Mavi Marmara Meselesi | Ali İhsan İbkal
“AKP, 20 milyon doların üzerine kondu.” Haber sayfalarına bu sayede tekrar düştü Mavi Marmara baskını. Aradaki ilişkilerin “normalleşmesi” için anlaşma gereği İsrail’den 20 milyon dolar alındı. Baskında ölen ya da yaralananların ailelerine verilmek üzere… Ne var ki Maliye Bakanlığı bu kişilerin “gereksiz zenginleşecekleri” gerekçesiyle parayı vermeye yanaşmıyor. Haber yayılınca Bakanlık alelacele bir açıklama yayınladı. Bu açıklama da kabahatlerini örtmekten ziyade karşı tarafı oyalamak niyeti taşıyor. Esas “gereksiz zenginleşenler” Mavi Marmara’yı da paraya çevirirken, sürecin bugüne kadar nasıl geldiğini tekrar hatırlamak gerekiyor.
Aşdod’da Bir Gemi Demirliyor
İHH’nın Gazze’ye “insani yardım” göndermek amacıyla kullandığı Mavi Marmara gemisi 28 Mayıs 2010’da Antalya limanından yola çıktı. Kıbrıs’ın güneyinde İngiltere, İrlanda, Cezayir, Kuveyt ve Yunanistan’dan gelen gemilerle birleşti ve filo rotasını buradan Gazze’ye çevirdi. İsrail’e 70-80 mil (130-150 km) kala İsrail ordusu filodan yönünü değiştirmesini talep etti. Mavi Marmara’nın kaptanı Gazze’ye gideceklerini söyleyerek talebi reddetti.
Bu çağrılar 3.5 saat boyunca devam etti, ardından geminin dışarı ile irtibatı kesildi ve gemi takibe alındı. 1 saat sonra gemi zodiac botlar ve helikopterler ile çevrelenmişti. 1.5 saatlik bekleyişin ardından İsrail askerleri gemileri bastılar. Baskının sonucunda gemide bulunan 10 kişi öldü, 60 kişi yaralandı. İsrail ordusunun ele geçirdiği Mavi Marmara, diğer gemilerle birlikte Aşdod limanına demirlendi.
Günler öncesinden; filo daha yola çıkmadan evvel, İsrail gemileri Aşdod’a yönlendirmek, yardımı devralıp kendisi dağıtmak ve yolcuları ülkelerine geri göndermek istediğini belirtmiş; İHH yetkilileri ise rotalarının Gazze olduğunu, zaten sadece insani yardım götürmekte olduklarını söylemişlerdi. İsrail’in yardımı devralıp ne yapacağı elbet aşikardır. Peki, İHH Gazze’ye ne götürüyordu?
O zamanlar bu kadar bilinmeyen İHH ismine günümüzde oldukça aşinayız. 2014’te gündeme gelen MİT tırları operasyonu için de ilk söylenen tırların İHH’ya ait olduğu ve Suriye’ye “insani yardım” götürmekte olduklarıydı. Sonra, bu sefer ODTÜ’de; ileride El-Kaide ile bağlantılı olduğu ortaya çıkacak Mescit Topluluğu ismiyle çalışma yürüten öğrenciler İHH masası açmaya çalışmışlardı. İlginçtir(!) Mavi Marmara baskınında yaralanan Erdinç Tekir’in de Rusya tarafından tutuklanan 250 Çeçen cihatçının serbest bırakılması için 1996’da Avrasya Feribotu’nu kaçıran silahlı 9 kişiden biri olduğu ortaya çıktı.
İsrail’le “Anormal” İlişkiler
Olayın ardından ikinci bir “one minute” fırsatı yakalayan AKP hükümetinden İsrail’e tepki gecikmedi. Dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu: “İsrail işlediği suçun hesabını vermek zorundadır. İsrail uluslararası toplumdan özür dilemek zorunda”, “Türkiye’nin 11 Eylül’ü” gibi açıklamalar yaparken, dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan “Bu olaydan sonra artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” diyordu. Vakit gibi yandaş yayın organları ise işi savaş çığırtkanlığına vardırmışlardı.
