Kapital'i Okumak – Güneş Gümüş

Kapital'i Okumak – Güneş Gümüş

“Marks denildiğinde aklınıza hangi kitap gelir?” diye sorsak herhalde en çok Komünist Manifesto ve Kapital Zentralbibliothek_Zürich_Das_Kapital_Marx_1867yanıtıyla karşılaşırız. Troçki’nin “dünya yazınındaki her şeyden daha üstün bir deha sergileyen” bir eser olarak betimlediği Komünist Manifesto geniş bir okuyucu kitlesiyle buluşmuştur. Kapital’in durumu ise bambaşkadır. Ortaya koyduğu parlaklıkla burjuva ekonomistlerin bile zaman zaman Marks’ın hakkını teslim etmek zorunda kaldığı bu eser, ne yazık ki okuyucularına yeterince ulaşabilmiş değildir. Gerek 2000 sayfayı bulan hacmi gerekse anlaşılamayacağı kaygısıyla göz korkutucu addedilen Kapital, adından çokça bahsettirse de az okunan bir eser olarak kalmıştır. Siyasetin Marksist analizini yapma iddiasındakilerin yüzlercesine karşın ne yazık ki kapitalist ekonominin Marksist değerlendirmesini yapanların/yapma iddiasında olanların sayısı sadece Türkiye’de değil, dünyada da çok az sayıda insanı geçmez. Bu çerçevede bu yazı, Kapital ile tanışmak isteyen ama bir türlü adım atamayan okuyucu kitlesine bir katkı sunmak için Kapital’in I. Cildinin bir panoramasını çıkarmak gayesinde. Elbette ki her sosyalistten burjuva iktisatın Marksist eleştirisi konusunda bir uzman çıkarmayı beklemiyoruz; ancak her devrimcinin burjuva ekonominin nasıl işlediğinin, bu işleyişin içsel çelişkilerinin farkında olması, mücadelesinin geleceği açısından da belirleyici önemde.
Kapitalist Ekonomi Nasıl İşler?
Kapitalist dönemin başlangıcını 16. yüzyıl olarak işaretleyen Marks açısından Kapital’in gayesi bu “modern toplumun ekonomik hareket yasasını ortaya çıkarmaktır” (Marks, 2000: 18). Kapitalizmi genelleşmiş bir meta ekonomisi olarak betimleyen Marks’ın bu ekonominin işleyiş ilkelerine ışık tutmak için başlangıç noktası da ekonominin çekirdeğini oluşturan “meta” olacaktır: “…burjuva toplumda emek ürününün meta-biçimi – ya da metanın değer biçimi – ekonomik hücre-birimidir” (Marks, 2000:16). Kapital’de, Marks, ilk iş olarak gündelik hayatımızda da sıklıkla kullandığımız/karşılaştığımız bir kavram olarak metanın tanımlanması ve onun içerdiği ilişkilerin ortaya konulmasına girişir. Meta, “başkaları için kullanım-değerleri, toplumsal kullanım-değerleri”dir (Marks, 2000: 53). Başka bir ifadeyle, meta, pazarda satılmak üzere üretilen ürünlerdir. Meta kavramı çerçevesinde Kapital’de sıklıkla karşımıza çıkacak ikiliklerden ilki ile tanışırız: kullanım değeri ve değişim (mübadele) değeri. Bir ürünün meta olması bu iki öğenin birlikte varlığını gerektirir ki bunlar bir karşıtlık ilişkisi içindedirler. Kullanım değeri bir şeyin yararlı olması, somut ya da soyut bir ihtiyaca tekabül etmesini ifade eder. Peki değişim değeri nedir? Piyasa dilinde her metanın değişim değeri mübadele edildiği fiyatı demektir. Bu fiyat nereden kaynaklanmaktadır? Neden aynı miktarda odun ile fındığın fiyatları birbirinden farklıdır? Bu sorunun cevabını verebilmek için Marks, çok farklı metalarda ortak olan ve böylece bu metaların bir değişim oranının oluşmasına imkan veren şeyi bulmaya girişir.
