İngiltere’de İşçi Sınıfının Oluşumu – Güneş Gümüş
İngiltere’de kapitalist gelişmenin seyri işçi sınıfının oluşumu üzerinde belirleyici etkilere sahip olmuştur. İngiltere kırsalında feodalizmin erken çözülüşü, Sanayi Devrimi için vazgeçilmez olan özgür emek gücünü sağlamış; bir yandan da kapitalistleşmiş tarım 1800’lerin başında büyük bir tarım işçisi kitlesinin ortaya çıkışına yol açmıştır[1]. İngiltere’de Sanayi Devrimi’nin öncesinde de kırsala dağılmış bir zanaat faaliyeti yoğunluğu kendini göstermiş; dokumacı-çiftçiler bir yandan toprak işlerken diğer yandan tüccar için dokumacılık yapmıştır. Ancak 1700’li yılların sonlarına doğru çitleme faaliyetinin artması ve 1764’te icat edilen “jenny” isimli eğirme makinesi üretim için gerekli emek zamanını kısaltarak daha ucuz ürünlerle karşı konulması zor bir rekabet yarattığı gibi dokumacı ihtiyacını artırıp dokumacının ücretlerini yükselttiğinde yavaş yavaş çiftçi-dokumacıların giderek yerini alan, “tamamen aldığı ücretle yaşayan, herhangi bir mülkü ya da kira-mülk sahibi olmayan dokumacılar” proleterleşmiştir[2] (Engels, 1997: 49).
Sanayi devriminin ilk aşaması daha çok yarı vasıflı kadın ve çocukların[3] istihdam edildiği tekstil sektörüyle başlamıştır. Daha vasıflı erkek işçiler özgürlüklerini ellerinden alan fabrikalarda çalışmaya ayak diremiştir[4]: “…Bu durum, fabrikaların mümkün olan her yerde daha kolay boyun eğen kadınlar ve çocuklarla doldurulmasının nedenlerinden biriydi. 1838’de tekstil fabrikalarında çalışan işçilerin yalnızca yüzde yirmi üçünü yetişkin erkekler oluşturmaktaydı” (Hobsbawm, 1987: 52).
Başlangıçtaki el tezgahının hakimiyeti 1785’ten itibaren kullanılmaya başlanan buharlı dokuma tezgahlarının sanayiyi işgal etmesiyle son bulmuştur: “…eve iş verme, elde üretim ve workhouse’lar ama aynı zamanda XVIII. yüzyılın sonunda ortaya çıkan fabrika bir arada ve yan yana faaliyet gösteriyordu… 1831’e kadar pamuklu dokuma alanında elle dokuma, hakim dokuma biçimi olarak varlığını sürdürmüştü” (Beaud, 2015: 141).
Buharlı dokuma tezgahı, el tezgahından çalışan 800 bin dokuyucuyu yavaş yavaş işinden etmiş (Faulkner, 2014: 201); 1840’larda buharla çalışan tezgahlar karşısında el tezgahının yenilgisi netleşmiştir. Makineli üretimin “proletaryanın daha da katlanarak büyümesi, elde toprak tutmanın ve işçi sınıfı için işsiz kalmama güvencesinin bütünüyle yıkılması” olmuştur (Engels, 1997: 52).
Makineler bütün sanayi üretiminde hakimiyet kurana kadar “1778 ile 1830 arasında zaman zaman makineleşmenin yaygınlaşmasına karşı başkaldırmalar” (Hobsbawm, 1987: 51) çeşitli biçimlerde yaşanmıştır.
Vasıfsızlaşmaya, düşen ücretlere, işsizliğe karşı Luddcu makine kırma eylemleri 1800’lerin başında oldukça başarılı bir örgütlenme temelinde yaygın bir toplumsal hareket niteliği kazanmıştır: “Luddculuk, küçük atölyelerdeki kalifiye adamların işiydi. 1817’den Chartism’e kadar orta ve kuzey İngiltere’deki sanayi dışı işçiler, her radikal ajitasyonda fabrika işçileri kadar önemliydi” (Thompson, 2012: 248). Sadece makine kırıcılığına indirgenemeyecek Luddculuk “açıkça itiraf edilmeyen devrimci hedeflerin etrafında sürekli olarak dolaşan ayaklanma-benzeri bir hareket”tir (Thompson, 2012: 665) ve ancak makine kırıcılığının idamla cezalandırılması gibi büyük bir baskı dalgası altında engellenebilmiştir. Kırsalda Luddculuk benzeri bir hareket ise Kaptan Swing imzasıyla tarım işçilerine adil ücret sağlanmadığı koşullarda makine kırma ve ambar yakma tehditleriyle şekillenmiş; 1830’lar sonunda güneybatı İngiltere’de ücret pazarlığında başarılı da olmuştur.
