Bir Sonraki Maç: AKP-Stadyum – Engin Kara
Ortadoğu’dan Latin Amerika’ya bir dizi bölgede önemli direnişler yaşandı yakın zamanda. Mısır – Türkiye – Brezilya son ayların en önemli üçgenini oluşturdu. Aynı anlam ve derecede olmasa da, üçünde de sporun siyasete, özellikle de tabandan yükselen siyasete ne denli müdahale kapasitesi olduğunu gördük bu süreçte. Mısır’da Mübarek’in sonunu getiren eylemlerden Mursi’yi deviren eylemlere kadar, futbol taraftar gruplarının etkisi önemliydi. Benzer şekilde Türkiye’de de Haziran Günleri boyunca, siyasi alternatifsizliğin bir sonucu olarak taraftar grupları, özellikle Çarşı, kitlelerin sempatisini kazandı. Yine başta Çarşı olmak üzere, diğer takımların sol taraftar grupları da direnişler boyunca çatışmalarda ön plandaydılar. Brezilya’da ise, önümüzdeki 3 yıl boyunca düzenlenecek olan uluslar arası spor organizasyonlarının emekçilere kestireceği fatura, futbol maçlarının da direnişin hedefi haline gelmesine neden oldu.
Dünya’daki Mücadele Dalgalarındaki ‘Meksika Dalgaları’
Mısır’da taraftar grupları, hem Mübarek’in devrildiği eylemlere hem de sonrasında gelen askeri yönetime karşı yapılan protestolara aktif katılım göstermişlerdi. Mısır’da taraftar gruplarının politik tavır alması çok öncelerden süregelen bir durum. El Ehli futbol takımının grubu Ultralar, Mübarek’e karşı başlatılan eylemlerin başından itibaren sürecin aktif bir bileşeni oldular. Ultralar grubunun sahip olduğu devrimci tavır Mısır egemenlerini rahatsız etmişti. Nitekim Ultralar’ın ‘Kahrolsun Cunta’ sloganını attıkları maçtan bir sonraki maç, El Ehli taraftarları için katliama dönüşecekti. Rakip takım taraftarlarından bıçaklı saldırganlar tarafından başlatılan provokasyon, polisin El Ehli taraftarının çıkış kapılarına kilit vurmasıyla büyümüş, çıkan olaylarda 74 kişi hayatını kaybetmişti. Katliamı protesto eden eyleme de polis saldırmış, 3 taraftar da burada öldürülmüştü. Mısır’daki bu örnek, Ultralar grubu ve iktidarların bu gruba yönelik saldırıları, sokakların siyasete egemen oldukları anlarda, taraftar kitlelerinin siyasetteki etkisini göstermesi açısından önemlidir. Mısır’daki süreç sadece politik sloganların stadyumlara taşınması şeklinde kalmamış; geçen Eylül ayında henüz yaşanan katliamın davası sona ermemişken futbol ligini başlatma kararı alan futbol federasyonu da eylemlerin bir hedefi haline gelmişti. Son süreçte ise, Mursi’nin gidişini hazırlayan eylemlerin yine statlara yansıması, gidişinin kesinleşmesi sonucunda Mursi için en yumuşak düşüşü sağlayarak iktidara el koyan askerin ligleri erken bitirmesine yol açtı. (Benzer bir durum 2011’de Cezayir’de de yaşanmıştı. Tunus’ta kitlelerin başlattığı ayaklanmanın Cezayir’e de sıçraması sonucunda, Cezayir Futbol Federasyonu, eylemleri daha fazla ateşleyeceğini düşündüğü için futbol maçlarını iptal ediyordu.)Futbol başta olmak üzere spor dallarında gösterişli organizasyonlar düzenlemek, futbolun sermayedarları için olmazsa olmaz bir lüks. Emperyalist sistemin temsilcileri Afrika kıtası üzerindeki yeni çıkarları doğrultusunda ideolojik bir propaganda aracı olarak 2010 Dünya Kupası’nı Güney Afrika’da düzenlemişlerdi. Bırakalım lüksü, yiyecek yemeği bile zor bulan milyonları barındıran Afrika gibi bir kıtada girişilen bu organizasyon, doğrudan sınıf savaşımını etkilemişti. Statların inşasında çalıştırılan işçiler, kölece uygulamalara karşı grevlere gitmiş; maçlar esnasında ücretlerini alamayan güvenlik işçileri eylemlere başlamışlardı. Bu da polis terörünü doğurmuştu. Spor, Güney Afrika’da da sokakların canlanmasında etkili olmuştu.
