Kışla, Cami, Meydan ve “Zafer” – Engin Kara

15-16 Temmuz gecesi gerçekleşen fiyasko darbe girişimi başarısız oldu. Askeri hareketlenmenin başlamasıyla birlikte “demokrasi savunucusu(!)” kesilen AKP, kitlesine “demokrasiye yapılan darbe girişimi”ne karşı sokağa çıkma çağrısı yaptı.Darbe girişimine karşı sokağa çıkanlar, muhafazakarından liberaline bütün bir burjuva siyaset tarafından “demokrasinin koruyucusu” ilan edildiler.

Sokağa çıkanlar gerçekten demokrasi mi talep ettiler? Ya da darbenin olası zaferi demokrasiyi rafa kaldıracakken, darbecilerin yenilmesi demokrasiyi mi güçlendirdi? Başarısız darbe denemesinin ardından ortaya çıkan bu gibi sorulara, askeri hareketlenmenin henüz ilk saatlerinde yaşanan “erlere yönelik saldırılar” üzerinden cevap aramaya çalışalım.

Askere Karşı Sokağa Çıkan Demokrasi “Sevdalıları”(!)

13

Askeri hareketlenmenin başlamasıyla birlikte, sabahın erken saatlerine kadar ortalıklara çıkamayan Erdoğan, Yıldırım, Diyanet ve diğerleri, halka, darbecilere karşı sokağa çıkma ve direnme çağrısı gerçekleştirdi. Darbeye girişen kuvvetlerin sokaklarda sivillere yönelik çok daha sert davranması, sözgelimi tanklardan ateş açması durumunda yüksek sayıda sivilin öldürülmesi söz konusu olabilirdi. Siyasette ulaşmak istenilen sonuç için bazı bedelleri ödemenin göze alınması kaçınılmaz olsa da, kendileri buldukları ilk deliğe saklanan devlet yöneticilerinin, tabanlarını sokağa çağırmasının ikiyüzlüce olduğunu hatırlatmak gerekiyor.

Sokağa çıkan kemikleşmiş derecede AKP’li, ancak sayıca oldukça sınırlı olan kitle, İstanbul’da Boğaz köprülerinde ve havalimanında bekleyen askerlerin önünde toplandı. Buralarda bulunan (ve nöbete veya tatbikata gittiğini sandıkları iddia edilen) kara kuvvetleri, toplanan kitlelere, uzun süre ateş açmadı. Kitle üzerine açılan ateşlerin çoğu ise helikopterlerden gerçekleşti. İlerleyen saatlerde köprü ve havalimanındaki askerlerin çekilmesi ve teslim olması üzerine, Suriye’de Selefi çetelerin kontrolünde bulunan bölgelerde görmeye alışık olduğumuz görüntüleri, bu defa İstanbul’dan izledik. Silahlarını bırakan ve teslim olan askeri gruplar, AKP’nin çağrısıyla toplanmış olan kitle tarafından vahşi bir şekilde ve tekbir eşliğinde linç edildi. Yaşananlar, kendisi olağanüstü olan bu gelişmelerin olağan seyri olarak görünse de, teslim olan erlere uygulanan saldırganlık düzeyi, “demokrasiye sahip çıktığı” iddia edilen kitlenin gerçek yüzünü ortaya çıkardı.

Silahlarını bırakan ve teslim olan (ve sonrasında yapılan soruşturmaların neticesinde yaşananları bir tatbikat sanan) erler, sopalı, kemerli ve yer yer silahlı, sopalı saldırılara maruz kaldı. Ters kelepçe takılmış olan 20-21 yaşlarındaki erler, kitle tarafından kelimenin gerçek anlamıyla öldüresiye dövüldü. Neye kalkıştıklarını bilmemeleri bir yana, içinde oldukları olaya müdahale imkanları bulunmayan (yani silah ve emir altındaki) erler, kan içinde kalana dek linç edildi. Dahası, Boğaziçi Köprüsü’nde teslim olan erlerden biri, “demokrasi savunucuları” tarafından boğazı kesilerek öldürüldü!

