Şili’de 16 Kasım’da gerçekleşen cumhurbaşkanlığı ve genel seçimlerin ilk turu, sağın güçlenişini gözler önüne serdi. İlk sonuçlar, parlamentoda sağ blokların toplamda yaklaşık %70’lik bir oy çoğunluğuna ulaştığını gösteriyor. Bu, Başkan Gabriel Boric’in “Şili için Birlik” (Frente Amplio) blokunun önemli ölçüde güç kaybettiği anlamına geliyor. “Şili İçin Birlik” ittifakı Şili Sosyalist Partisi, Şili Komünist Partisi, Hristiyan Demokratlar, Liberaller, Radikaller gibi sol ve liberal ortaklığı ifade ediyor.
Bu cumhurbaşkanlığı seçiminde ittifak adına Şili Komünist Partisi’nden, aynı zamanda halen çalışma bakanı olan, Jeannette Jara yarıştı. Jara, genel olarak sosyal demokrat içerikli bir kampanya yürüttü. Ancak bu kampanya beklenen başarıyı yakalayamadı, % 27’lik oy oranı beklentilerin altında kaldı.
Boric, Sol Popülizm ve Hayal Kırıklığı
Jara’nın dezavantajı ülkenin geçmiş dört yılında direksiyonda bulunan Boric yönetiminin vaatlerini yerine getirememesi oldu. Neoliberalizmin doğduğu topraklarda, Pinochet dönemi anayasasını değiştirme ve neoliberal politikaları sonlandırma gibi iddialı vaatlerle iktidara gelen ve göreve gelirken “Eğer Şili neoliberalizmin beşiği olduysa, o zaman aynı zamanda onun mezarı da olacaktır.” retoriğini kullanan Boric görev süresi boyunca piyasa ile ılımlı bir politika izledi. Suç ve göçmen sorunu gibi konularda sağın basıncına yeterli yanıtı üretemedi. Onu iktidara taşıyan Frente Amplio içerisinde suç, göç ve dikta anayasasının değiştirilmesi gibi konularda yaşanan ayrışmalar çoğu zaman hareket kabiliyetini kısıtladı. Fakat 2019 yılında yaşanan görkemli isyan dalgasının ardından emekçi sınıflarda temel olarak hayal kırıklığı yaratan olgu, Boric’in temsil ettiği sol popülizmin düzenle uyumlanması oldu.
Bununla birlikte ekonomik tablo da görev süresinin sonuna doğru iç açıcı veriler ortaya koymuyordu. Şili’de Pinochet sonrası dönemin en düşük büyümesi % 1,7 ile geçtiğimiz yıl gerçekleşti. Temmuz ayında yapılan araştırmalar ülke nüfusunun % 22’sinin halen açlık sınırı altında yaşadığını gösteriyordu. Özellikle ülke ekonomisinin dayandığı ve ihracatın neredeyse % 50’sini teşkil eden bakır ve mineral fiyatlarındaki düşüş Boric’in elini daralttı. Bozulan ekonomik durumun etkisiyle vergi sistemi, eğitim ve sağlık gibi alanlarda beklenen sosyal reformlar gerçekleştirilemedi.
Zorunlu katılımın etkisiyle yaklaşık yüzde 85’e ulaşan yüksek bir katılımla gerçekleşen cumhurbaşkanlığı seçimleri, ikinci tura Komünist Parti’den Jeannette Jara ile aşırı sağcı José Antonio Kast’ın kalmasıyla sonuçlandı.
Kast Ne Vadediyor?
Aşırı sağın temsilcisi olan José Antonio Kast (Cumhuriyetçi Parti), ilk turda yaklaşık yüzde 24 oy alarak ikinci sıraya yerleşti. Kast seçim kampanyasını adeta Şilili bir Trump gibi yürüttü. Özellikle göçmenler ve suç üzerinden toplumsal kutuplaşmaya oynadı, ülkenin tıpkı El Salvador’da suçla mücadele iddiasıyla yetişkin nüfusun % 2’sini hapishanelere dolduran Nayib Bukele’ye referans verdi. Dahası ülkenin karanlık geçmişinin mimarı diktatör Pinochet’ye övgüler düzdü.