İşçiler, her ne kadar 1800 tarihli Dernek Yasası tarafından herhangi bir dernek ve sendika kurmaları yasaklansa da yeraltı örgütlenmeleri ile çalışmalarını sürdürerek[5] ortak mücadele örgütlerini yaratmışlardır. Bu dönemde işçi örgütlenmelerinin bir parçası olan yardım derneklerinin de üye sayısı artmış; “1793 yılında 648.000, 1803’te 704.350 ve 1815’te 925.429”e (Thompson, 2012: 512) ulaşmıştır. 1824’te Dernek Yasası yürürlükten kalkınca örgütlenmeler yaygınlaşmış; çeşitli işkolu ve bölge sendikalarının kuruluşlarının ardından 1830’da bütün işkolu ve bölgelerdeki işçileri aynı çatı altında birleştiren Emeğin Korunması Ulusal Derneği kurulmuştur. 1834’te kurulan ve düzen değişikliğini hedefleyen Birleşik Ulusal İşkolları Sendikası’nın o döneme kadar kurulan en büyük işçi örgütü olması işçi sınıfının radikalliğini yansıtmaktadır:
Sanki İngiliz ulusu 1790’larda bir potaya girmiş ve savaşlardan sonra oradan bir başka biçimde çıkmıştı. 1811’le 1813 arasında Luddculuk krizi; 1817’de Pentridge Ayaklanması; 1819’da Peterloo; izleyen onyıl boyunca sendikal faaliyetin her tarafı kaplaması, Owencı propaganda, Radikal gazetecilik, On Saat Hareketi, 1831-1832 devrimci krizi ve bunların da ötesinde Chartism’i yaratan çok sayıda hareket. Belki de bu çok biçimli halk ajitasyonunun derecesi ve yoğunluğu, her şeyden çok, (çağdaş gözlemciler ve tarihçiler arasında) trajik bir değişim duygusunun ortaya çıkmasına neden olmuştur (Thompson, 2012: 245-6).
İşçi sınıfının radikalliğinin bu dönemdeki en önemli ifadelerinden biri de Çartist harekettir. İşçiler Derneği’nin önderlerinden biri tarafından kaleme alınan Halk Fermanı, 8 Mayıs 1838’de yayınladıktan sonra İngiltere’yi devrimci durumun eşiğine kadar getirmiştir. Sadece Glasgow’da destek gösterisine 200 bin kişi katılmıştır. 1 milyonu aşkın imza ile parlamentoya sunulan ferman, parlamentoya yönelik altı talep içermektedir: eşit seçim bölgeleri, milletvekili seçilme hakkı için mülkiyet koşulunun kaldırılması, bütün yetişkin erkekler için oy hakkı, parlamento seçimlerinin her yıl yapılması, gizli oy ve milletvekillerine ücret ödenmesi. 1839’da reddedilen dilekçe tekrar 1842 yılında bu sefer 3,5 milyona yakın imza ile parlamentonun karşısına gelecektir; ancak tekrar reddedildiğinde kendiliğinden ve örgütsüz bir grev dalgasına yol açacaktır.
Thompson (2012: 516), “…19. yüzyıl işçi sınıfını, 18. yüzyıl kalabalığından ayıran… kendine özgü, teori, kurum, disiplin ve topluluk değerleri olan kolektif öz-bilinçti” derken aslında işçi sınıfının oluşum sürecine işaret etmektedir:
…her türlü ihtiyat payıyla, 1790’la 1830 arasındaki dönemin öne çıkan gerçeği ‘işçi sınıfı’nın oluşumudur. Bu birinci olarak kendisini sınıf bilincinin gelişmesinde ortaya koyar: bu, çalışan insanların tüm o değişik grupları arasında bir çıkar özdeşliğinin bilinci olduğu kadar diğer sınıfların çıkarlarına karşı da bir özdeşliktir. Ve ikinci olarak siyasal ve endüstriyel örgütlenmede uygun biçimlerin gelişmesidir. 1832’ye gelindiğinde güçlü temellere dayanan ve kendi bilincine sahip işçi sınıfı kurumları -sendikalar, yardımlaşma dernekleri, eğitimsel ve dinsel hareketler, siyasal örgütler, süreli yayınlar-; entelektüel işçi sınıfı gelenekleri, işçi sınıfı davranış kalıpları ve bir işçi sınıfı duygu yapısı vardı… İşçi sınıfı oluşturulduğu kadar kendi kendini de oluşturdu (Thompson, 2012: 249).