Sosyal medyaya düşen görüntüler, yaşanan vahşetin boyutlarını göstermeye yetiyor. Aylarca haberlerini yaptığımız IŞİD’in infaz eylemlerinin bir benzeri, İstanbul’da Boğaziçi Köprüsü’nde yaşandı. Yayınlanan videolarda teslim olan askerlere saldıranların cesetleri bile tekmelemeye ve küfür etmeye devam etmesi, “4 kişi öldürdük, beşinci de gelecek” ve benzer söylemler… Henüz birkaç gün öncesine kadar, özellikle Kürt kentlerindeki çatışma süreçleri boyunca “bizim askerimiz” diye sahiplenen, askerleri “ana kuzuları” diyerek kutsayan, askere gidenleri tekbir sesleriyle uğurlayanlar; bu defa tekbir sesleri eşliğinde aynı erlerin kafasını kesmekle ve linç etmekle meşguldü.

Dahası var. Bütün bu linç ve cinayet süreci polis eşliğinde ve polisin göz yummasıyla gerçekleşti! Bu kitle polise bazı yerlerde destek kuvvet görevi gördü. Pek çok yerde gözaltına alınan askerler polis tarafından kitleye teslim edildi, saldırganların boğaz kesmesi ya da silah kullanılması gibi durumlar karşısında polis kasıtlı olarak müdahale etmedi veya geç müdahale etti.

 Camiler Kışla, Müminler Asker!

14

Darbecilerin harekete geçmesiyle birlikte AKP milliyetçi ve İslamcı tabanı sokağa döktü. Yukarıda ele aldığımız üzere, iktidarın çeşitli kanalları (hükümet, medya, camiler) kullanarak sokağa çıkardığı kitle, IŞİD’den çok da farklı yöntemlere sahip değildi. İlk fırsatta kafa kesme vahşiliğini sergiledi.

Darbeyi engelleyen ve sokakları ardına kadar tabanına açan AKP, çeşitli faşist ve İslamcı güruhları çevresinde

toparladığını gösterdi. Hareket arayan ülkücü lümpen gençlerden, kafa kesme peşindeki en radikal İslamcısına kadar radikal sağdan unsurlar, darbeye karşı yapılan çağrıda ilk sokağa çıkanlar oldu. Bu da AKP’nin ortalama muhafakar-milliyetçi kesimlerin yanında sağın radikal unsurlarının geniş kesimlerini tabanında birkeştirdiğini gösteriyor. Bu taban da AKP’nin mevcut toplumsal kutuplaşmada kullanabileceği sivil saldırı güçlerini oluşturuyor. Neticede RTE Gezi’de yaptığı “Yüzde elliyi zor tutuyoruz” iddiasını (elbette yüzde elli oranında olmasa da) pratiğe döktü. Bu yeni gelişme, AKP’nin bu gücü sokaklarda istihdam etmesi ihtimalini ve tehlikesini gösteriyor. Nitekim dün İstanbul’un çeşitli sol mahalleleri bu güruhlar tarafından polis eşliğinde basılmaya çalışıldı.

İkinci mesele polis aygıtının tümüyle AKP’nin özel gücü haline dönüşmesi. Hatta doğrudan RTE’ye bağlı silahlı bir kuvvet görünümü sergilemesi. Darbecilerin harekete geçmesiyle Binali Yıldırım “polisimiz gerekli cevabı verecektir” derken, polis birimleri de Reis’e bağlılığını ispatlamak istercesine iktidarın koruyucu gücü olarak harekete geçti. Polis aygıtı, olağan burjuva sistemdeki “devlet gücü” görünümünden de öte, net bir şekilde iktidar partisine bağlı bir kuvvet görünümü sergiliyor.