Metaların ortak tek bir özelliği vardır: emek ürünü olmaları. Dolayısıyla metaların değişim değerini belirleyen, içerilerinde somutlaşan/ maddeleşen soyut insan emeğidir. Emeğin niceliği onun süresi olabileceğine göre değişim değerinin ölçüsü de emek-zamanı olacaktır; ancak insan emeğinin türdeş kabul edilmesi gerektiğinden dolayı ortalama olarak (başka bir deyişle toplumsal olarak) gerekli emek zamanı. Marks, bir metanın değerinin  belirlenmesinde işçinin harcadığı emeğin yanında üretim araçlarında bulunan emeğin de hesaba katılması gerektiğini ifade eder. İşçinin emeği canlı emek iken üretim araçlarından metaya aktarılan emek, geçmiş kuşaklarının ürünü olarak üretim araçlarında saklı duran ölü emektir. Canlı ve ölü emek, ürünün değerinin oluşmasında farklı roller oynarlar. Üretim araçları, ancak kendi değerini tamamen ya da parça parça metaya katarken; emek-gücü kendi değerinden daha fazla bir büyüklüğü metaya eklemektedir. Bu bağlamda Marks (2000: 209), üretim sürecinde nicel bir değişime uğramayan “sermayenin üretim araçları, hammadde, yardımcı malzemeler ve iş aletlerince temsil edilen kısmı”na değişmeyen sermaye; üretim sürecinde değer değişimine uğrayarak artı-değeri üreten “sermayenin, emek-gücü tarafından temsil edilen kısmı”na ise değişen sermaye demektedir.
Marks, analizlerine, Kapital’deki bir başka ikilik olan, metada somutlaşan emeğin iki yönlü özelliği olarak soyut insan emeği ile somut insan emeğini ele alarak devam eder. Somut emek, terzilik, madencilik, mobilyacılık gibi belirli türde ve belirli amaca yönelik emek gücünün farklı harcanma cap_h6jcgfbiçimlerini ifade ederken soyut insan emeği “genel olarak insan emeğinin harcanması”dır (Marks, 2000:56). Emeğin bu ikili niteliği, kullanım ve değişim değeriyle doğrudan ilişkilidir: “Bir yandan, her türlü emek, fizyolojik anlamda, insan emek-gücü harcanmasıdır; ve bu, özdeş soyut insan emeği özelliğinde oluşu ile, metaların değerini yaratır ve ona biçim verir. Öte yandan, her türlü emek, insan emek-gücünün, özel bir biçimde ve belirli bir amaca dönük olarak harcanmasıdır ve bu somut yararlı emek özelliği ile, kullanım değerlerini üretir” (2000: 58). Marks’ın bu soyutlamasının kavranması emek-değer teorisinin anlaşılması açısından önemlidir.
Marks, devamında metala arasındaki değer ilişkisinin para biçimini alışını inceleyerek ilerler; böylece hem paranın ne olduğunun bilmecesini çözmeyi hedeflerken hem de bu şekilde metaların ardında gizlenmiş değere ulaşmayı amaçlar. Para, metalar arasında değişimi sağlayan evrensel bir eşdeğerdir; ancak o, metalarla mübadelesi sırasında sanki metalardan bağımsız olarak, kendinden bir değere sahipmiş gibi bir nitelik kazanmaktadır: “…metalar aleminin işte bu sonal para-biçimi,aslında, özel emeğin toplumsal niteliğini ve tek tek üreticiler arasındaki toplumsal ilişkiyi aydınlatmak ve açıklığa kavuşturmak yerine,örtbas eden öğe olmuştur” (Marks, 2000: 86).