Sanayi Devrimi’nin başlangıcı ile tekstile dayalı ilk aşaması arasındaki dönem hem İngiltere’nin hem de işçi sınıfı açısından büyük dönüşümlerin yaşandığı bir dönem olmuştur:
Altmış, seksen yıl önce İngiltere küçük kasabalarıyla, az sayıda basit sanayi ile oransal olarak büyük ama ülkeye seyrekçe yayılmış tarım nüfusu ile, herhangi bir başka ülke gibiydi. Bugün, iki-buçuk milyon nüfuslu başkentiyle; geniş imalatçı kentleriyle; dünyayı besleyen ve hemen her şeyi karmaşık makinelerle üreten bir sanayi ile; üçte-ikisi bir meslekte ve ticarette çalışan… nüfusuyla… geçmiş günlerin İngiltere’sindekinden farklı bir ulus oluşturmaktadır ve başka herhangi bir ülke gibi değildir… 1760 İngiltere’siyle 1844 İngiltere’si arasındaki farklılık, en azından ancien regime Fransası ile Temmuz Devrimi Fransası arasındaki fark kadar büyüktür (Engels, 1997: 61).
Bu dönemin kapitalist üreticileri, sanayileşmenin ikinci dalgası için gerekli ilkel birikimlerini emekçilerin ağır sömürüsü ve yoğun sefaleti temelinde elde etmişler; bu vahşi koşullar da yarattığı derin hoşnutsuzluklar temelinde emekçi sınıfların daha sonra tekrar yakalayamayacakları bir bilinçli bir mücadele döneminin yaşanmasına kaynaklık etmiştir[6]:
Sanayileşmesinin henüz gençlik döneminde bulunan Britanya 1830’larda ve 1840’larda en şiddetli hale gelen bir kriz yaşadı… Söz konusu krizin en belirgin ifadeleri savaşların son yılları ile 1840’ların ortaları arasında, ard arda gelen dalgalar halinde bütün Britanya’yı kaplayan toplumsal hoşnutsuzluklardı. Bunlar makineleşme düşmanlığı ve radikalizm, sendikalizm ve ütopik sosyalizm, demokratizm ve çartizm biçimlerinde kendilerini gösterdiler. İngiliz tarihinin başka hiçbir döneminde halk bu denli sürekli, derinden ve genellikle de ümitsiz bir tatminsizlik yaşamamıştır. 17. yüzyıldan beri başka hiçbir dönemde ne o denli geniş kitlelerin devrimci bir kişilik kazandıklarını, ne de hemen hemen devrimci bir durumun gelişmek üzere olduğu bir siyasal kriz anını (1830’dan 1832’nin Reform Hareketine kadar geçen dönem) görmek mümkün olmuştur (Hobsbawm, 1987: 57).
İngiltere’de 1840-95 arası dönemde gerçekleşen sanayileşmenin ikinci dalgasının işçi sınıfının sadece bileşimini değil, eylem ve bilinci üzerinde de önemli yansımaları olmuştur. Öncelikle Sanayi Devrimi’nin başlangıcında kırlardan şehirlere sürülen büyük kalabalık, yarı vasıflı tekstil sektörüne bol miktarda işgücü sunarken (oluşan işsizler ordusunun da yarattığı basınçla) ücretlerin düşmesini sağlamıştır. Sanayileşmenin ikinci dalgası ise uluslararası göç nedeniyle işçi nüfusunun azaldığı bir süreçte daha kalifiye bir işgücü temelli kömür ve demir-çelik üretimine dayanan bir aşamadır. Bu dönemde “istihdam imkanlarında olağanüstü bir iyileşmenin sağlanması ve daha az ücretli işlerden daha yüksek ücretli işlere geniş ölçekli bir transferin” (Hobsbawm, 1987: 90) gerçekleşmesi yaşanırken sömürü koşulları yumuşamıştır. Fabrikalarda yoğun makine kullanımı ve bu üretimi gerçekleştirme vasfına ulaşması zaman alan işçilerin istihdam edildiği demir-çelik üretimi patronlar açısından da kolayca işten çıkarılıp yerine rahatlıkla başka birinin konulabildiği tekstil üretiminden farklı bir işçi-işveren ilişkilerini gerektirmektedir:
…işletme ne kadar büyükse ve orada ne kadar çok işçi çalışıyorsa, patronla çalışanlar arasındaki her anlaşmazlık daha büyük bir rahatsızlık ve daha büyük bir yitik nedeni oluyordu; bu yüzden patronlara, daha çok da büyük patronlara, gereksiz sürtüşmelerden kaçınmalarını, sendikaların varlığını ve gücünü kabul etmelerini ve son olarak da -uygun zamanlarda- grevlerde bile kendi amaçlarına hizmet edecek güçlü yöntemler bulmalarını öğreten yeni bir ruh egemen oldu (Engels, 1997: 30).
