İktidar Gider mi?: Bize Düşen – Güneş Gümüş
AKP’nin MHP ile kurduğu iktidar bloğu sıkıntılarla her yandan sarılmış durumda.
Bütün seçim anketlerinde görülen seçmen desteğindeki hızlanan düşüş, ekonomik kriz, ayyuka çıkan AKP içi çatışmalar, MHP’nin manevra alanını sonlandırması, Delta varyantı sonrasında yeni bir pandemi dalgasının yaşanması tehlikesi, uluslararası ilişkilerdeki dışlanma, Sedat Peker ve devamında dökülen pisliklerin toplumun çoğunluğu tarafından gerçek olarak kavranması ve yarattığı hoşnutsuzluk…
Bütün göstergeler AKP rejiminin sarsıldığını gösteriyor. Akıllardaki soru ise erken seçimle ya da en geç 2023 seçimlerinde iktidar değişikliğinin olup olamayacağı ile ilgili. Ve tabi AKP böyle bir yenilgiyi kabul eder mi?
Erdoğan, siyaseti istediği gibi şekillendirecek stratejiler üretmek ve uygulamak konusunda mahir olduğunu geçmişte gösterdi. Kurduğu ittifaklar, istediğini elde ettikten sonra bu ittifakları dağıtıp yeni rotasında yoluna devam edişi… Örneğin 2015 Haziran seçimlerinin kaybedilmesinden sonra çözüm süreci defteri büyük bir hışımla kapatılmış, Kürt hareketinin de çatışmasızlık durumunu bitirmeye gönüllü olmasıyla çok kanlı geçen bir döneme kapı açılmıştı.
Bu Haziran ayında İzmir HDP binasına yönelik saldırı ve Deniz Poyraz’ın öldürülmesi bu dönemi hatırlatmadı değil. Bu saldırının ışığında ilk şu soruluyor: AKP, iktidarı kaybetmemek için her türlü yolu kullanarak milliyetçi histerinin yardımıyla seçmen desteğini tekrar toparlayabilir mi? Kürt hareketine ya da başka aktörlere yönelik yeni provokasyonlar, siyasi cinayet ya da katliam girişimleri yaşanır mı sorusunun bugünden kesin cevabını vermek mümkün değil ama siyasi gelecekleri adına otoriter iktidarların neleri göze alabileceğinin bir dolu örneği hem Türkiye hem de dünya tarihinde mevcut. 2015 koşullarında değiliz, korkutulmaya ve kutuplaştırılmaya karşı daha bağışıklı bir toplumsal doku var ama provokasyonlara karşı hazırlıklı olmamız gerektiği ortada.
AKP Seçmeni Eriyor mu?
Gelelim iktidar bloğunun yenilgisi adına elzem olan toplumsal destek tabanında belirleyici bir kayıp yaşanıyor mu sorusuna. Muhalifler arasında bu konuda kanıksanmış bir karamsarlığın yaygın olduğunu biliyoruz. Muhalif kamuoyunda 19 yıllık iktidarı boyunca her şeye rağmen iktidara desteğini sürdürdüğü için AKP tabanındaki yoksul halka yönelik “makarnacılar”, “örümcek beyinliler”, “cahiller” gibi çeşitlenen yaftalamalarla küçümseme hakim. Oysa ki AKP’nin kitle desteğinin uzun yıllar konsolide edebilmesinin somut birçok nedeni var: En önemlisi yaşam tarzları üzerinden bir kutuplaşmada muhafazakar yoksul tabanın kendisini AKP’ye yakın hissetmesi, bu kitle üzerinde Erdoğan’ın kişisel karizması, AKP’nin iktidarının önemli bir dönemi boyunca ekonomik refah hissi yaratabilmesi, burjuva muhalefetin yetersizliği… Dünya Bankası’nın geçtiğimiz aylarda yayınlanan Türkiye izleme raporunda “2003 ile 2018 arasında Türkiye’de yoksulluk oranının yüzde 77 gerileyerek yüzde 37.5’ten yüzde 8.5’e” düştüğü ama 2018 sonrası önceki 15 yılın kazanımlarının ciddi oranda eridiği ilan edilmişti. 2003-2018 arası TL’nin Dolar karşısında değer kazandığı (1 Dolar’ın uzun bir dönem 1,5 TL ve altında olabildiği) bir dönemdi. Bu durum bir yanda faizlerin çok düşük tutularak ev, araba gibi refah hissi yaratan tüketimin yaygınlaşmasını diğer yandan da ithal ağırlıklı ekonomide halkın alım gücünün artması sağlamıştı. AKP bu hormonlu büyümeden büyük siyasi kazanç elde etmişti. Şimdi ise ekonominin durumu 2018’de başlayan kriz durumu ve pandemi etkisiyle tepetaklak. AKP tabanındaki yoksul emekçiler de hız kesmeyen enflasyondan, yoksullaşmadan, işsizlikten en çok canı yanan kesim. Ayakta kalmak için debelenen küçük esnaf da aynı durumda.
