Sermayenin Bitmeyen Hayali: Bölgesel Asgari Ücret

Sermayenin Bitmeyen Hayali: Bölgesel Asgari Ücret

Türkiye’de sermayenin yıllardır dillendirdiği bir konu olan bölgesel asgari ücret meselesi yeniden gündemde. 

Bu konu ilk kez 2005 yılında o dönem Ankara Sanayi Odası Başkanı olan Zafer Çağlayan tarafından, bölgesel asgari ücretin Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da “terörü” önleyeceği gerekçesiyle dile getirilmişti. Çağlayan, Türkiye’nin üç bölgeye ayrılarak, sosyo-ekonomik gelişmişlik bakımından en altta olan 19 il ve ilçelerinde, (Diyarbakır, Yozgat, Adıyaman, Bayburt, Kars, Şanlıurfa, Iğdır, Batman, Gümüşhane, Mardin, Siirt, Van, Bingöl, Hakkari, Şırnak, Bitlis, Ağrı, Muş) asgari ücretin 350 milyon liradan 250 milyon liraya düşürülmesini önermişti.

Sermaye elbette şöyle düşünüyor: İstanbul gibi büyükşehirlerde, en son Merkez Bankası Başkanı Hafize Gaye Erkan’ın da dile getirdiği gibi barınma ve yaşam maliyeti oldukça yüksek. Burada asgari ücretin 11.402 TL olmasına tamam ama ben neden Muş’ta, Ağrı’da, Şırnak’ta çalışan ve yaşam maliyeti daha düşük olan çalışanlara daha düşük bir asgari ücret ödemeyeyim?

Bölgesel asgari ücret tartışmasına son olarak Konya Ticaret Odası (KTO) Karatay Üniversitesi bünyesinde faaliyet gösteren Kalkınma Odaklı Stratejik Araştırmalar Merkezi (KOSAM) da hazırladığı raporla dahil oldu. KOSAM, raporlar asgari ücretin 2024 yılında haritadaki gibi belirlenmesini ve özellikle ülkenin Doğu ve Güneydoğu coğrafyasında asgari ücrete zam yapılmamasını öneriyor. 

KOSAM'a göre asgari ücret bölgesel hesaplanmalı

Türkiye’de asgari ücretli çalışanlar arasında 1960’lı ve 70’li yıllarda çalıştığı bölgenin gelişmişlik düzeyine, çalıştığı sektöre göre faklılıklar söz konusu olabiliyordu. Ancak 1974 yılında Anayasa Mahkemesi bu uygulamayı “eşit işe eşit ücret” uygulamasını bozduğunu gerekçe göstererek kaldırmış ve ulusal çapta tek bir asgari ücret uygulamasına geçilmişti. Ancak aradan yarım asır geçtikten sonra patronların bölgesel asgari ücret sevdası yeniden depreşiyor.

Türkiye günümüzde fiilen bir asgari ücretliler ülkesi haline getirildi. Çalışan nüfusun yarısına yakını asgari ücret veya altında bir ücrete çalışıyor; yine kalan kısmının önemli bir bölümü ise asgari ücretin 1-2 katı arasında bir ücretle çalışmaya mahkum ediliyor. Kısacası nüfusun büyük bölümü açlık ve yoksulluk sınırları arasında bir ücrete talim etmek zorunda. Sermaye için elbette bu dert değil! Ellerinde hazır emeğin haklarını alabildiğine budamayı aklına koymuş bir rejim söz konusu. Neden yoksulun belindeki kemeri bir diş daha sıkmasınlar ki? 

Örneğin, son günlerde Urfa Özak Tekstil’de haftalardır sendika ve işçi düşmanı patrona karşı gerçekleşen direnişle gündeme gelen tekstil sektörüne bakalım. Bilindiği üzere Türkiye iktidarın “ihracat odaklı” büyüme stratejisi sayesinde ucuz emek cennetine dönüştürüldü. İşgücü maliyetleri dibe vuruldu, sermayenin milli gelirden aldığı pay yıldan yıla yükseldi. Ama patronlara yetmiyor. Tekstil patronları halen Türkiye’de işçi ücretlerinin yüksek olmasından ve ücretlerin 200 dolar düzeyinde seyrettiği Vietnam, Kamboçya ve Hindistan gibi ülkelerle rekabet edememelerinden yakınıyor. Bu nedenle bölgesel asgari ücretin getirilmesini, Antep gibi Urfa gibi tekstil sektörünün yoğunlaştığı illerde işçi ücretlerini dondurmanın bir aracı olarak ısrarla istiyorlar. Elbette bunun ülkedeki gelir adaletsizliğini ve sınıfsal eşitsizliklerini daha da derinleştirmesi umurlarında değil. Yeter ki tatlı karlarına zeval gelmesin!

Ancak Özak direnişi artık patronlar için işçileri tatlı tatlı sömürmenin, kölece çalıştırıp sefalete mahkum etmenin kolay olmadığını bir kez daha gösterdi. Bugüne kadar işçi sınıfının örgütsüz olmasının ekmeğini yediler. Ancak emekçiler gerektiğinde, her türlü baskıya rağmen haklarını bu kan emici patronlar sınıfına yedirmeyeceklerini büyük bir iradeyle gösteriyorlar.

Bölgesel asgari ücret, kıdem tazminatının gaspı, emeklilik yaşının yükseltilmesi… Önümüze getirilecek yeni saldırılara karşı emekçiler, Özak direnişinden ilham alarak ulusal çapta mücadele seferberliğini başlatmalıdır!