Marks, meta fetişizmi kavramı ile bu durumu tariflemektedir. Meta fetişizmi, kendi yaratısı olan emek ürünlerinin onu üreten emekçiden bağımsızlaşması ve insanların üzerinde hakimiyet kurmasının adıdır: “…metaın gizemli bir şey olmasının basit nedeni, onun içinde insan emeğinin toplumsal niteliği, insana, bu emeğin ürününe nesnel bir nitelik damgalamış olarak görünmesine dayanmaktadır; üreticilerin kendi toplam emek ürünleri ile ilişkileri, onlarla kendi aralarında bir ilişki olarak değil de, emek ürünleri arasında kurulan toplumsal bir ilişki olarak  görünmesindedir” (Marks, 2000: 82).Evrensel eşdeğer olarak altın, gümüş gibi para-metaların kullanıldığı bir dönemde Kapital’i yazan Marks’ın para ile ilgili değerlendirmelerinin kilit noktası –ki bugün de önemini aynı şekilde korumaktadır metaların piyasaya arz-ı endam ettikleri fiyatın (parasal değerlerinin) metaların içindeki soyut toplumsal emeğin cisimleşmesi olduğunu ortaya koymasıdır: “Para, bir değer ölçüsü olarak, metalarda içkin değerin ölçüsüne, emek-zamanına bir zorunluluk sonucu verilmiş dışsal bir biçimdir” (Marks,2000: 103).
Marks’ın bir sonraki inceleme nesnesi paranın sermaye dönüşümü olacaktır. Sermaye, Marks açısından sadece çok miktarda paranın meydana getirdiği bir zenginlik birikimi değil bir toplumsal ilişkiyi ifade eder; yalnızca para ile sermaye olan para arasındaki farkın dolaşım biçimleri arasındaki ayrım üzerinden farklı ilişki biçimlerine tekabül ettiğini ortaya koyar: “Metaın en basit dolaşım biçimi M-P-M, metaın paraya dönüşmesi, ve paranın gerisin geriye meta haline gelmesidir; ya da satın almak için satmaktır. Ama, bu biçimin yanı sıra ondan tamamen farklı başka bir biçim görüyoruz: P-M-P, paranın metaya dönüşümü ve tekrar para halini alışı; ya da satmak için satın almak. Bu ikinci biçimde dolaşımını tamamlayan para, böylece sermayeye dönüşür, sermaye halini alır ve zaten aslında sermaye olma özelliğindedir” (Marks, 2000: 151). Meta-Para-Meta dolaşım döngüsünün amacını kullanım değerleri
elde etmek, yani ihtiyaçların karşılanması oluştururken Marks tarafından sermayenin genel formülü olarak tanımlanan Para-Meta-Para’ döngüsü ilk ortaya konulan paradan (P) daha büyük bir nicelik (P’) elde etmek hedefiyle gerçekleştirilir. Sermaye kendisini çoğaltma hedefiyle böyle bir döngüye girer ve Marks, bu döngü sayesinde yaratılan fazlalığı “artı-değer” olarak ifadelendirir.
Paranın sermaye olarak dolaşımının hedefi kullanım değerleri yaratmak değil, bunları yaratarak artı-değer elde etmek ve böylece kendisini büyütmektir; bu amaç doğrultusunda bu döngü durmaksızın sürekli olarak yinelenir. Paranın sermaye haline gelmesini sağlayan P-M-P’ döngüsünün sonucunda artı- değer ortaya çıkmaktadır ama artı-değer bu döngünün neresinde yaratılmaktadır? Marks, artı-değerin metaların dolaşımı  sırasında yaratıldığı, yani asalak olarak nitelediği tüccar sermayesinin dolandırıcılığından kaynaklandığı tezini tartışmaya açar ve dolaşımda değerin paylaşılmasındaki değişimin dolaşımdaki değer toplamında bir farklılık yaratamayacağını belirterek bu iddiayı  geçersizleştirir. Marks, artı-değerin kaynağının dolaşımda görülmeyen, onun arka planındaki başka bir süreç olduğunu söyledikten sonra aynı malzemenin emek tarafından işlenmiş olanı ile olmayanı arasındaki değer farkının kaynağının onun içindeki emek miktarındaki fazlalık olduğu tespitini yapar. Artı-değerin kaynağını ararken bakılması gereken alan olarak üretim sürecini ve onun içinde emeği işaret eder. Artı-değeri anlamak bir meta haline gelen emek-gücünü ve onun özelliklerini anlamayı gerekli kılar. Öncelikle sermayenin ortaya çıkışı tarihsel olarak emek-gücünün meta haline gelmesi, yani emekçi sınıfların kendi başlarına üretim yapabilecekleri üretim araçlarından (tarlalarından koparılmış köylüler örneğinde olduğu gibi) koparılması gerekir. Sermayenin varlık göstermesinin tarihsel gerekli şartı ihtiyaçlarını karşılamak için emek-gücünü satmak zorunda olan özgür emekçinin ortaya çıkışıdır. Emek-gücü, diğer metalar gibi ikili bir özelliğe sahiptir: kullanım ve değişim değeri. Kullanım değeri bir şeyin yararlılığı ise emek-gücünün yararlılığı yeni metalar (yani kullanım-değerleri) üretmesidir.
