Fransa'da Sarı Yelekliler: Müdahale Etmeden Değiştiremezsiniz! – Güneş Gümüş

Fransa'da Sarı Yelekliler: Müdahale Etmeden Değiştiremezsiniz! – Güneş Gümüş

Fransa, iktidarı derin kaygılara sevk eden bir isyan dalgasıyla sarsılıyor. Fransa’da akaryakıt vergilerine yapılan zam sonrasında ilk olarak 17 Kasım’da sosyal medyada bir tır şoförünün çağrısıyla ile başlayan eylemler, otoyol işgallerinden Macron’un istifası talebine kadar uzandı. Avrupa Birliği İstatistik Kurumu Eurostat’a göre Avrupa’da en pahalı ev kiraları aylık ortalama 2500 euro ile Paris’te. Neoliberal bir perspektifle kamusal ulaşım hizmetleri de giderek zayıflatılan Fransa’da büyükşehirlerdeki kiralara gücü yetmeyen alt sınıflar açısından kırsalda yaşayıp çalışmak için sürekli arabalarla büyükşehirlere taşınmak, yaygın bir durum. Harcama kalemlerinin en büyüklerinden biri de dolayısıyla akaryakıt giderleri oluyor. Mesela her gün işe gitmek zorunda olan genç bir emekçinin maaşı 1700 euro kadarken (asgari ücret yaklaşık 1500 euro) yakıt masrafları 400 euroyu buluyor; maaşı 1000 euroya ulaşmayan emekliler ya da yine ortalama 1000 euro civarındaki işsizlik maaşıyla geçinenler açısından tablo daha vahim. 2019 başından itibaren akaryakıt ücretlerini daha da artıracak bu zammın neden bu derece bir öfkenin tetikleyicisi olduğu sorusunun cevabı da burada.

Sistemin Krizini Derinleştirmek

Fransa’da bütün çalışanların üçte ikisi, 17 milyon çalışan, belediye sınırlarının dışında çalışıyor. Bu kitlenin yaklaşık %80’i ulaşım için kendi aracını kullanıyor. Fransa’da araçlarda %80 oranında motorin kullanılıyor ve sadece geçen yıl motorin fiyatlarına %23 zam geldi.

2008 krizinden derinden etkilenen Avrupa’da ekonomi bir türlü toparlanamadı. Tabii Avrupa Merkez Bankası sermayeye düşük faizlerle bolca para aktarmakta hiç sıkıntı çekmiyor. Fatura da emekçilere ve yoksul halka kesiliyor. Bu süreçte çalışma saatlerinden emeklilik sistemine, sağlık hakkından vergilere kadar birçok alandaki saldırılar sonucunda emekçi halkın sırtındaki yük artmış durumda. Fransa egemenleri de bu konuda geri kalmıyor. 2016 yılında iş yasasındaki büyük değişikliklere karşı yüz binleri harekete geçiren “Gece Ayakta” (Nuit Debout) eylemleri, meydan işgalleri yaşanmıştı. Macron, bu emekçi düşmanı çizgiyi daha da ileri taşıyor. İşçi ve yoksul düşmanı söylemi hiç çekinmeden kullanan Macron, geniş kitleler tarafından zenginlerin-patronların başkanı olarak nitelendiriliyor. Macron, Fransa’da ekonomi çok iyi gidiyormuş gibi Fransız egemenlerinin çıkarları doğrultusunda gelecek dönemde Merkel’le birlikte “Avrupa ordusu” için milyon eurolar akıtmayı hedefliyor.

Fransa’daki ulusal demiryolu şirketine saldırılar aracılığıyla hükümet, 11 bin kilometrelik demiryolu ağını otoyollar lehine kaldırmak istiyor. Bir yandan da Fransa kökenli Total firmasını vergilerden muaf tutup maden arama faaliyetlerinde ona sınırsız yetki sağlıyor.

Macron, cumhurbaşkanlığı seçiminde merkezin erimesinin yarattığı siyasal boşluk sayesinde seçilse de hızla zaten az olan toplumsal desteğini kaybetti. Geçtiğimiz yazdan beri hükümette yaşanan istifalar toplumsal destekteki bu zayıflamayı da yansıtıyor. Zayıf bir iktidar olmasına rağmen yoksul halka yönelik saldırgan dili ve uygulamalarıyla, Macron, iktidarına yönelik hoşnutsuzluğu pekiştirdi ve akaryakıt zamları üzerinden sarı yeleklerle sembolize olan bir toplumsal patlamayı tetikledi.