İşçi sınıfının koşullarının iyileştiği, hoşnutsuzluklarının azaldığı ve bu temelde mücadelesinin radikalliğinin törpülendiği bu dönemde kapitalistler de işçi sınıfıyla uzlaşmak için bazı ödünleri vermekten çekinmemişlerdir (bu ödünlerin işçi sınıfının devrimci potansiyelinin keskinleşmesine hizmet etmediğine duydukları güvenle):
İngiliz sanayicileri artık kendilerini, bu tür değişiklikleri göze alabilecek denli, zengin ve güvenli hissediyorlardı. Yüksek ücret politikalarına taraftar olan, 1850’lerdeki ve 1860’lardaki reformlarla işçilerin gönlünü almaya çalışan işverenlerin, eskiden kurulmuş ve artık ticaretteki dalgalanmalarla veya iflasla tehdit edilmeyecek denli güçlenmiş işlerin sahipleri oldukları gözlenmekteydi… Değişikliğin en açık belirtisi siyasal nitelikteydi: 1867’nin Reform Yasası… işçi sınıfının oylarına dayanan bir seçim sistemini benimsemekteydi… Yirmi yıl önce Çartizme karşı direnilmişti, çünkü demokrasinin toplumsal devrim anlamına geldiğine inanılıyordu… Son durumda reformu kabullenmeye hazırdılar çünkü İngiliz işçi sınıfını artık devrimci bir güç olarak görmüyorlardı. Şimdi onu, bir tarafta kapitalizmi kabullenmeye hazır, siyasal olarak ılımlı bir işçi aristokrasisi, diğer tarafta ise örgütsüz ve öndersiz olduğu için siyasal olarak etkisiz ve bu yüzden de pek önemli bir tehlike arzetmeyen proleter plepleri olmak üzere, ikiye bölünmüş olarak görüyorlardı (Hobsbawm, 1987: 95-97).
İngiliz yönetici sınıfları, uzun süre önce kendi iç birliğini sağlayarak güçlü bir egemen sınıflar koalisyonu oluşturmuş olmalarının avantajı ve siyasal birikimiyle “diğer belli başlı sanayi ülkelerine kıyasla, yüzyıldan daha uzun bir süre boyunca Britanya’da (sömürgeleri veya bağımlı ülkeleri bunun dışında tutarsak) siyasal ve ekonomik sistemi korumak amacıyla” (Hobsbawm, 1987: 5) kan dökmeden yönetmek konusunda işçi sınıfı ile mücadelesi açısından da başarılı olmuşlardır.
bolsevik.org
Marksist Bakış
KAYNAKÇA
Beaud, M. (2015) Kapitalizmin Tarihi 1500-2010, İstanbul: Yordam.
Engels, F. (1997) İngiltere’de Emekçi Sınıfın Durumu, Ankara: Sol.
Faulkner, N. (2014) Marksist Dünya Tarihi, İstanbul: Yordam.
Hobsbawm, E.J. (1987) Sanayi ve İmparatorluk, Ankara: Dost.
Thompson, E.P. (2012) İngiliz İşçi Sınıfının Oluşumu, İstanbul: Birikim.
[1] İngiltere’de 1790-1830 arasında bir sanayideki en büyük grup tarım işçileridir (Thompson, 2012: 269): “Toprak sahipliğinin ve çiftçiliğin temel yapısı artık 18. yüzyılın ortalarında ve Sanayi Devrimi’nin ilk yıllarında kurulmuş durumdaydı. İngiltere başlıca, büyük toprak ağalarının, bunların arazilerini işleten kiracı çiftçilerin ve bunların tuttukları, toprağı işleyen, kiralanmış işçilerin ülkediydi” (Hobsbawm, 1987: 70).
[2] “Manchester, Glasgow ve kuzeyin bir düzine sanayi şehrinin proletaryası, İngiliz çitlemeleri, Kuzey İskoçya tahliyeleri, İrlanda kıtlığı (Büyük Kıtlık) ve el tezgahıyla çalışan dokuyucularla diğer zanaat işçilerinin fakirleşmesi sonucunda ortaya çıktı” (Faulkner, 2014: 202).
[3] “1834’te on üç yaşın altındaki çocuklar İngiliz pamuklu sanayi işçilerinin %13’ünü oluşturuyordu” (Beaud, 2015: 143).
[4] Erkek işçilerin fabrikaların ana bileşeni olması sanayi devriminin ikinci döneminde ancak mümkün olmuştur.
[5] Örneğin 1810’da Manchester’da 30 bin kişinin katıldığı 4 ay süren yün eğiricilerinin grevi yaşanabilmektedir.
[6] “Sanayi Devrimi’nin ilk aşamasının kapitalist imalatçıları… fabrikalarını… mütevazi başlangıç sermayeleriyle kurmak ve karlarını sabırla, ağır çalışmayla ve yoksulları ezerek elde etmek durumundaydılar” (Hobsbawm, 1987: 93).