Kürt Sorununda Siyasi Çözüm için Hemen Adım At!
Kürt ulusal hareketi ile devlet arasında yürütülen barış müzakerelerinin en kapsamlılarından biri tıkanma noktasında. Siyasal çözümün devlet katında ağırlık kazanması bir lütuf olmadı; onlarca yıldır Kürt halkının ağır bedeller ödeyerek yürüttüğü mücadelesinin sonucunda kazanıldı; ulusal ve uluslararası konjonktür (içerde Kürt ulusal hareketinin askeri olarak yenilip yok edilemeyeceğinin saklanamaz bir gerçek olarak kendini göstermesinin yanı sıra Kürdistan’ın her bir parçasında Kürtlerin güçlenmesi ve özgürlük elde etme noktasında elde ettikleri başarıları) siyasi çözümü dayattı. Ancak hala pragmatik kaygılara dayalı adımlarla sorunu ötelemenin bir kazanç olduğunu sanan zihniyet, egemen sınıf cephesinde etkili olmaya devam ediyor; az koyup çok almanın mümkün olacağı düşünülebiliyor. Bu mantaliteyle Kürt sorununda siyasi çözüm için kritik bir süreç heba ediliyor (ki artık halk açısından bile müzakerelerin tek geçerli yol olduğu açıklık kazanmıştır).
Bildiğimiz gibi AKP iktidarı boyunca Kürt sorununda çeşitli görüşmeler, müzakereler, “çözüm” süreçleri yaşanmış; ancak bu süreçlerin hiçbiri başarıya ulaşmamıştı. AKP’nin bu adımlarının kısa dönemli pragmatik kaygılara dayanması, çözüm süreçlerinin ilerlememesinde etkili olmuştu. Özellikle seçim dönemleri öncesinde çatışmazlık ortamı isteyen AKP, süreçleri genelde bu dönemlere denk getirdi; devamında ise sanki bu adımlar hiç atılmamışcasına sertleşen söylemler, saldırganlık, tutuklamalar ve baskı dalgası gelecekti. Dolayısıyla 2013 başında çözüm görüşmeleri başladığında herkes oldukça temkinliydi. Ancak Oslo’dan sonra ilk defa MİT eliyle, bu sefer kamuoyunca bilinen görüşmeler ve söylemler, beklentileri yükseltti. 1) Silahların susması ve silahlı PKK’lilerin sınır dışına çıkması; 2) Demokratikleşme adımları ve bu yönde gerçekleştirilecek anayasa ve yasa değişiklikleri; 3)Normalleşme şeklinde belirlenen 3 aşamalı sürecin 2013 sonuna kadar tamamlanacağı şeklinde iyimser açıklamalar gündemi sardı. 4 Ocak’ta ilk BDP’li heyet, Öcalan’la görüşmeye gitmiş; 21 Mart’ta Abdullah Öcalan, silahlı güçlerin sınır dışına çekilmesini ilan eden mektup Diyarbakır Newrozu’nda okunmuş; 8 Mayıs’ta gerillaların çekilmesi resmen başlamıştı.
Kürt ulusal hareketi açısından birinci aşama konusunda önemli bir yol kat edildiği halde AKP’nin süreci ağırdan alarak vazgeçilmezler olarak ifade edilen anadilde eğitim, vatandaşlık tanımı, seçim barajı, cezaevlerindeki Kürt tutsaklar, yerel yönetimlerin özerkliği (temelde Kürt kimliğinin anayasal güvence altına alınması) konusunda üzerine düşen yasal, anayasal adımları atmak konusunda istekli olmadığı, tavsamaya başladığı daha Haziran günleri başlamadan görülmüştü.
Demokratikleşme Paketi !?
Biz yaptık oldu tavrıyla hareket eden AKP, “demokratikleşme” paketi adı altında hazırladığı yasal düzenlemeleri kapalı kapılar ardında, sadece kendi inisiyatifiyle hazırladı (Cemil Bayık: “Perşembe’nin gelişi Çarşamba’dan bellidir. Paketin hazırlanma tarzı bir çözüm niyeti adımının olmadığının çok açık ifadesidir”). Türkiye halklarından olduğu gibi Kürt halkının siyasi temsilcilerinden de yapılması planlanan düzenleme ve değişiklikler sır gibi saklandı: Neden? Ortada sunulabilecek bir demokratikleşme adımı yok da ondan! Güdük değişiklikleri duyurup da kamuoyunda tartışılmasına, baskı oluşturulmasına izin mi verilsin! Olacak iş mi!
