IMF’ye Kısa Bir Bakış-Emrecan Konyalı

IMF’ye Kısa Bir Bakış-Emrecan Konyalı

Ekonomideki yapısal sorunlar karşısında AKP iktidarı ABD karşısında sözde bir karşı duruşla yeni bir yol çizme uğraşında. Elbette AKP’nin iktidara gelmesinde çok yardımı dokunan ABD ile AKP arasında bir karşıtlık ancak sözde kalır. En son Papaz Brunson meselesiyle kızışan politik ortam sonrasında dolardaki artış durdurulamadı. Tabii burada ekonomik krizin Papaz Brunson’la ya da bu tarz görünürdeki daha magazinsel meselelerle doğrudan bağlantılı olmadığını bilmek gerek. Dolardaki artış sistemin krizinin bir semptomu olarak görülüyor. Krizin asıl nedeni AKP iktidarının yürüttüğü ekonomi politikalarının rant ve talana göbekten bağlanması ve dünya geneli için konuşacak olursak kapitalizmin kendi yapısal dinamikleri.

Son dönemde Çin ve Katar’ın finansal destekleriyle paçayı kurtarmaya çalışsalar da devamlı övündükleri ekonomik çıkmazdan kurtulmaları mümkün görünmüyor. Tabii kriz patronların yarattığı bir kriz olsa da faturayı emekçilere kesme planları yapılıyor. Bu süreçte Türkiye ve IMF (International Monetary Found – Uluslararası Para Fonu) ilişkilerinin nasıl olacağı da önemli bir yer tutuyor. AKP iktidarının sık sık övündüğü şeylerden biri “IMF’ye olan borcu bitirdik” meselesiydi. Siyaseten kendisini bu konuda zora sokmamak için AKP tarafında IMF ile anlaşma meselesi şu anda dillendirilmiyor. Berat Albayrak’ın açıklamaları ekonomik programda neler yapılacağına dair kayda değer somut içerik barındırmazken IMF reçetesinde neler olacağı tarihten tecrübelerle biliniyor.

Peki IMF nasıl bir geçmişe sahip? Türkiye yavaş yavaş kapısına sürüklenirken Türkiyeli emekçileri neler bekliyor, buna bir göz atalım.

IMF’nin Kuruluşu

ABD’de patlak verip dünya genelinde işsizlik, açlık, sefalet olarak hissedilen 1929 Buhranı dünya savaşının da kapısını aralayan kriz oldu. Emperyalist bölüşüm savaşı olarak ortaya çıkan 2. Dünya Savaşı, 60 milyona yakın insanın hayatını kaybetmesine neden oldu. Bu atmosfer ekonomik açıdan da yeni bir dönemi işaret ediyordu. Uluslararası alanda hâkim gücünü yitiren İngiltere’nin yerine emperyalist sistemin tepesine ABD’nin yerleşmesi gerçekleşti. Sterlinin uluslararası değişim aracı olarak gücünü yitirmesi, yerine doların geçmesinin önünü açtı. IMF’nin kuruluşuyla da ABD kendi gücünü diğer ülkeler üzerinde kullanabileceği bir kurum yaratmış oldu. 1944’te ABD’deki Bretton Woods kasabasında toplanan 44 ülkenin katılımıyla Bretton Woods Anlaşması imzalandı. Uluslararası ödemelerde kullanılmak üzere sabit kur sistemine geçildi ve anlaşmaya katılan ülkelerin parasının değerinin dolar esas alınarak belirlenmesi sağlandı. 1971 yılında doların altına dönüştürülebilirliğinin kaldırılmasıyla bu sistemden dönüş yapıldı. Bretton Woods Anlaşması’yla uluslararası kapitalist ekonominin işleyişini güvenceye almak için IMF (Uluslararası Para Fonu) ve Dünya Bankası gibi kurumlar kuruldu.

1944 Bretton Woods konferansından bir kare

1944 yılında kurulan 1947 yılında işlemeye başlayan IMF’nin kuruluşunda belirlenen politikaları nelerdi?