Üçüncü ve en beklenmedik olan durum ise, kurumsal din aygıtının da – polis kadar – bir parti aygıtı niteliğine sahip olması. Darbe girişimi süresince Diyanet İşleri Başkanı, kimi bakanlardan bile aktif bir görüntü sergilerken, AKP’nin kitlesini sokağa çıkarmasındaki en büyük katkıyı da camiler sağladı. Cuma gecesinin ilerleyen saatlerinden itibaren cami hoparlörlerinden düzenli aralıklarla sela verilip peşi sıra RTE’nin sokak çağrısı yayınlandı. Hatta “Cumhurbaşkanı’nı korumak için meydanlara çıkma” çağrısı “Allah rızasına” bağlandı. Daha önce görülmedik olan bu durum, AKP’nin muhafazakar kesimler üzerine Diyanet aracılığıyla kurduğu siyasi hegemonyanın bariz bir göstergesi oldu

Darbenin Ardından

dış-basında-15-temmuz-darbe-girişimi-nasıl-yankılandı-01Partimizin yaptığı açıklamada şu sözlere yer verilmişti: “Şimdi bu macerayı sıçrama tahtası olarak kullanmaya çalışan RTE ve yandaşları, önlerinde kimsenin duramayacağını düşünecek. Demokrasi kahramanı ve şehitleri etrafında destanlar yaratılacak…”. AKP’nin derdi, beceriksizce düzenlenen darbe girişiminin ardından kendisini “demokrasinin koruyucu meleği” olarak lanse edebilmek olacak.

AKP’nin yaratacağı herhangi bir destan, ancak böylesi barbar bir içeriğe sahip olabilir. Darbe girişimini savuşturmak, ne AKP’yi demokratik yapar, ne de demokratik hakların gelişmesine katkı sunar. Tam tersine, bir şekilde engellemeyi başardığı bu girişim üzerinden, darbecilere yönelik soruşturma ve kovuşturmanın çapını, toplumsa muhalefete doğru genişleterek demokrasi kırıntılarını da halkın elinden almaya çalışacak.

Diğer yandan, AKP’nin sokağa çıkma çağrısı ile hareket eden kitlenin gövde gösterisi yapması toplumsal muhalefeti umutsuzluğa düşürmemeli. Tarikatlar, selefi çevreler, AKP’nin kemikleşmiş Erdoğan fanatiklerinden ile milliyetçi-muhafazakarlık skalasına kadar geniş tabanı ve olağanüstü koşullarda taraf olmuş kitlelere varan geniş bir yelpaze sokaklardaydı. Dolayısıyla bu kitlenin kendisini bir bütün olarak görmemek; Radikal İslamcı olan azınlıkla süreçte taraflaşmış kitleleri ayırt etmek gerekiyor. İlk grup AKP’nin milis gücü gibi hareket etmişken, ikinci grup ise ancak darbenin başarısız olduğu garantilendikten ve Erdoğan İstanbul’a gideceğini ilan ettikten sonra sokağa çıktı. Ne var ki her iki taraf da 15 Temmuz gecesi ortaya çıkmış değil. Panik havası estirmenin bir anlamı yok. Ancak temkinli de olunmalı. Toplumsal muhalefetin karşısında AKP’nin darbe girişimi neticesinde güçlendiği bir gerçek. AKP’nin kendi lehine büyük bir zafer olarak motivasyon kaynağı haline getirdiği süreçte milyonlar AKP’ye yakınlaştı. Ancak bundan felaket senaryoları üretmek hem gerçekçi değil hem de siyasetin kitleleri etkileme gücünü kavramaktan uzak bir tespit olur.

AKP’nin yeni rejim tesisine kışladan gelen hamle, cami ve meydan üzerinden motivasyon yaratarak politik bir motivasyona dönüştürüldü. AKP elbette ki bunu başkanlık rejimini gerçekleştirme yolunda kullanacaktır. Süreci sol lehine dönüştürebilmek için kitleleri kazanmak ve aynı zamanda da olağanüstü süreçlere karşı hazırlıklı olmak zorundayız.

AKP’nin sahte demokrasi destanına karşı, gerçekten haktan, eşitlikten, özgürlükten yana bir alternatif için, barbarlığın kökünü kazımak için kendi mücadelemizi bir toplumsal alternatif haline getirebilmemiz gerekiyor. Bunun için de bugün umutsuzluğa kapılmanın, hayıflanmanın ya da boş durmanın zamanı değil. Bunları yaparsak sadece AKP’nin işini kolaylaştırmış ve önünü açmış oluruz. Bugün, derhal kendi mücadelemizi büyütmek için harekete geçmenin, örgütlenmenin zamanı!

KATEGORİLER
ETİKETLER