Festival Yasakları, Gülşen’in Tutuklanması: İktidar Neyi Hedefliyor?

Festival Yasakları, Gülşen’in Tutuklanması: İktidar Neyi Hedefliyor?

Şu açık bir şekilde görülüyor ki Türkiye normal bir seçim atmosferi yaşamayacak. Sokakta şiddetli bir baskının süregideceği, yasakların eksik olmayacağı, iktidara ve dayattığı kültürel-dini-politik kodlara aykırı hareket edenin veya eleştiri getirenin iktidarın emirerine dönüşen yargı sopasıyla hizaya çekilmek isteneceği bir sürecin içerisindeyiz. 

Gülşen’in tutuklanması çarpıcı bir örnek. Gülşen bir süredir kıyafetleriyle, sahne şovlarıyla, LGBT bayrağı açmasıyla ve bunlar karşısında istenilen geri adımı atmamasıyla hedefteydi. Geçtiğimiz yıl kıyafetini eleştirenlere de “Ne giydiğime, ne düşündüğüme, nasıl yaşamak ve var olmak istediğime sadece ama sadece kendim karar verebilirim.” yanıtını vermişti.

Topluma kendi kültürel ve dini kodları üzerinden bir gömlek dikmek isteyen iktidarın beslediği bu linç kültürüne karşı sessiz kalmaması ve kendini savunması sonrasında hemen her fırsatta Gülşen’in çeşitli gerekçelerle gündeme getirildiğine tanık olduk. Nihayetinde Nisan ayında verdiği bir konserde imam hatiplilerle ilgili olarak söylediği bir söz bahane edilerek apar topar tutuklandı.

Bugüne kadar ülke sınırları içerisinde ne hırsızlıklar ne yolsuzluklar ne skandallar zuhur etti; birçoğu hasıraltı edildi. Burada yargının ortaya koyduğu adaletsizlikle veya ikiyüzlülükle ilgili bir yorum yapmak yersiz. Namaz kılmayanlar öldürülebilir sözüne yargının kılının kıpırdamadığı, aynı gün yüzlerce milyon dolarlık rüşvet skandalına karşı sessiz kalındığı bir ortamda Gülşen tutuklanıyorsa elbette politik amaçlar kararın belirleyicisi olarak irdelenmelidir.

Son yapılan anketler AKP’nin birinci parti olamama ihtimalinin bile güçlü olduğunu gösteriyor. Bugüne kadar girdiği her seçimden zaferle ayrılan Erdoğan için kötü haber. Üstelik erimeyi tersine çevirebilecek bir emare kapıda görünmüyor. Ekonomik kriz toplumu yoksulluğun pençesine iterken geriye bir seçenek kalıyor. Bugüne kadar olduğu gibi toplumda kronikleşen kutuplaşma mekanizmalarını harekete geçirmek… İktidarın bu konuda cephanesinin tükenmeyeceğini biliyoruz. 

Topluma kendi kültürel hegemonyasını kabul ettiremeyeceğini gören iktidar çareyi karşısında var olanı yasaklamakta arıyor. Neredeyse son bir yıl içerisinde 14 tane festival yasaklandı. İktidar mümkün olduğunca, özellikle gençliğin bir araya gelebileceği her düzlemi engellemeye çalışıyor. Çünkü kalabalık gençlik gruplarının bir araya geldiği yerlerde hem iktidarın toplumun genç kesimleri üzerindeki hegemonyasının ne kadar zayıf olduğu ortaya çıkıyor hem de birçok sefer gördüğümüz üzere iktidarın hoşuna gitmeyen sesler daha yüksek çıkıyor. İşsizliğin bu kadar derinleştiği, iş bulan gençlerin kölelik koşullarına mahkum edildiği, eğitim sisteminin yerle bir olduğu ve geleceksizliğin hüküm sürdüğü bir coğrafyada başka türlüsü zaten mümkün değil.

Öte yandan muhafakazar emekçi kesimlerin de özellikle ekonomik kriz ve buna bağlı olarak oluşan hayat pahalılığı, geçim sıkıntısı gibi sorunların etkisiyle iktidarla arasındaki bağların zayıfladığını görebilmek mümkün. Fakat bu zayıflama doğrudan bir kopuşa yol açmıyor. Özellikle de durumundan hoşnut olmayan emekçi kitlelerin burjuva muhalefete doğru toplu bir kayış yaşadığını söylemek zor. Çünkü karşılaşılan zorlukların çözümüne dair muhalefetin hayata kendi pencerelerinden bakmadığının hemen herkes farkında. Böyle olunca iktidarın kültürel ve dini kamplaşmalar üretme çabası kendisine geniş bir alan kazanıyor. Özellikle muhalefet cephesinden Gülşen meselesinde gelen amalı, fakatlı açıklamalar muhalefetin bu konuda ne denli kırılgan olduğunu gösteriyor. İttifakın İslamcı ortağının gazetesinin “Sapkın hadsizleşti!” başlığını attığı bir ortamda muhalefetten tutarlı bir özgürlük ve demokrasi mücadelesi vermesi beklenemez.

Gülşen’in tutuklanması, festival ve konser yasakları gibi süreçlerle daha çok karşılaşacağız. İktidarın sözcüleri, kalemleri, trolleri, yargısı toplumda nefret iklimini körüklemek için hazır kıta bekliyor olacaklar. Mesele bu toplumsal kutuplaşmanın ve yaratılmak istenen nefret ikliminin nasıl aşılacağı üzerine kafa yormaktır. Kültürel kimlikler, laik-muhafazakar eksenli ayrışmalar üzerinden hareket ederek inşa edilecek bir muhalefet tam da iktidarın istediği sahada top oynamak anlamına gelecektir. Buradan baskılar, yasaklar karşısında sessiz kalınması gerektiği anlamı çıkarılmamalı. Sadece kutuplaşmanın ekseni toplumsal muhalefete asıl gücünü veren nokta üzerinde belirlenmelidir: Sınıfsal eşitsizliğin bu kadar derinleştiği, yoksullaşmanın tam da iktidarın sıkılaştırmaya çalıştığı yoksul emekçi kesimler üzerinde derin izler bıraktığı bir dönemde mücadele emekçi sınıfları laik-muhafazakar, Alevi-Sünni, Kürt-Türk fark etmeksizin bir araya getirecek şekilde kurulmalıdır. Demokrasinin, özgürlüklerin sınırları ancak böyle bir sınıfsal kutuplaşma üzerinden genişletilebilir. Ancak sınıf mücadelesinin yan yana getirdiği farklı kimliklerden emekçilerden birbirilerinin yaşam tarzlarıyla, dini inanışlarıyla vs. empati kurması beklenebilir. Öteki türlüsünü 20 yıldır deneyimliyoruz. Buranın istenilen sonucu vermediği görülmüştür diye umuyoruz.

KATEGORİLER