Ali Babacan'a Parti İsmi Önerisi: Deja Vu Partisi* (Engin Kara)

Ali Babacan'a Parti İsmi Önerisi: Deja Vu Partisi* (Engin Kara)

Erdoğan’ın eski bakanı Ali Babacan’ın, Abdullah Gül refakatinde yeni bir parti kuracağı artık sır olmaktan çıktı. En son Saray’daki görüşmelerinin ardından, Erdoğan’ın da kabul ettiği yeni parti kuruluşu, bir süredir medyayı meşgul ediyor. Rejimin tıkanıklığı, kendi siyasal kariyerlerinin de tıkanıklığına dönüşen bir dizi isim, “yeni parti” üzerinden kendilerine ve muhafazakâr neoliberal siyasete “yeni bir yol” açma arayışında.

Yerel Seçim Kırılması: Dünün Ortakları Bugünün Rakipleri

Erdoğan ve AKP’nin 31 Mart yerel seçimleri ve sonrasında yenilenen 23 Haziran İstanbul seçimlerindeki yenilgisinin ardından, bir süredir yeni parti kuracakları konuşulan isimler de ağızlarını açmaya başladı. Yandaş medyadaki çatlaklara paralel şekilde, AKP içindeki kenara itilmişler de iktidara karşı “eleştirilerini” doğrudan dillendirmeye başladı.

Gül-Babacan ikilisinin aralarında olmasını istemediği ortaya çıkan Ahmet Davutoğlu, Elazığ’da katıldığı bir toplantıda açıktan isyan bayrağını açtı: “vizyonsuzluk ve üslupsuzluk, ilkelerden savrulma, AKP trol örgütlerinin etkisi altında, rejim çarpık, adalete ve temiz siyasete ihtiyacımız var” dedi. Dedi de dedi yani… Ama eklemeyi de unutmadı: “3 yıl sustuk. Eğer işler iyi gitmiş olsaydı kıyamete kadar susardık”.

Davutoğlu’nun bu ifadelerinde, iktidarın riske girmesinden duyulan bireysel ve kolektif kaygıyı açıkça görmek mümkün. Bir yandan son seçimlerde oluşan tabloda, iktidarda bulunan siyasi hareketin tüm bileşenlerinin elindeki iktidar kaynaklı maddi ve manevi olanakları kaybetmesi riskinden duyulan bir endişe var. Öte yandan bütün siyasal kariyerleri iktidara sahip olmaya dayanan ve iktidar elden gittiğinde kendi geleceklerinin de tehdit altına girecek olmasından duyulan bir kaygı var. Yoksa zaten kıyamete kadar susacaklardı!

Her ne kadar siyasetin ön planından dışlanmış olsalar da Davutoğlu’nun itiraf ettiği gibi işler AKP’nin iktidarda kalması adına iyi gittiği müddetçe, bu dışlanmışlar için de işler en azından bir şekilde gidiyordu. Fakat iktidarın aldığı riskler, bunları da harekete geçiren sebep oldu.

Bundan 3-4 yıl öncesine kadar iktidara bizzat ortak olanlar, AKP’nin 2002’den bu yana ne kadar pisliği varsa birlikte yapmış olanlar, sömürü, savaş ve zulüm politikalarının eş mimarları olanlar şimdi bir anda rakip haline dönüştü. İçlerinden Bülent Arınç gibi, aldığı maaşı eleştirenlere “terbiyesiz” diyecek kadar alçaklaşan ve kendi ikbalini Saray’a kapağı atmakta bulanlar çıksa da eskinin ortaklarının ekseriyetle yeni bir rekabetin parçası olacağı görülüyor.

Yeni Bir Yol Değil Yine Aynı Yol

AKP’ye isyan bayrağı açan eski ortakların mutabakat içinde olduğu kolektif söylem, Erdoğan’ın kontrolündeki AKP’nin ve rejimin tıkanıklığı. Bu tıkanıklığın 2002’den bu yana kesintisiz değil bütünsel olarak devam eden sürecin mantıki sonuçları olduğunu düşünmeye bile yanaşmıyorlar. Onlar için tek sorun, son birkaç yılda kendinden emin görüntüsünü yitirmeye başlayan ve günlük çıkarlara göre siyasi hamle yapıp oradan oraya savrulan bir iktidarın yarattığı rahatsız edici görüntü. Ve tabi ki bu dengesizliğin yol açacağı olası kayıp riskleri.

Özellikle yerel seçimlerde muhafazakâr kaleler olarak görülen pek çok yerde, yoksul emekçi bölgelerinde AKP’nin tarihsel oy kayıpları yaşaması, iktidarın kendi tabanında da muhalefetin ve kopuşların başladığını gösterdi. Eski ortakların derdi de tam olarak bu dağılmayı tutabilmek ve adeta Erdoğan’sız bir AKP rejimi düşüncesini bir adım daha ilerletip AKP’siz şekilde de olsa gerçekleştirebilmek. Ama aynı program, aynı sömürü, aynı zulüm!

Önerdikleri yol, yeni bir yol değil. Kendi hareketlerine karşı toplumda oluşmuş bulunan karşı enerjiyi defetmek için politik değil ama fiziki bir kopuşa yelken açıyorlar. İsimler ve yüzler, hareketin kullanacağı dil ve geliştireceği söylemler, yöntem olarak yoğun gerilimler yerine olası uzlaşmalar gibi değişikliklerin, “normalleşme” masalı adıyla iktidarı ellerinde tutmaya yeteceğini düşünüyorlar.