Kast’ın özellikle öne çıkardığı göçmen meselesinde önerileri yabancı değil. Ülke nüfusunun % 8,8’ini göçmenlerin oluşturduğu Şili’ye, özellikle ekonomik krizin ardından 500 binden fazla Venezuelalı göçmen geldi. Kast bunu bir işgal olarak görüyor, seçildiği takdirde buna son vermeyi vadediyor. Yüzlerce kilometre boyunca 5 metrelik duvar, elektrikli teller, bariyer, 3 metrelik hendekler çekerek ve sınır boylarını militarize ederek oluşturacağı Escudo Fronterizo (Sınır Kalkanı) projesi aşırı sağın ABD’den Macaristan’a kadar pek çok ülkede temel vaatlerinden biriydi. Hatta Kast bizzat Macaristan ziyaretinde Sırbistan sınırında oluşturulan bu uygulamaları gözlemlemeye gitti.
O da tıpkı ilham kaynağı Trump gibi Chile First (Önce Şili) sloganını sıkça kullanıyor. 14 Aralık’ta yapılacak ikinci tur seçimlerde Jara ile arasında geçecek yarışın kaos veya düzen arasında bir seçim olacağını söyleyerek kutuplaşmayı sonuna kadar zorlayacağını beyan etmiş oldu. Özellikle son dönemde ülkede artan insan kaçırma ve cinayet gibi vakalar Kast’ın söylemlerine olan ilgiyi artırıyor.
Kast ve etrafındaki sağ blokun ikinci turda birleşme ihtimali, “sol kanat” için zorlu bir mücadeleye işaret ediyor. Seçimler de halkçı/sağ popülist çizgideki Franco Parisi (Halk Partisi) yaklaşık yüzde 20 oy alırken, diğer sağcı/liberal-muhafazakâr adaylar (Johannes Kaiser, Evelyn Matthei vb.) oyların yaklaşık yüzde 30’luk kısmını elde etti. Bu tablo, sağ ve aşırı sağ blokun toplam oyunun yaklaşık yüzde 70’e ulaştığını gösteriyor.
Cumhurbaşkanlığı seçimindeki güç kayması, Senato ve Parlamento seçimlerine de yansıdı. Gabriel Boric’in liderliğindeki sol kanat, yasama organındaki sandalye sayısının yaklaşık beşte birini kaybetti.
Diğer taraftan seçimlere devrimci kanadın temsilcisi olarak katılan Troçkist PRT (Devrimci İşçi Partisi), 4 yıl önceki seçimlere kıyasla oylarını iki katına çıkarmasına rağmen, ancak yüzde 0.62 oy oranına ulaşabildi.
2019’daki sosyal patlamanın ardından iktidara gelen Boric hükümeti, toplumsal eşitlik ve yeni anayasa gibi güçlü toplumsal beklentilerin suya düşmesine neden olmuş, bu dönemde ilerici toplumsal atmosfer yerini güvenlik endişeleri, göçmen sorunu ve ekonomik sıkıntılara bırakmıştı. Bu da seçim kampanyasının sağın belirlediği çerçevede geçmesine yol açtı. Gabriel Boric liderliğindeki sol koalisyon böylelikle sınıf mücadelesini yatıştırarak sağın daha güçlü şekilde geri gelmesinin önünü açmış görünüyor.
Ekim ayında Şili’nin komşusu Bolivya’da 2005 yılından bu yana ilk kez sağcı bir figür, Rodrigo Paz Pereira cumhurbaşkanlığını kazandı. Arjantin’de Javier Milei, ekonomik krize rağmen Trump yönetiminin 40 milyar dolarlık desteğiyle ara seçimlerden zaferle ayrıldı. Önümüzdeki yıl Peru ve Kolombiya’da gerçekleşecek seçimlerde aşırı sağın iktidara gelmesi beklenen bir olasılık. Dolayısıyla Latin Amerika’da uzun yıllar pembe dalga ile iktidarlara gelen sol popülizmin çözümsüz bıraktığı çelişkiler ve yarattıkları hayal kırıklığı yeni bir sağ dalganın kapısını aralamış görünüyor.