Uzun süredir AKP hükümetinin icraatlerinin toplumdaki meşruiyetini sağlama görevini üstlenen Kurtlar Vadisi dizisinin ekibi de bu furyaya katıldı ve aynı sene Kurtlar Vadisi Filistin filmi çekildi. Filmde Mavi Marmara’nın ardından yerinde duramayan Polat Alemdar İsrail’e gidiyor, olayın sorumlusu generalden intikamını alarak “yüreklere su serpiyordu”. Tabi AKP’nin fantezi dünyasında generali öldüren Alemdar, gerçek hayatta bu general hakkında çıkarılan yakalama kararının 2016’da İsrail’le “normalleşme” adına geri alınacağını bilmiyordu. Şükür ki AKP çok geçmeden Alemdar için halka açıklanması gereken yeni bir dış politika fiyaskosu buldu (Suriye).
Hükümetin bu sert söylemlerinin İsrail’le ekonomik ilişkileri nasıl etkileyeceği de merak ediliyordu. Sonuç şaşırtmadı: Etkilemedi! Belli ki dış politikadaki günübirlik çıkışlar sermayenin çıkarlarının önüne geçemiyordu. ICIC verilerine göre, İsrail’in Türkiye’ye ihracatı 2010 yılı Haziran ve Temmuz aylarında aylık 100 milyon dolar tutarındaydı ve ICIC bu tutarın filo krizi öncesindeki aylık tutara eşit olduğunu belirtmişti. Türkiye’nin İsrail’e ihracatında da benzer şekilde pek oynama olmamıştı. 2015 yılına gelindiğinde ise 2009’dan bu yana İsrail-Türkiye ticaret hacmi yüzde 19 oranında artmıştı.
Süreç karşılıklı hamleler ile devam etti. Türkiye, İsrail’in baskın için özür dilemesini bekliyor; İsrail’den ise “bir özür gerekiyorsa bu Ankara’dan gelmeli”, “İsrail askerleri, Marmara terör gemisinde bulunan bütün teröristleri öldürmedikleri, sadece 9 Türk öldürdükleri için özür dilerim” gibi alay eden yanıtlar geliyordu. AKP de 1 sene sonra ikinci bir filoyu Gazze’ye göndermeye niyetlendiyse de, sonradan (ABD’den gelen baskının da etkisiyle) geri adım attı. Derken 2013 yılında İsrail birdenbire baskından dolayı özür diledi.
Başbakanlık Ofisi’nden yapılan açıklamada Başbakan Binyamin Netanyahu’nun, 2010’da Mavi Marmara gemisine düzenlenen baskın sonucunda 9 Türk vatandaşının ölümüne neden olan hatalar yüzünden Türkiye’den özür dilediği bildirildi. İsrail Başbakanı Netanyahu’nun Mavi Marmara olayında hayatını kaybedenlerin ailelerine tazminat ödemeyi kabul ettiklerini açıkladığı da bildirildi. Buna karşılık Ahmet Davutoğlu’ndan “İstediğimizi aldık” açıklaması geldi.
Oysa ki alamamışlardı. Konuşmasına “Geriye 3 talep kalmıştı. Özür, tazminat ve ambargonun kaldırılması” diye devam eden Davutoğlu, kaldırılmasını istediklerinin ambargo değil abluka olduğu gerçeğini hasır altı etti. İsrail ablukayı kaldırmaya yanaşmamıştı. İsrail’in özrü boşa değildi; pazarlığın görünmeyen yüzünde AKP’nin İsrail’in koşullarını Hamas’a kabul ettirmeye çalışan bir arabulucu rolü üstleneceği konuşuluyordu.
Öte yanda Sunday Times’a konuşan bir İsrailli savunma yetkilisi Suriye’deki iç savaş konusunda “ortak endişeleri” paylaştıklarını belirtiyordu. Enerji projeleri için ortaklık planları yapılırken bir yandan da Ortadoğu’da ibre iyiden iyiye Suriye’ye dönerken hükümet son bir yıldır Esad’a Esed demeye başlamıştı.
2016’ya gelindiğinde karşılıklı görüşmelerden anlaşma aşamasına geçildi. Halihazırda normal olan ilişkilerin “normalleşmesi” için son dönemece girilmişti. Anlaşmadan Türklerin Gazze’de yeni bir elektrik santrali, (Almanya ile işbirliği çerçevesinde) bir deniz suyu arıtma tesisi ve bir hastane inşa etmelerine izin; Türkiye’nin Mavi Marmara olayına karışmış olan İsrailli yetkililere karşı açılmış tüm yasal süreçleri sona erdirmesi ve İsrail’in Mavi Marmara olayında öldürülen ya da yaralananların ailelerine para sağlayacak Türkiyeli bir insani yardım fonuna 20 milyon dolar aktarması kararları çıktı. Çıkan kararlara ilk tepki ise İHH’dan geldi.
