Demirel, Japon İmparatoru, Deniz Gökçe… Akıl Tutulması – Güneş Gümüş
Toplumun en az yarısında AKP’nin yarattığı yeni Türkiye’den duyulan memnuniyetsizlik o kadar güçlü ki muhalefet cephesinin parçası olanlar AKP’ye yüklenmek adına burjuva liberalizminin en pespaye örneklerine sarılabiliyorlar. AKP’nin burjuva düzenin bir sonucu olduğunu idrak edemeyince saçma sapan örnekler karşımıza çıkıyor. Bir gün Japon imparatoru, diğer gün başka bir emperyalist gücün tepesindeki o ya da bu isim işin özünü değiştirmeyen göstermelik hareketleri nedeniyle iyi örnekler gibi önümüze sunuluyor.
En son örneklerden birisi; çoğunlukla AKP karşıtları tarafından takip edilen Mahfi Eğilmez’in geçmişte Asaf Gündüz Akat ve Deniz Gökçe ile yaptığı Ekodiyolog programını hatırlatan tweeti sonrasında bahsi geçen programa düzülen övgüler. Görünce “ne kadar saçmalıyorlar” diye düşünmeden edemedim. AKP neredeyse bütün medya kanallarını ele geçirip kendisine yönelik en ufak bir eleştiriye tahammülsüz diye süzme liberal-TÜSİAD yorumcuları Deniz Gökçe ve Asaf Savaş Akat’a mı özlem duyacağız.
Ya da AKP ve şürekasının işi gücü şatafat diye Japon mafyası Yakuza’yı kendi meşruiyetini sorgulayanlara karşı uzun yıllar kullanmış, muhafazakar-gelenekçi Japon imparatorluk geleneğinin sadeliğine mi övgüler düzeceğiz.
Kanada Başbakanına imrenmenin üzerinden daha çok geçmedi; ama bu genç burjuva politikacısı büyük bir inşaat şirketinin yolsuzluk soruşturmasına müdahale etmek üzere Adalet Bakanı’na baskı yapmaya uzanan suçlamalar nedeniyle koltuğundan olma tehdidi altında.
Demokrasi Ama Nasıl?
Vurgulayarak başlayalım kapitalizmle demokrasi arasında vazgeçilmez bir birliktelik filan yok. Kapitalizm açısından aslolan sistemin bekasıdır; güdük liberal demokrasi ihtiyaç halinde bir kenara rahatlıkla bırakılabilir. Tarih bunun örnekleriyle dolu, Nazileri hatırlatalım yeter! Batı tipi burjuva liberal sistemleri de AKP/Erdoğan gibi örnekleri de ihtiyaç duyduğunda kullanıyor. ABD’de Trump ihtiyaç haline gelebiliyor.
Gelelim Türkiye gibi geç kapitalistleşmiş ülkelere… Durum buralarda daha da vahim. Bir kere tarih sahnesine geç çıkmış bir burjuvazinin Batı tipi bir parlamenter demokratik bir kurumsallık yaratması mümkün değil. Görünürdeki “ileriliğine” rağmen güdük olan Batı demokrasisinin geri planında toplumsal hegemonyasını kurabilme kapasitesi gelişkin olan bir burjuvazi var. Yani toplumsal çelişkiler onu rıza yerine sopaya daha çok sarılmaya itmiyor. Toplumu kendi önderliği altında toplama kapasitesi yüksek, ama sınırsız değil ve içerisinde bulunduğumuz tarihsel kesitte bu yetenekleri giderek azalıyor. Emekçi sınıfların ciddi eylemleri sonrası sopayı kullanmaktan çekinmeyeceklerdir. Sarı Yelekliler protestolarında Fransız devlet geleneği ne kadar vahşileşti ki henüz önderliksiz sınırlı bir programla sokağa çıkan kitleler söz konusuydu.
Troçki’nin Sürekli Devrim tezlerinde belirttiği gibi tarih sahnesine geç çıkan burjuvazinin toplumsal hegemonyası zayıf, kendisi korkak ve aciz olacaktır. AKP karşısında TÜSİAD’ın tavrına bakarsanız ne demek istediğimi anlarsınız. Dolayısıyla bırakın güdük burjuva demokrasisini işletmeyi, kendisine arpalık bağlayanlara uzun vadeli çıkarlarına aykırı bile olsa tabiyet söz konusu.
Kısacası bizim gibi ülkelerde demokrasi sorunu da devrim sorununa bağlı. Türkiye cumhuriyetinin potansiyeli ortada; tarihini tek adam rejimleriyle, darbelerle, 1990’lar gibi sola ve ezilenlere yönelik karanlık dönemlerle geçmiş bir ülkeden bahsediyoruz. Ülkede sınıfsal uçurumlar derin, etnik ayrışmalar güçlü; bu koşullar altında olağanüstülüklerle dolu bir rejim çıkmasından başka yol bulunmuyor. Bu olağanüstülük sağdan mı olacak devrimci soldan mı? Dolayısıyla AKP karşıtı propagandanın odak noktası liberal demokrasi değil; sosyalizm olmak zorunda!
Elbette ki AKP ve yarattığı keyfiyet rejimini eleştirmek, ifşa etmek önemli ama bunu yaparken ikiyüzlü liberal burjuva zırvalara sığınmaya hiç gerek yok. Kapitalizmin yarattığı bütün bu pislikten bir devrimle kurtulmadan bize ne rahat, ne de demokrasi imkanı var.