Emek-gücünün değişim değeri ise onun üretilmesi için toplumsal olarak gerekli emek zamanı ile belirlenir; piyasadaki karşılığı ücrettir. Emek-gücünün üretilmesi için toplumsal olarak gerekli emek zamanı hem “emekçinin varlığını sürdürmesi için gerekli olan geçim araçlarının değeri” (Marks, 2000: 174), yani varlığının devam etmesi için gerekli ihtiyaçları karşılamasını hem de “emekçinin yerini dolduracak olanların, yani çocuklarının gereksinimlerini” (var olan ve yeni işçi kuşaklarının eğitim masrafları da dahil olmak üzere) kapsamaktadır. Emek gücünün değişim değeri asgari olarak işçinin hayatta kalması için vazgeçilmez ihtiyaçların karşılanması olmak durumundadır. Ancak görülebileceği gibi emek gücünün değişim değeri, kısacası ücret, emekçinin üretimi ve yeniden üretimi için gerekli emek zamanının içeriğinin doldurulmasının toplumsal koşullar ve ilişkilere bağlı olmasından kaynaklı değişebilir bir büyüklüktür. Marks, bu bağlamda ücretlerin belirlenmesinin sınıf mücadelesinin önemli merhalelerinden biri olduğunu ifade etmektedir. Emek-gücünün ikili özelliği, taşıdığı kullanım ve değişim değerinin birbirinden farklı büyüklükler olması; işte artı-değerin kaynağı tam da budur: “İşçiyi 24 saat süreyle canlı tutmak için yarım günlük emeğin gerekli oluşu, onun bütün gün çalışmasına engel oluşturmaz. Bu nedenle, emek-gücü değeri ile bu emek-gücünün emek süreci içerisinde yarattığı değer, birbirinden tamamen farklı büyüklüklerdir; kapitalistin, emek-gücünü satın alırken göz önünde bulundurduğu şey, işte iki değer arasındaki bu farktır” (Marks, 2000: 195).
Emek-gücü, kendi üretimi için gerekli olandan (değişim değeri/ücret) daha fazla emek harcama/değer yaratma (kullanım değerleri/ metalar) özelliğine sahip özel bir meta olarak artı-değerin yaratıcısıdır. Marks, emekçinin kendi ücretini (yani bir meta olarak değişim değerini) karşılamak çalıştığı süreye gerekli emek zamanı, işgününün “gerekli emek zamanı” çıktıktan sonra kalan kısmına -sadece sermayedarı daha da zengin etmek için kendini heba ettiği süreye- ise “artı emek zamanı” demiştir. Artı-değerin kaynağı artı emek zamanından başkası değildir. Artı değer oranı da, bu temelde artı emek zamanının gerekli emek zamanına bölünmesiyle bulunacaktır. Artı değer oranı, işçinin patron tarafından sömürülmesinin derecesini de bize verecektir.