  1. Uluslararası parasal konularda ülkeler arası iş birliğini sağlamak
  2. Döviz kurlarının istikrarını sağlamak
  3. Ödemeler dengesi sorunlarını çözmeye çalışan üye ülkelere geçici kaynaklar sunmak
  4. Ülkeler arasında sermayenin serbest dolaşımını sağlamak
  5. Ticaretin serbestleşmesini sağlamak

Kapitalizmin kendi krizlerini aşmak için giriştiği çabalardan biri olarak ortaya çıkan IMF’nin işleyişinde ülkelerin söz hakkı kota sistemiyle belirleniyor. Kısacası yatırılan paraya göre oy hakkı artıyor. IMF’de en yüksek oy gücü ABD’de bulunuyor. Bu şekilde kapitalizmin diğer güç sahibi ülkeleriyle birlikte özellikle geç kapitalistleşmiş ülkeler üzerine yapılacak hamlelerde karar mekanizmasının başında ABD oturuyor.

Tabii IMF politikalarında da tarihsel süreçte bir dönüşüm söz konusu. 1970’lerdeki krizlerle birlikte kapitalizmin sermaye birikimini sağlamak, arttırmak ve sermayenin küreselleşmesini sağlamak için farklı iktisadi arayışlar ortaya çıkmıştı. 70’li yılların başında patlak veren petrol krizi ile birlikte Bretton Woods sisteminden vazgeçilirken neoliberal politikaların önü açılmıştı. IMF ve Dünya Bankası gibi kurumlar bu dönemde neoliberalizmin tüm dünyada hâkim kılınmasının aracı haline geldiler. Özellikle geç kapitalistleşmiş ülkelerde IMF borçları karşılığında yerel iktidarlar için neoliberal programa tam bir sadakat zorunlu kılınmış ve bu yolla alınan borçların yükü emekçi sınıfların sırtına yüklenmişti. Emekçi sınıfların kemer sıkmaya ikna edilemediği durumlarda, baskı aygıtları devreye sokularak bu politikalar yaşama geçiriliyordu.

Dünya genelinde toplumsal muhalefetin yükseldiği 60’larda işçi sınıfı da güçlü örgütlenmelere sahipti ve hak taleplerinde egemen sınıfa baskı kurabiliyorlardı. Çoğu ülkede neoliberal politikaların hâkim kılınabilmesi için işçi sınıfı örgütlülüğünün yok edilmesi gerekecekti.

Neoliberal politikaların dünya genelinde yaygınlaştırılmaya başlandığı 70’li yıllarda askeri darbeler bu amaçla kullanıldı. Kar oranlarını yükseltmek, sermaye birikimini artırmak, piyasa rekabetinde öne çıkabilmek için ucuz emek gücüne sahip olmak, emek güçlerini sermaye ve iktidarlar karşısında özne olarak güçsüzleştirmek için başta Latin Amerika ülkeleri olmak üzere Türkiye gibi birçok gelişmekte olan ülkede neoliberal program ancak darbeler yardımıyla uygulanabildi.

1979’da İngiltere’de Margaret Thatcher’ın, 1980’de ABD’de Ronald Reagan’ın iktidara gelmesiyle sermaye birikimi için yeni bir dönemin kapısını açan neoliberal uygulamalar hız kazandı. Kapitalistlerin, kapitalist sistemde kar oranlarının düşme eğilimine karşı çözüm aradığı dönemde maddi koşulların öne çıkardığı isimler bunlar oldu. Thatcher 1980’lerdeki grevlere kolluk güçleriyle karşılık veriyordu. Özelleştirmeler, sendikal hareketler üzerindeki baskı da bu dönemde artış gösterdi. Ronald Reagan da benzer politik hamleler izledi. ABD’de sermayenin karşısındaki kısıtlamaları kaldırdı, finans güçlerinin dünyada dolaşımını kolaylaştıracak hamleler yaptı ve bu sayede emek güçlerine karşı mücadele yürüttü.

Neoliberalizm, geç kapitalistleşmiş ülkelere kendi kurallarını askeri darbeler ve borç yükü altına sokma hamleleriyle uygulatıyordu. Örneğin gelişmekte olan ülkelerin IMF’ye olan borcu 1980 yılında 110 milyar dolarken 1992 yılında bu rakam 473 milyar dolara çıktı. Faiz ödemeleri ise 6,4 milyar dolardan 18,3 milyar dolara fırladı. Bu ülkeler bitmeyen bir borç döngüsüne hapsedilirken bu ülkelerin zenginlikleri ulusal sermaye ile birlikte hareket eden  uluslararası sermayenin talanına daha da fazla açıldı.

1990’lar ve 2000’lerde de bu politikalar uygulanmaya devam edildi. Emeğin esnekleştirilmesi, taşeron uygulamaları ve kamu varlıklarının özelleştirilmesi Türkiye’de olduğu gibi birçok ülkede uygulandı. Kapitalist sistem kendi krizlerinin üstesinden gelebilmek için hamlelerinde değişikliklere gitti fakat krizlerin önü kesilemedi. Kendi krizlerini yaratmakta olduğu kadar çözmekte de bir o kadar acımasız ve yetenekli olan düzen, krizlerin faturalarını dünya emekçilerine ödetti.