Seçim anketlerinin ortaklaştığı nokta AKP’den (ve de Cumhur İttifakı’ndan) seçmen kopuşu yaşandığı ama bu kitlenin şimdilik bir siyasi adrese tam kayış yaşamadığı yönünde. Dolayısıyla AKP’ye geri dönüşe hala açık bir kapı var. Bu dönüşün normal koşullarda gerçekleşmesi için iktidar açısından bir başarı öyküsü yaratılması gerekiyor; bu başarı öyküsünün merkez üssü de bugün ekonomi olmalı. Erdoğan o nedenle ekonomik canlanmayı sağlamak adına faiz indirmenin, iç talebi canlandırmanın, sıcak para girişi sağlamak için uluslararası ittifaklara tekrar dahil olmak adına herkesle arayı düzeltmenin peşinde. Ancak ekonomik toparlama imkan dahilinde değil. Aksine yeni bir döviz krizi (sokağa taşınsa da taşınmasa da) iktidarın altından kalkamayacağı bir halk tepkisini tetikleyecektir. Böyle bir durumda MHP’nin AKP ile birlikte yıkıntının altında kalmak istemeyeceğini, Erdoğan’ı ilk terk edenlerden olacaklarını Bahçeli’nin geçmiş performanslarından biliyoruz.
Yakın dönemde AKP’yi en çok yoran muhalefet biçiminin yoksulluk, ekonomik kriz temelli konular olduğunu iktidarın verdikleri tepkilerden görmek mümkün. Ülke çapında Merkez Bankası’nın 128 milyar dolarlık rezervine ne oldu sorusunun gündem olmasını engellemek için yapmadıkları kalmadı.
Giderler mi?
Sosyalist addedilen entelektüeller arasında “AKP nasıl gider?” tartışması revaçta. İktidarın zayıflama emarelerindeki artışla birlikte Sol portal, Birgün ve Cumhuriyet yazarları arasında hem AKP’nin iktidara gitmemek üzere yapışmasının engellenmesinin nesnel ve öznel imkanları var mı hem de muhalefet bu süreçte nasıl davranmalı üzerine akıl yürütmeler yaygınlaştı. Tartışmanın yürütücüsü Korkut Boratav, Oğuz Oyan, Ergin Yıldızoğlu gibi isimler farklı kavramlaştırmalar kullansalar da özünde iktidarın faşist olduğu konusunda ortaklaşıyor. Faşist bir diktatörlüğün seçimi kaybedince gitmesinin yolları için muhalefete yol haritası önermek daha önce görülmemiş bir komedi olsa gerek. Faşist bir rejimde muhalefet iktidarı alt edecek kadar güçlü olabiliyormuş, bu muhalefet cesaret gösterebilirse iktidar seçimi kaybettiğinde ısrarcı olmuyormuş… Kendi faşizm analizlerini kendileri yalanlıyorlar, farkındalar mı bilinmez.
Bahsi geçen yazarların ortaklaştığı bir diğer nokta da AKP iktidarı sonrasına yumuşak bir geçişe karşıtlıkları. Böyle bir karşıtlık görünce insan, “devrimci bir dönüşüm” çağrısı filan bekliyor. Yok. Ana gündemde laiklik var; yumuşaklık-sertlik bu noktadan belirleniyor. Ülke kaynakları talan edilmiş, yolsuzluk görülmemiş bir açlıkla hüküm sürüyor; enflasyon 90’lar seviyesine gelecek; işsizlik-yoksulluk can yakıyor… Siz bugünden ana derdinizi laiklik yapıyorsanız ne genel olarak sosyalist mücadelenin temel dinamiklerini ne de yoksul emekçileri AKP’den koparmanın gereklerini anlamamışsınız demektir. Ülkede sosyalist geçinenlerin bir kısmı kimlik siyasetine batmış sol liberallerden oluşuyor, kalanların büyük çoğunluğu da Cumhuriyetçi ufuktan ötesini göremiyor. Yoksa yol haritası olarak 61 anayasası nasıl önerilir!
Gelelim asıl soruya… Seçimleri hiçe sayarlar mı? Ne olursa olsun iktidarı bırakmayız derler mi? AKP bloğu ekonomik çöküntü ve halk tepkisinin neticesinde çatırdamaz ve kendi bütünlüğünü seçime kadar koruyabilirse işler sertleşecek ve pisliğin dozu artacaktır. Cumhur İttifakı’nın yenilgisinin aleni olduğu hallerde bile zafer ancak dişe diş bir mücadeleyi göze alan bir muhalefet tarafından söke söke alınabilir. Ki bu dişe diş mücadele de Gezi direnişini yaratanların toplumsal kompozisyonunun ötesine geçebildiği, yoksul muhafazakar emekçileri de bünyesi katabildiği oranda kazanabilir.
Ama ya işler olağan seyrinin dışına çıkarsa. Yoksulları sokağa dökecek kadar öfkelendirdiği oranda rejimin geleceğini de tehlikeye atacak büyüklükte bir ekonomik kriz hali kendini gösterirse. Yeni bir döviz krizi yaşanırsa – ki enflasyon rakamları yükselirken faizleri indirmeyi zorlarlarsa olmayacak iş değil – halkın öfkesiyle o koltuklarda kalmaları zor olur. Kitlesel işsizlik, yüzde 40-50 bandına yükselmiş bir enflasyon, iflaslar dalgasının yaratacağı bir çöküntüde şansları olmaz. Elbette ki bizim ekonomik krizin derinliğini belirleme şansımız yok. Ama kriz derinleştiğinde yoksul halkın öfkesinin sokağa taşabilmesi için muhafazakar yoksul emekçilerle devrimci bağlar kurma imkan ve görevimiz var. İşte önümüzdeki büyük görev de budur.