Eğer “…artı-değer üretimi… kapitalist üretimin özgül amacı ve varoluş” (Marks, 2000: 289) nedeni ise kapitalistlerin en büyük derdi artı-değeri artırmak olacaktır. Marks, bunun mutlak artı-değer ve nispi artı-değer şeklinde iki yolunu tarifler: “İşgücünün uzatılmasıyla üretilen artı- değere… mutlak artı-değer… gerekli emek zamanının kısaltılması, ve bunun sonucu, işgücünün iki kısmının uzunluklarındaki değişiklikten doğan artı-değere nispi artı-değer diyorum” (Marks, 2000: 306). Mutlak artı-değerin üretilmesinde belirleyici olacak olan işgününün sınırları olacaktır. İşgünü emekçinin ücretinin karşılığı olan gerekli emek zamanından kısa olamaz, aksine ona eşit olursa da sermaye artı-değer elde edemeyeceğinden bütün bir sermaye döngüsü anlamsız olacaktır. İşgününün üst sınırına ise insanın ertesi gün çalışmaya devam edebilmesi için uyuma, beslenme vb. elzem ihtiyaçlarının karşılanması için minimum bir sürenin 24 saatten düşülmesiyle ulaşılır. Bu alt ve üst sınırların dışında  iş gününün uzunluğunu belirleyecek en önemli faktör sınıf mücadelesi olacaktır: “…kapitalist üretim tarihinde, bir iş gününün belirlenmesi sürüp giden bir savaşımın kolektif sermaye, yani kapitalist sınıf ile kolektif emek, yani işçi sınıfı arasındaki savaşımın bir sonucu olarak kendisini gösterir” (Marks, 2000: 232). İşgününün sınırlarının çizilmesinde bu sürenin fazlaca uzamasının emek verimliliğini düşürecek olmasının da etkisi olmaktadır Kısacası mutlak artı değer üretimi, işgününün uzaması önündeki fiziksel engeller nedeniyle sınırlı ölçüde olabilecektir. Nispi artı değerin üretimi ise mutlak artı değerdeki gibi belli sınırlara hapsolmuş değildir; çeşitli yöntemler aracılığıyla emekçinin ücretinin karşılığını üretmesini kısaltılmasına dayanır. Nispi artı değer üretimi için Marks üç yol tarifler; emek üretkenliğinde artış, emek verimliliği ya da yoğunluğunda artış ve de geçim araçlarının fiyatlarının düşmesi.
Emek üretkenliğindeki artış aslen yeni üretim yöntemlerinin uygulanmasıyla olacaktır. Yeni üretim yöntemleriyle emek üretkenliğinin artırılması, işçinin birim zamanda üreteceği ürün miktarını çoğaltacağından ücretinin karşılığını ödemesi için çalışacağı süre –gerekli emek zamanı – kısalacak; böylece artı-değeri yaratacak artı emek zamanı büyümüş olacaktır. Bu durum, bir metanın üretilmesi için gerekli toplumsal emek zamanında da azalmaya yol açacağından metaların fiyatlarının ucuzlamasını da beraberinde Anti-capitalismgetirecektir. Bir kapitalistin fiyatları ucuzlatacak yeni teknolojik gelişmeleri üretime dahil etmesi, piyasada kalmaya devam etmek adına diğerleri üzerinde de benzer bir eğilim yaratacaktır: “Yeni üretim yöntemini uygulayan bireysel kapitalisti, malını toplumsal değerinin altında satmaya zorlayarak egemenliği altına alan, değerin emek-zamanı ile belirlenmesi yasası, aynı zamanda rekabetin zorlayıcı yasası olarak, rakiplerini bu yeni yöntemi benimsemeye zorlar” (Marks, 2000: 309). Nispi artı değer üretimi için ikinci yol ise (Taylorizm, Fordizm örneklerindeki gibi) emek disiplini sağlayarak emeğin daha verimli ve daha yoğun çalışmasıyla işçinin ücretinin karşılığında çalıştığı gerekli emek zamanını kısaltmaktır. Son yol ise tarımda verimliliğin artması ya da tüketim mallarının ucuzlamasıyla işçilerin geçim araçlarının
fiyatlarının düşmesi; böylece maliyeti azalan işçinin ücreti  ucuzlayacağından bu ücretin bedeli olarak çalıştığı gerekli emek zamanının azaltılmasına tekabül etmektedir. Barınma masrafını neredeyse ortadan kaldıran gecekondulaşmaya izin verilmesi, devletin temel gıda maddelerini (çay, şeker, buğday gibi) sübvanse etmesi gibi olgular nispi artı değer üretiminin üçüncü yoluna örnek olarak verilebilir.