Devlet cephesinde gerekli adımların atılması konusunda tavsama bir yana KCK davalarına son verip tutukluların serbest bırakılmaması, üstüne karakollar yapmaya devam edilmesi ve Rojava’daki Kürtlerin özgürleşme mücadelesinin karşına El-Kaideci çetelerin desteklenerek çıkarılması üzerine Kürt ulusal hareketi de geri çekilmeyi yavaşlattı ve Eylül ayındaki çeşitli uyarılar sonunda durdurdu. Oysaki ikinci aşamanın 10. aya kadar tamamlanması gerekiyordu. Öcalan’ın 1 Eylül’e kadar niyet beyanı olması, 15 Ekim’e kadar da adım atılması gerektiği konusundaki beyanına hükümet cephesinden uygun davranılmadığı aşikar. “Demokratikleşme” paketi denilen, güdük olacağı aşikar değişikliklerin bile o tarihe yetişip yetişmeyeceği belli değil. Kaldı ki Erdoğan, gündemlerinde anadilde eğitim (Kürtçe eğitim isteyen Kuzey Irak’a gitsin diyen Arınç’ı hatırlayın), seçim barajı, KCK’lıların serbest bırakılması yönünde bir yasal düzenlemeye gitme olmadığını çeşitli kereler ifade etti. Adım atmak bir yana AKP cephesinde saldırgan dilin hakim olduğunu görüyoruz; örneğin Lice’de kalekol yapılmasına karşı yürüyüş yapan sivillere ateş açılarak Medeni Yıldırım’ın öldürülmesi, ardından kalekollara karşı çıkan halkın uyuşturucu tacirleri şeklinde lanse edilmesi. Haziran direnişi sonrasında iyice kimyası bozulan AKP iktidarının Kürt sorununda çözüm adına samimi adımlar atmasını beklemek abestle iştigaldir. AKP’nin uzun dönem destekçisi liberaller cephesi için bile bu gerçek açık (“Başbakan’ın, nüfusun geri kalan kısmına özgürlükleri kısıtlarken Kürtler için nasıl genişletebileceğini görmek güç olacak…”Cengiz Çandar). Ancak başta da belirttiğimiz gibi Kürt sorununda siyasi çözüm, kimsenin lütfu değil, Kürt halkının mücadelesinin bir kazanımı. Dolayısıyla bu kazanıma sahip çıkmak ve devletin bu kritik süreci heba etmemesi için hemen adım atması yönünde toplumsal basınç oluşturmak gerekiyor.
Talepler
2013 başında barış için müzakerelerin başladığı andan itibaren kamuoyunda çözüm yönünde desteğin olduğunu hep birlikte gördük. Halk, yürütülen kirli savaşın bedelinden artık yoruldu. Kürt ulusal hareketinin askeri yöntemlerle yok edilemeyeceği (yıllarca süren bitirdik, bitiriyoruz propagandalarına karşın) herkes tarafından görüldü. Barış süreci için kamuoyu açısından da şartlar olgunlaşmıştır. Kürt ulusal hareketi ile alenen görüşülmesi toplum nezdinde kabul görmektedir. Onca şovenist saldırganlığa, yıllardır süren kirli savaşa rağmen halk bu noktaya vardıysa müzakere süreci kendini dayatmaktadır. Ulusal-uluslararası koşulların yarattığı bu dayatmayı sosyalistler olarak çözüm yanlısı kitlelerin desteğini alarak devletin sürecin ilerlemesi adına hemen adım atması için oluşturulacak basınçla güçlendirmek gerekmektedir. Bu doğrultuda şu talepleri yükseltmeliyiz:
-Kürt ulusal hareketi ile çözüm sürecinde varılan mutabakatlara derhal uyulmalıdır.
-Kürt kimliğinin anayasal güvence altına alınması olarak nitelenen 2. aşamanın anayasal-yasal gereklerinin yerine getirilmesi için kamuoyuna açık biçimde, konunun tarafı Kürt halkının siyasi temsilcileriyle birlikte hareket edilmelidir.
-Rojava’da Kürt halkının özgürlük mücadelesine karşı El-Kaide menşeili çetelere verilen destek hemen kesilmelidir.
Kürt sorununda çözüme doğru ilerlemenin Türkiye emekçi halkları açısından da ne derece önemli olduğunu Haziran direnişi sırasında gördük. Eğer çatışmalar sürüyor olsaydı ve böylece egemen sınıfların Kürt halkına karşı şovenist saldırganlıkla tüm toplumu tesiri altına alması mümkün olsaydı Haziran direnişinin ortaya çıkması, söz konusu olmayabilirdi. Kürt halkının özgürlük mücadelesi karşısında kendi egemenlerinin yanında taraf tutmuş bir halkın bu egemenlere karşı birleşerek kendi özgürlük mücadelesini vermesi mümkün değildir. Kürt sorununda çözüm yolunda ilerlemeler (kapitalizmin bu düzeyde derin hiçbir soruna nihai çözüm sunamayacağını akılda tutarak) emekçi halkın ve sosyalistlerin mücadelesinin de önünü açacaktır. Marks’ın deyişle “Başka ulusu ezen bir ulus özgür olamaz.