Şansları yaver giderse -ki ekonomik kriz ve siyasi tıkanıklık koşullarında şansa ihtiyaçları olacak- belki yenilenen bir ekiple iktidarı ellerinde tutmaları mümkün olabilir. Ancak program ve toplumsal ilişkilerdeki konumu değişmeyen bir siyasi hareketin, toplumda biriken çelişkileri ve gerilimleri çözmesi mümkün değil. Olsa olsa bunları yumuşatarak uzatmalı devreye girebilirler.

Babacan ekibinin, rol model olarak ANAP örneğinden yola çıktıkları ve çeşitli kesimlerden derleme bir parti kuracakları söyleniyor. Bileşen sıfatları olarak da liberal, sosyal demokrat, muhafazakâr ve milliyetçilerin bir araya getirilmeye çalışıldığı konuşuluyor.

Bu da yeni bir yol arayışı değil. Belki İslamcı ton azalır, demokrasi ve hukuk vurguları artar. Fakat her şekilde muhafazakâr neoliberal ideolojinin sadece dil, yöntem gibi konularda çatışmacılıktan uzlaşmacı bir görüntüye yöneleceği ancak nihayetinde 12 Eylül sonrasında mayalanan bu ideolojinin hegemonyasıyla sömürü ve baskıya dayanan rejimin devam ettirilmek istendiği açık.

Bir “Normalleşme” Masalı: Sermaye Düzeninin Alternatifleri

Erdoğan rejiminin her alanda dengesizleşmesi, Türkiye burjuvazisi ve emperyalist güçler açısından da sorunlar yaratmaya başladı. Otoriterleşme, belirli ölçülerde sermayenin işine yararken, otoriterliğin artık riskli bir düzeye ilerlemesi, onlar açısından da başka arayışlara yol açtı.

TÜSİAD, uzun yıllardır süregelen sessizliğini bozarak yerel seçim sürecinde açık bir şekilde İmamoğlu’na destek attı. Koç grubu bizzat, İmamoğlu’nu YSK’nın seçimi iptal edeceğinin bilindiği gün makamında ziyaret etti. AKP’ye yakın sermaye grupları da bitmeyen seçim gerilimlerinin yatırım ortamını bozduğundan şikâyet etmeye başladı.

İç ve dış politikada her Allahın günü kriz yaratan bu rejim, sermaye birikimi için güvencesiz bir ortam yaratıyor. Doğal olarak Erdoğan’a karşı alternatifler de ciddi ciddi düşünülmeye başlandı. Şimdiden farklı olası projeler mevcut. Erdoğan’sız bir AKP iktidarı, İmamoğlu, Ali Babacan-Gül hareketi…

Hepsinin ortak özelliği ise Erdoğan’ın son döneminde aşikar hale gelen tek seslilik, kabile devleti görüntüsü, güvencesizlik ve sürprizlerle dolu bir siyasi keşmekeş haline karşı, yine AKP’nin 2002’de iktidara geldiğinde pazarlanan çoğulculuk, burjuva demokrasisi sınırları içinde kalma, Batı ile uyumlu bir politika gibi iddialarla zevahiri kurtarmaya dönük projeler olması.

Bu normalleşme senaryolarının, sermaye birikiminin huzurlu bir şekilde devam etmesinden başka bir hedefi olmadığı ortada.

Deja Vu Partisi

Nagehan Alçı dünkü yazısında yeni partinin isminin “Özgürlük ve Hukuk Partisi” olma olasılığının yüksek olduğunu, 60 yaş üstü kurucuların ise “Huzur Partisi” ismini istediğini yazmış.

Bu işler partiye sempatik isimler koymakla olmuyor. Bu projeden 60 milyon kadarı basbayağı emekçi olan halka yararlı olan hiçbir şey çıkmaz. Olsa olsa burjuvazinin rejimin sertleşmesinden ve dengesizleşmesinden kaynaklanan korkularına ve maddi risklerine çözüm üretebilirler. Bunu da becerebilirlerse.

Fakat ekonomik krizin bütünüyle sırtına yüklendiği emekçi halka ekmek, özgürlük ve gelecek vaat edemezler.

Kısa sürede tarihin çöplüğüne karışmazlarsa, yeni partinin AKP dönemi boyunca keskinleşen çelişki ve gerilimlerden başka bir şey yaratma olanağı da olmayacak. Bugünlere yol açan sadece Erdoğan’ın hırslı kişiliği değil Türkiye’deki kapitalist düzenin bağrında yatan zayıflık ve çelişkilerdi. Bu nedenle farklı bir toplumsal konuma sahip olmadan, yani emekçi sınıflara sırtını yaslamadan bu cendereden çıkış yok.

O yüzden Gül ve Babacan ekibi, kurmaya hazırlandıkları parti için isim arama derdine düşmesinler. Malum, ayakta kalabilmeleri zor olacak ve çok çaba harcamaları gerekecek. Bu yüzden biz onlara bir iyilik yapalım parti isimlerini önerelim: Deja Vu Partisi!

* Deja Vu: Fransızca kökenli terimin anlamı “bir olayı daha önce yaşamış olma hissi”. Aslında genellikle yaşanmamış ancak psikolojik sebeplerle yaşanmış gibi hissedilen durumlar için kullanılıyor. Buradaki yazıda hem yeni partinin kurucuları açısından oluşacak olan “biz bunu daha önce yaşadık sanki” hissi için hem de halk açısından “daha önce yaşanmasına rağmen unutturulmaya çalışılan ve tekrar yaşatılmak istenen” anlamında kullandık. Nitekim terim anlamı dışında “déjà vu” ibaresi “zaten denenmiş”, “daha önce görülmüş, yaşanmış” anlamlarına da geliyor.

KATEGORİLER
ETİKETLER