Böylesine kriz koşulları işlerin aynı şekilde sürmesinin propagandasını yürüten merkez siyasetlerin erimesini de beraberinde getirdi. Örneğin Fransa’da ilk defa Macron’un seçildiği cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ikinci tura merkez sağ ve soldan bir aday kalamadı. Sadece Fransa’da değil dünyanın dört bir yanından radikal çözümler öneren siyasal aktörler güçleniyor. Radikal sol, sistem karşıtı öfke ve mücadeleye önderlik etmezse/edemezse aşırı sağ içi boş demagojileriyle boşluğu dolduruyor. Bakınız İtalya, Brezilya, ABD. Yani işçi sınıfı ve devrimci hareket açısından hem fırsatların hem tehlikelerin olduğu bir dönem. Kimin kazançlı çıkacağını oynanan politik roller belirliyor, belirleyecek. Bu açıdan 300 bin kişiyi harekete geçiren, toplumun %70’inden fazlasının desteğini kazanan bu isyan dalgasında aşırı sol ve sağın oynayacağı-oynayamayacağı roller belirleyici olacak. Fransa geleneksel olarak faşist hareketin, aşırı sağın zemin bulduğu bir ülke. Macron hükümetine karşı bu öfkeyi kendi çıkarına kullanmak isteyen Marine Le Pen gibi aşırı sağcı liderler bu eylemlere ilk elden destek açıklamaları yaptı. Bugün Fransa’da gelişen bu kitle hareketinin sosyalist solun etkisinin dışında kalması, aşırı sağın alanını açacağından daha da tehlikeli.

Sarı Yelekliler Hareketi ve Radikal Sol

İktidar ve hükümet yanlısı medya tarafından sürekli kötülenen, güçlü sosyalist partilerin-sendikaların temkinli yaklaştığı bu hareketi bileşimi nasıl? Öncelikle sarı yelekliler hareketinin homojen bir yapısı yok; işçiler, küçük köylü, küçük burjuva, emekliler ve işsizler gibi alt sınıflardan birçok unsuru bünyesine kattığını söylemek lazım. Politik olarak da kitlesi homojen değil. Ancak hareketi zayıflatmak adına yapılan aşırı sağla ilişkilendirmenin gerçek dışı olduğunu; bu unsurların ancak kitle içinde ufak bir azınlık olduğunu belirtmek gerek.

Eylemler sosyal medya üzerinden tetiklendi ve öyle de devam ediyor. Örgütleyici bir parti, sendika, kitle örgütü bulunmuyor. Yüz binler, hükümetin tehditlerine, artan polis şiddetine rağmen eylemlere katılıyor. Ani bir tepki olarak patlayan bir kitle hareketi var karşımızda. Homojen olmayan yapısı da hareketin derinliğini, etki kapasitesinin genişliğini gösteriyor. Toplumun büyük çoğunluğu tarafından da destekleniyor.

2018 baharında CGT, Macron yönetiminin Ulusal Demiryollarının (SNCF) özelleştirilmesi saldırısı karşısında demiryolu işçilerinin grevini yalnız bırakmış; demiryolu işçilerinin %95’inin desteklediği grevi bitirme çağrısı yapmıştı.

İktidar, eylemlerin sürmesi kadar bu hareketin işçi grevleriyle, öğrenci hareketiyle birleşmesinden ve/veya onları da harekete geçirecek daha büyük bir isyan dalgası ihtimalinden tedirgin oluyor. Ancak ülkedeki en militan sendikal konfederasyonların ve sosyalist partilerin harekete burun kıvırmasıyla iktidar rahatlıyor desek abartmayız. İktidar ve sermaye, ismi dışında hiçbir yanı komünist olmayan Komünist Parti’ye yakın CGT – Genel Emek Konfederasyonu’na (Confédération Générale du Travail) hem hareketin kamuoyunda kötülenmesi hem de güçlenmesinin engellenmesinde teşekkür borçlu.

Geniş kesimleri içine alan bir hareketten bahsediyoruz; elbette ki CGT üyesi birçok işçi de eylemlere katıldı. Ancak işçi sınıfı hareketinin grevleriyle, sokak eylemleriyle bu isyana güç vererek ona yön vermesi önünde CGT yönetimi engel olarak duruyor. İlk günlerde CGT lideri Philippe Martinez eylemlerin meşru taleplere sahip olduğunu ifade etse de hareketin Marine Le Pen’in Ulusal Cephesi kontrolünde olduğunu ima ederek eylemlere katılmayacaklarını söylemiş, bu tavrı örgütlemişti. Martinez, krizin yükünün vergiler yoluyla alt sınıflara kesilmesine karşı isyan eden sarı yelekliler hareketiyle işçi sınıfı karşıt çıkarlara sahipmiş gibi, “bizim talebimiz ücret artışı” diye çıkış yapmıştı. Tam da eyleme geçenlerin içten içe sendikalara mesafe hissetmesini sağlayacak hareketler!