Marks (2000: 553), kapitalist üretimin itkisi olan artı-değerin kaynağını tespit ettikten sonra onun yeniden ve yeniden üretilmesini ele alır: “Artı-değerin sermaye olarak kullanılmasına ve tekrar sermayeye dönüştürülmesine, sermaye birikimi denir”. Sermaye birikimi, sermayenin artı-değer üretmek üzere sürekli bir dolaşımını gerektirir. Bu dolaşım, ilk olarak paranın üretim araçları ile emek-gücüne dönüşmesini, ikinci adımda onların artı-değer içeren metalara dönüşmesin ve son olarak bu metaların dolaşıma sokulmasını içerir. Artı-değer gerçekleşmesi
ve böylece sermaye birikiminin olabilmesi için metaların satılması gereklidir. Daha fazla artı değer edinmek içinse elde edile artı değerin büyük miktarının sermayeye (emek üretkenliği artırmaya hizmet edecek üretim araçlarına, yani daha çok değişmeyen sermaye olmak üzere değişen sermayeye de) dönüşmesi gereklidir. Kapitalist üretim biçimi, kapitalisti diğer kapitalistlerle rekabet halinde hayatta kalmak için daha çok sermaye birikimi yapmaya
zorlar: “…kapitalist üretimin gelişmesi, belli bir sanayi koluna yatırılan sermayenin sürekli bir şekilde artmasını zorunlu kılar ve rekabet kapitalist üretimin özünde yatan yasaları, dışardan gelme zorlayıcı yasalar olarak tek tek her kapitaliste kabul ettirmek durumunda bırakır.
Sermayesini koruyabilmesi için, kapitalisti, durmadan sermayesini genişletmeye zorlar, oysa sermayesini artırması ancak dereceli bir birikimle olabilir” (Marks, 2000: 565-6). Marks, kapitalist üretimin sermaye birikimini çoğaltmaya endekslendiğini ortaya koyduktan sonra kapitalist birikimin genel bir eğilimini, sermayenin organik bileşiminin büyümesi eğilimini ele alır. Sermayenin organik bileşimi, değişmeyen sermayenin değişen sermaye bölünmesiyle elde edilecek oranı ifade etmektedir. Sermayenin dolaşım döngüsünde değişmeyen sermaye olarak tanımlanan üretim araçları, hammadde, yardımcı malzemeler ve iş aletlerinin büyüklüğü değişen sermaye olarak nitelenen emek-gücü karşısında giderek artan bir ivme şeklinde büyümektedir. Sermayenin organik bileşimi, Marks’ın Kapital’in diğer ciltlerinde ele alacağı kar oranlarının düşme eğilimini ve bu eğilim üzerine inşa edilen kriz teorisini anlamak açısından önemlidir.
Marks, Kapital’de kapitalist üretim sürecinin geçirdiği değişimleri de ele almaktadır. Meta üretimi için özgür emekçilerin ortak çalışması kapitalizmin çıkış noktasıdır: “Çok sayıda işçinin, aynı zamanda, aynı yerde… tek bir kapitalistin patronluğu altında aynı türden meta üretmek üzere bir arada çalışmaları, hem tarih hem mantık açısından kapitalist üretimin çıkış noktasını meydana getirir.” (2000: 313) Kapitalist üretimin başlangıcı elbirliği halinde çalışma ile ortaya çıkmış; böylece bir atölyede çalışan sayısındaki nicel artıştan niteliksel farklılaşmaya doğru bir dönüşümünün kapısı aralanmıştır. Çalışmanın bu şekilde örgütlenişi, çok sayıda tekil işçinin gücünün toplamına değil yepyeni bir güç olarak kitlelerin ortak gücü ile üretim yapılmasına denk düşmektedir. Bu süreç, bir yandan da, çok sayıda işçiyi ortak bir işyerinde toplayan sermayenin yönlendirme, denetleme ve düzenleme işlevleri kazanmasını beraberinde getirmiştir.