Oysa Ne Çok Ayet Vardı 90’larda
“Türkiye ile İsrail arasında yapılacak bir anlaşmanın Türkiye, Filistin halkı ve Ortadoğu halklarının aleyhine olduğunu düşünüyoruz” diyen İHH, açıklamasında AKP’ye bir zamanlar beraberce kaldırılmasını istediklerinin ambargo değil abluka olduğunu hatırlatıyor; davalardan vazgeçilmeyeceğini, ödenmesi gereken tazminat bedelinin 20 milyon değil en az bir milyar dolar olduğunu söylüyordu.
İşte son çıkan haberler AKP’nin bu 20 milyon dolara da göz koyduğunu söylüyor. Maliye Bakanlığı yaptığı açıklamada gecikme yada ödeme yapılmaması gibi bir durum olmadığını, farklı tutarlarda tazminat taleplerinde bulunulduğu için her aileye ödenecek tutarın belirlenmesinin zaman aldığını belirtti. Kendilerine neredeyse 9 aydır çözemedikleri bu karmaşık matematik probleminin çözümünde başarılar diliyoruz; ama bu işin adı açık açık o 20 milyon doların üzerine konmaktır. AKP hükümeti Gazze davasını 20 milyon dolara satmıştır.
3 sene önce “Eğer otorite Türkiye’de bizsek; biz zaten izni verdik.” diyen Tayyip Erdoğan, çoktan çark edip “Siz kalkıp da Türkiye’den böyle bir insani yardımı götürmek için günün başbakanına mı sordunuz?” demeye başladı bile. Ardından gelen Cem Küçük’ün “Ak Parti’nin radikal İslamcılarla, Mavi Marmara’daki manyak tiplerle yolunu ayırması lazım” sözleri ise yandaş basını birbirine kattı. Tarafların birbirini Twitter üzerinden FETÖ’cülükle suçladığı tartışmalar bir süre devam etti.
Bu tartışmaları anlamak kolay; Gazze davası yıllarca İslamcı cenah için güçlü bir motivasyon kaynağı olmuştu. 90’larda mazlum olmaktan gelen motivasyon, iktidara geldikten sonra giderek otoriterleşen bir tek adam rejimine dönüşülmesi ile yitirilmiş, şimdi üstüne Gazze de AKP tarafından kolayca silinip atılmıştı. Elbette ki rahatsızlıklar olacaktı.
Yönetmen kimliğiyle tanınan ve şimdilerde Antikapitalist Müslümanlar’a yakınlığıyla da bilinen Onur Ünlü, Ah Muhsin Ünlü mahlasıyla Mavi Marmara’nın ardından yazdığı “Ah O Gemide Ben De Olsaydım” şiirinde bilerek ya da bilmeyerek siyasal İslam’ın 90’lardaki moral üstünlüğüne özlemini aşağıdaki satırlarla anlatıyordu:
“sevgilim
tam buraya uygun bir ayet bulamıyorum.
oysa ne çok ayet vardı 90’larda…
baktığımız her yerde ayrı bir allah
gördüğümüz her peygamber yeni bir mağara”.
Böylece Mavi Marmara meselesi mücadelenin taraflarını ve bu tarafların karakterlerini bütün netliğiyle önümüze seriyor. Bir zamanlar Gazze’yi kendine dert edinmiş herkesin bu iki yoldan birini seçmesi gerekiyor:
20 milyon dolar için Gazze’yi satan AKP’nin safında durmaya çalışmak mı; yoksa Filistin halkının mücadelesine omuz vermiş, ipe gittiği son ana kadar emekçiler, yoksullar ve ezilen halklar için mücadele etmiş Deniz Gezmiş’lerin yolundan yürümek mi?
İnandığı değerlerin düzenin egemenleri tarafından oyun hamuru gibi oynanmasını seyretmek mi; yoksa bu kapitalist düzeni hepten yerle bir etmek mi?