piñera’nın istifası talebini gündemden düşürdüler. Ayrıca herhangi bir işyeri taban örgütlenmesi, koordinasyon komitesi veya meclisi gibi özyönetim organlarını geliştirmeyi reddettiler; işçi sınıfının dev gücünü açığa çıkaracak genel grev çağrılarını da reddettiler. Ama ne yaptılar, tıpkı sağcı iktidar temsilcileri gibi sokaktaki şiddeti kınadılar. Her türlü protesto hareketinin kriminalize eden antidemokratik yasaların geçmesinde Pinera’ya destek oldular. Halen yüzlerce siyasi mahkum Şili’de şiddet olaylarına karıştığı gerekçesiyle hapiste bulunuyor.
Boriç solun adayı olarak aşırı sağcı Kast karşısında seçimleri kazandı. Kast’ın seçilme olasılığı karşısında kitlelerin Boriç’i desteklediği görüldü. Boriç seçim kampanyası boyunca sağa kayarak merkeze yaklaşmıştı. 2019’daki ayaklanmanın talepleri ve ruhuyla arasındaki mesafe giderek büyüdü. Ayaklanma sonrasında tutuklanan siyasi mahkumlar için af çıkarılması talebini de aynı şekilde sulandırdı. Şili’nin ilk kadın devlet başkanı olan Michelle Bachalet ve merkez soldaki bütün serbest piyasa kodomanları da Boric’in akıl hocaları olarak öne çıktılar. Bachelet ve bağlı olduğu merkez sol diye kabul edilen Concertacion, 1990’dan 2010’a dek ülkeyi neoliberal ajandaya bağlı olarak yöneten siyasi güçtü. Şimdi Boriç de finansal sorumluluktan söz ederek piyasalara güven vermek için elinden geleni yapıyor. Boric’in kabinesini nasıl şekillendireceğini tahmin etmek güç değil. Hristiyan Demokrat Partisi’nden başlayarak ne kadar ılımlı burjuva politikacısı varsa kabinede olmaya adaydır.
Şili gençliği ve emekçilerinin gitmesi gereken yol bellidir. Boric’e asla güvenmeden yeniden sınıf mücadelesini yükseltmek için mücadele etmek. 2019 İsyanı’nın talepleri olduğu gibi duruyor ve kazanılmayı bekliyor. Devrimci Marksist yoldaşlarımız da istikrarlı bir şekilde kitle kazanmaya devam ediyor. İşte Şili’den gelen sevindirici ve umut veren haber budur.