IMF ve Türkiye

Türkiye, IMF ile ilk stand-by[*] anlaşmasını 1961’de son anlaşmayı da 2005 yılında gerçekleştirdi. Toplamda 19 stand-by anlaşması gerçekleşti.

Türkiye’nin neoliberal programla ilk ciddi tanışması 12 Eylül darbesinin hemen öncesinde 24 Ocak 1980’de gerçekleşti. Turgut Özal öncülüğünde hazırlanan 24 Ocak Kararları emekçi sınıfların haklarında büyük bir yıkımı beraberinde getirecekti. 24 Ocak Kararları’nda IMF’nin nasıl bir rol oynadığı TBMM Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu – 12 Eylül Alt Komisyonu Raporu’nda şöyle geçiyor:

Darbe süreciyle yakından ilişkili olan dikkat çekici üç önemli husus var. Bunlardan birincisi, 24 Ocak kararlarının Turgut Özal ve ona yakın küçük bir ekip tarafından IMF yetkililerin danışmanlığı altında hazırlanmış olmasıdır. Hatta IMF yetkililerinin yapılacak devalüasyonda doların 50 lira olması önerisine karşı Özal 70 lira olmasını önererek bu yetkilileri şaşırtmıştır.

İkinci olarak, iktidarda bulunan Demirel azınlık hükümetinin ve özellikle Turgut Özal’ın bütün çabalarına karşın gerek IMF, Dünya Bankası, OECD gibi uluslararası kuruluşların, gerekse ABD ve Almanya gibi ülkelerin, çok şiddetli bir döviz ihtiyacı içinde olmasına rağmen 24 Ocak kararları öncesinde mali yardım konusunda isteksiz olmalarıdır.

Üçüncü olarak, yine ilginç bir şekilde Turgut Özal hazırladığı ekonomik programı 8 Ocak 1980’de Genelkurmay’a gidip komuta heyetine ayrıntılı bir şekilde sunmuş ve onların takdirini kazanmıştır.

24 Ocak kararlarının alınışından yaklaşık dokuz ay sonra Türk Silahlı Kuvvetleri ülkedeki ekonomik ve sosyal ortamdaki bu kargaşaya son vermek gerekçesiyle 12 Eylül 1980 tarihinde ülke yönetimine el koymuştur.”

Aynı şekilde Türkiye’nin ekonomik krize girdiği 1994 yılında da IMF’ye başvurulmuş ve SHP-DYP koalisyonu ünlü 5 Nisan Kararları ile krizin yükünü emekçilere yıkmıştı.

5 Nisan 1944- Çiller ve hükümet ortağı Karayalçın acı reçeteyi açıklarken.

IMF ve Türkiye ilişkilerinden bahsederken krizlerde emekçilere ödetilen bedelleri sadece kapitalizmin uluslararası temsilcisi IMF, Dünya Bankası gibi kurumların üzerine yıkmak yeterli değil. Türkiye’de iktidarlar vatandaşa hoş görünmek adına görünürde IMF politikalarına veryansın etseler de  uyguladıkları yöntemler IMF politikalarından aşağı kalmadı. Türkiye’de 1986’da başlayan ve sadece AKP döneminde 60 milyar dolar seviyesini bulan özelleştirmeler, işçilere ücretli köleliğin en azgın hali taşeron sisteminin dayatılması, sınıf mücadelesinin kolluk kuvvetleriyle ve yasalarla ezilmeye çalışılması ve sermaye gruplarına vergi afları ve borç yapılandırmaları iktidarların ve egemen sınıfın Türkiye’de uyguladığı en basit yöntemler. Dolayısıyla krizlerde emekçilere kesilen acı reçetenin suçunu ulusal ve uluslararası sermeyenin iş birliğinde, kapitalizmin kendisinde görmek gerekiyor. Türkiye’de büyük sermaye gruplarının ve 16 yıldır inşaata dayalı rant rant ekonomisini yaratan iktidarın krizine ve sömürü politikalarına karşı sınıf temelli mücadele yürütmek tek çözüm yöntemi olarak karşımıza çıkıyor.

[*] IMF ile yapılan bir borç anlaşması biçimi

 

KATEGORİLER
ETİKETLER