Kapitalistlerin edindiği bu özel işlevler, çalışma ordusunda düzen ve disiplini sağlayacak yardımcı elemanlara (ustabaşı gibi) ihtiyacı da ortaya çıkarmıştır. Kapitalist üretimin gelişiminde çalışma örgütlenmesinin bir sonraki adımı manifaktür olmuştur. İşbölümüne dayalı elbirliği halinde çalışmayı ifade eden manifaktür, 16. yüzyılın ortalarından 18. yüzyılın büyük çoğunluğu süresince devam etmiş; bu süreçte ortaya “parçaları insan olan bir üretim mekanizması” (Marks, 2000: 329) çıkmıştır. Manifaktür döneminin makinası parça işçilerin birleşmesiyle oluşan parça işçiden başkası değildir. Kapitalist üretimin gelişiminin son adımı ise fabrika modeli olmuş; makineli üretimin mümkün olması için büyük güç kaynağının buharlı makinelerle sağlanması bu gelişmeyi ortaya çıkarmıştır.
images (1)Makineli üretim işçinin üretim sürecinde nesneleştiği, makinenin bir uzantısına dönüştüğü; kısacası ölü emeğin canlı emek üzerinde hakimiyet kurduğu bir dönemi işaretlemektedir: “Elzanaatları ile manifaktürde, işçi aleti kullanırdı, oysa fabrikada, şimdi, makine, işçiyi kullanmaktadır” (Marks, 2000: 405). Fabrika sistemi, emeğin yabancılaşmasının önemli bir ayağı olan bir bölünmenin tamamlandığı zemin olacaktır: “Üretimin zihinsel güçlerinin el emeğinden ayrılması ve bu güçlerin, sermayenin emek üzerindeki gücü haline dönüşmesi… makine temeli üzerinde yükselen büyük sanayi tarafından tamamlanmıştır” (Marks, 2000: 405). Marks, paranın sermayeye dönüşümünü, sermaye aracılığıyla artı-değer üretilmesini ve artı-değerden daha çok sermaye oluşturulmasını ele aldıktan sonra Kapital’in son bölümlerinde kapitalist üretim tarzının çıkış noktasını teşkil eden ilkel birikimin nasıl sağlandığına eğilmektedir. “İlkel birikim denilen şey… üreticiyi üretim araçlarından ayıran tarihsel süreçten başka bir şey değildir” diyen Marks (2000: 679), geleceğin emekçilerini oluşturan köylülerin İngiltere’de 15. yüzyıldan başlayarak topraklarından sökülüp atılmasını anlatarak ilkel birikim sürecinin nasıl gerçekleştiğine bir başlangıç yapmaktadır.
Köylünün geçim araçlarından koparılması, kilise topraklarının yağmalanması, devlet mülklerinin hileli yöntemlerle ele geçirilmesi, ortak toprakların çevrilmesi, “mülklerin temizlenmesi” gibi hareketler vasıtasıyla emekçilerin üretim araçlarından koparılmasının yanı sıra zenginliğin de sınırlı sayıda elde toplanması sağlanmış; şehre gelen potansiyel emekçiler ise vahşi serserilik karşıtı yasaların korku ve baskısı altında öldürücü sömürü koşullarında çalışmaya zorunlu kılınmıştır. İlkel sermaye birikiminin diğer ayağı da sömürgelerin talan edilmesi olmuştur: “Avrupa dışında düpedüz talan, köleleştirme ve katillik yoluyla  ele geçirilen servet, anayurda taşınarak sermayeye çevrildi” (Marks, 2000: 718). Sermayenin dünyaya gelişi, Marks’ın betimlemesiyle, “tepeden tırnağa her gözeneğinden kan ve pislik damlayarak” olmuştur (2000: 724).
Marks, K. (2000) Kapital: Cilt I, Ankara: Sol.

KATEGORİLER
ETİKETLER