
Silah Bırakma Çağrısını Nasıl Yorumlamak Gerekir? – Güneş Gümüş
Kürt halkı, yakın tarih boyunca ulusal ve demokratik haklarını kazanmak için büyük acılar yaşadı, büyük bedeller ödedi ve halen de ödüyor. İnsanlar huzur ve barışa aynı zamanda demokratikleşme ve eşitliğe büyük özlem duyuyorlar. Bu anlamda Kürtler arasında birçoklarının Öcalan’ın merkezinde olduğu bu son “süreçten” umutlanmasını anlamak gerekir. Bahçeli “süreci” başlatırken Öcalan’ın hapisten çıkmasını ve meclis kürsüsünden konuşma yapmasını talep etmişti. Elin bu kadar yüksektan açılması Kürt ulusal tabanını umutlandırdı ya da en azından “acaba” dedirttirdi. Ama gelin görün ki Öcalan o beklenen açıklamasını bırakın meclisten yapmayı video yoluyla bile yapamadı. Düşünün yapılacak açıklama “örgüte silah bırakma çağrısı” olsa bile videoya tahammül edilememiş. Bu durum, AKP-MHP aşırı sağcı koalisyonunun Kürt halkına gerçek anlamda bir şey verme niyetinin olmadığının açık bir göstergesidir. Diyarbakır ve Van’da toplanan on binler bir umutla ne mesaj verileceğini dinlemek için alanlara koştu. Ama “süreç” bu noktada da ruhuna uygun şekilde ilerledi.
Öcalan’ın yazılı açıklaması, son derece minimal bir içeriğe sahip. PKK’nin var olma nedenlerinin ortadan kalktığını ve örgütün miadını doldurduğunu kalınca vurguluyor. Bunun dışında ulus-devlet, federasyon ve idari özerklik gibi formüller reddedilirken, kültürel talepler de gündemden düşürülüyor. Geriye, demokratik bir toplum çağrısı, kimliklere saygı ve “devletle bütünleşme” vurgusu kalıyor. Oysa Öcalan demokrasi çağrısı yaparken Dem Partili politikacılara yönelik operasyonlar ve tutuklamalar, Türkiye’nin otoriterleşme eğilimiyle birlikte tam gaz devam ediyor. AKP’nin seçimli demokrasiye tahammülü iyice azalırken büyük oy farkıyla seçilen belediye başkanları görevden alınıyor yerlerine kayyum atanıyor.
Yasal siyasal partilere bunca baskı varken Öcalan’ın vurguladığı demokratik toplum seçeneği salt iyimser bir beklenti olarak kalıyor ve üstelik gidişat tam tersi yönde şekilleniyor. Öcalan’ın mektubunun okunmasından sonra Sırrı Süreyya Önder’in dile getirdiği “Kendisinin bir notunu da paylaşmak istiyoruz, ‘bu perspektifi ortaya koyarken şüphesiz pratikte silahların bırakılması ve PKK’nin kendini feshi demokratik siyaset ve hukuki boyutun tanınmasını gerektirir’ ifadesinde de benzer bir zayıflık var. Demokratik siyaset isteniyor ve bekleniyor tamam ama bunun için AKP-MHP’nin iyi niyetine mi güvenilecek! Bu yönde herhangi bir niyet beyanları bile yok. Hukuki boyuttan kasıt siyasi af olsa gerek. Ama şu hususu vurgulamak lazım: Diyelim binlerce siyasi mahkum serbest bırakıldı, bir yıl içerisinde yeni binlerin yeniden hapse atılması pekala mümkün değil mi! Neticede temel demokratik haklar ve burjuva anlamda bile olsa hukukun üstünlüğüne dair elde avuçta hiçbir şey bulunmuyor.
Kandil silah bırakmayı kabul eder mi bilinmez ama AKP-MHP koalisyonu, kuşkusuz, PKK’nin kendisini tasfiye etmesi halinde, bunu büyük bir başarı olarak sunacak. TSK üs bölgelerini kuzey Irak boyunca genişletse de PKK’nin ana karargahı olan Kandil Dağları coğrafi konumuyla hem oldukça güneyde kalıyor hem de İran içlerine uzanıyor. Dolayısıyla AKP Kandil’in tasfiyesini “terörle mücadelede” sonal askeri zafer olarak ilan edecektir.
YPG/SDG’nin bu süreçle ilgili “bizimle alakalı değil” açıklaması, Suriye ve Rojava’daki durumun farklı olduğunu gösteriyor. Burada top esas olarak ABD, Şam ve Rojava arasında dönecek. AKP, müttefiki Colani rejimi lehine takviyelerde bulunacak. Ancak bölgedeki esas patron ABD. Diğer taraftan Irak ve İran Kürdistanı’nda PKK’nin kendisini tasfiye etmesi, bu bölgelerdeki tarihsel iddialarından vazgeçmesi anlamına gelir. Bu da tarihsel bir durumdur. Sonuç olarak Ankara ile arası oldukça iyi olan Barzani’nin Kürtlerin lideri olma iddiası güçlenecektir.
Türkiye’de Kürtlerin eşit yurttaşlık talepleri, Dem Parti tarafından yükseltilecek. Plan bu ama Türkiye’de seçimli demokrasinin köküne kibrit suyu dökülürken, Kürt halkının gelecekten ne bekleyebileceği sorusu giderek daha da önem kazanıyor. “Oturun oturduğunuz yerde, yoksa tepelerim” tarzı, ortada herhangi bir yumuşama olmadığının apaçık kanıtıdır. Dem Parti’den “uslu durmasının” istenmesi sadece Kürtlerin ulusal ve demokratik talepleri ile alakalı bir konu değil. Dem Parti’nin ve hatta Dem Parti tabanının AKP karşıtı bir tutum içerisinde olması ve bu yolda CHP ile bir çeşit işbirliği yapılması AKP/MHP katında saldırı sebebidir.
AKP iktidarı hiçbir adımını iç politik dengeleri hesaba katmadan atmaz. Bu süreçte de CHP’yi yalnızlaştırma ve olası bir anayasa referandumunda Dem Parti’nin desteğini alma gibi hesapların yapıldığına dair işaretler var. Bunların emarelerini şayet “süreç” ilerlerse daha net şekilde göreceğiz.
Sonuç olarak, Kürt emekçilerinin barış, ulusal haklar ve insanca bir yaşam özlemi çok güçlü. Ancak, burjuva sistemin bu talepleri karşılaması mümkün değil, bu yüzden çözüm de burjuvazi dışında aranmalıdır. Tüm dünyada aşırı sağ ve otoriter rejimler güçleniyor, parlamenter sistemler zayıflıyorken AKP de baskının dozunu artırıyor. Türkiye’deki otoriterleşme eğilimleri ve Kürt sorununun çözümüne dair samimiyetsizlik nettir. Sürecin durumu budur.