Eylemler büyüdükçe tabanın ve toplumun basıncı altında kalan CGT liderliği her yıl Aralık ayının ilk cumartesi günü yaptıkları ve sarı yeleklilerin ikinci büyük eylem günü olan 1 Aralık’a denk gelen geleneksel işsizlik karşıtı yürüyüşü “ücretler, iş ve toplumsal adalet” için seferberlik gününe çevirerek bu harekete destek verdikleri görüntüsü yaratmak istedi. Tabii söz konusu düzene sadık sendika liderliği olunca görüntü ile gerçeklik bambaşka oluyor. Sarı yeleklilerin eylem alanından uzakta, topu topu 2 bin kişinin katıldığı “dostlar alışverişte görsün” tadında bir günlük bir eylemle CGT üyesi emekçilerle sarı yelekliler hareketi arasında gerçek anlamda bir etkileşimin olmayacağı aşikar.

Gramsci daha 1930’larda Batı’nın gelişmiş kapitalist ülkelerinde sistemin kendini sadece devlet aygıtının zor gücüyle değil toplumsal yaşama dağılmış kimi zaman sosyal demokratlar, kimi zaman sendikalar, kimi zaman komünist partiler eliyle nasıl güvenceye aldığı konusunda uyarmıştı. Bu yapılar; işler çığırından çıktığında/çıkma eğiliminde olduğunda kitleleri düzenin devamına ikna etmeye yarayan emniyet sübabı oldular, oluyorlar, olacaklar. Bugün Fransa’da neoliberal saldırıların yürütücüsü Macron iktidarına karşı bir kitle hareketi ortaya çıkmışken CGT liderliğinin oynadığı rol tam da bu.

Bu pozisyon sadece CGT ile sınırlı da değil. NPA liderliği de (Olivier Besancenot gibi) bu harekete mesafeli yaklaşıyor. Parti içinde farklı eğilimler destek yönünde propaganda yapsa da NPA liderliği, 1 Aralık’taki sarı yeleklilerin Şanzelize (Champs-Elysées) caddesindeki büyük eylemine bile katılım çağrısı yapmadı.

Nasıl bir Devrimci Müdahale?

Hareketin nefesinin nereye kadar gideceğini kesin olarak öngörmek elbette mümkün değil. Hareket içinde bölünmeler, uzlaşma eğiliminde olanlar olacaktır. Ki dün kendilerine “bağımsız sarı yelekliler” diye bir grup bazı taleplerin karşılanması temelinde hükümetle anlaşmaya hazır olduklarını ifade eden bir metin yayınladı.

Hareketin geleceği açısından işçi sınıfının örgütlü katılımı, eylemlerin taleplerinin genişleyerek ülkenin yoksul, emekçi çoğunluğunu içine alacak bir dalgaya dönüşmesi elzem. Bu görev de Fransa’da güçlü temellere sahip radikal sola düşüyor. Lenin’in belirttiği gibi devrimci görev kitleleri dönüştürmek üzere müdahale etmektir; işçi sınıfının her şeyiyle devrimden taraf olacağı anı – ki böyle bir an kendiliğinden gelmeyecek – beklemek değil: “…komünistlerin bütün görevi, bilinçlenmede geç kalanları inandırmayı bilmek, onların arasında çalışmayı bilmektir, yoksa çocukça uydurmalardan başka bir şey olmayan ‘sol’ sloganlar ileri sürerek onlardan ayrılmak değildir” (Lenin, Komünizmin Çocukluk Hastalığı “Sol” Komünizm, s. 47).

Fransa’da bugün devrimci görev, sosyalist solun sarı yeleklilerin eylemlerine kendi renk ve söylemleriyle katılarak öfkeli kitleleri kapitalizme karşı mücadeleye kazanmasıdır. Devrimci Marksistler eyleme geçen kitlelerin talepleriyle düzen karşıtı perspektifler arasında bir köprü kurmayı başarmalıdır. Bir yandan da işçi sınıfının öncü kesimlerini, sendikalarını, iktidara karşı daha güçlü bir isyan dalgasının yolunu açmak üzere bu harekete kendi grev ve sokak gösterileriyle katılmaya, tabandan basınç yaratarak ikna etmek gerekir.

Kitle Çalışmasının Temel Meseleleri yazımızda söylediğimiz gibi devrimci sıfatının hakkını vermek için “yönetici sınıfı sarsan kriz koşullarında onu daha da zora sokacak, krizini derinleştirecek politikalar üretmek ve bu politikaların ulusal çapta etki kazanacak şekilde hayata geçebilmesi için sömürülen-ezilen yığınların önderliğini kazanarak onları harekete geçirebilmek gereklidir. Kitlelerin önderliğini kazanma, devrim anının meselesi değil; bugünden o ana kadar sürecek bir mücadelenin; kitle çalışmasının ürünüdür.”

KATEGORİLER