Güney Afrika’daki durumun bir benzeri, bu sene Brezilya direnişinde de ortaya çıktı. Brezilya halkı, belki Türkiye ile benzer bir şekilde, kapitalist sistemin çarkları altında gün geçtikçe yoğun sömürüye ve baskıya maruz kalıyordu. AKP diktatörlüğüne öfke besleyen milyonların Gezi Parkı kıvılcımı üzerinden harekete geçmesi gibi, Brezilya’da da kitlelerin birikmiş öfkesine kıvılcım görevi gören, ulaşıma yapılan zamlar olmuştu. Eylemler boyunca sokakları dolduran kitleye motivasyon sağlayan konulardan biri de Brezilya’da gerçekleşecek olan 2014 Dünya Kupası ve 2016 Olimpiyatları oldu. Milyonlar geleceksizliğe sürüklenirken, Brezilya hükümetinin sağlık, eğitim gibi kamu harcamaları yerine bu iki organizasyon için büyük miktarlarda para sarf etmesi, direnişçilerin organizasyonlara karşı refleksler üretmelerine neden oldu. Eylemler süresince, protestoların odak noktalarından biri de, devam etmekte olan Konfederasyon Kupası’nın maçlarıydı. Bunun yanı sıra, Mısır’da ve Türkiye’de de hepimizin şahit olduğu futbol forması ile direnişe gelen eylemciler, Brezilya için de geçerliydi. Corinthians takımının taraftarları, direnişe katkı sunan taraftar gruplarının başında geldi.
Polisin TOMA’sı Varsa, Çarşı’nın POMA’sı Var: Türkiye
Türkiye’ye döndüğümüzde yine aslında politikadan uzak olmaya bir taraftar kitlesiyle karşılaşıyoruz. Haziran Günleri’nde taraftar gruplarının aktif katılımı, şaşılası bir olay değildi. Beşiktaş’ın taraftar grubu ‘Çarşı’ ile, Galatasaray ve Fenerbahçe’nin sol eğilimli taraftar grupları ‘Tekyumruk’ ve ‘Sol Açık’ toplumsal muhalefete destek veren gruplardı. Taraftar grupları 1
Mayıs’larda da kortejler oluşturuyorlardı. Bu sene de, çatışmalı geçen İstanbul 1 Mayıs’ında, taraftar grupları yine yerlerini almışlardı.Türkiye futbolunun yakın geçmişine bir göz atarsak, 2011’in başlarında, Galatasaray’a yapılan yeni stadın açılışının, futbol camiasını etkileyen eylemlerden birine şahit olduğunu görüyoruz. 15 Ocak’ta Ajax’la yapılacak olan açılış maçına konuşma yapmak üzere katılan Tayyip Erdoğan, isminin anons edilmesiyle, taraftarların çok büyük çoğunluğu tarafından yuhalanmaya başlamış, maç sona ermeden stadı terk etmek zorunda kalmıştı. Beraberindeki dönemin TOKİ Başkanı (şu anda Çevre ve Şehircilik Bakanı) Erdoğan Bayraktar, dakikalarca süren protestoya rağmen, yüzsüzce konuşmasını tamamlamaya çalışmıştı. Olayın ardından GS kulüp yöneticilerinin iktidar yanlısı açıklamaları, taraftarları daha da politize etmişti (Şunu da eklemek gerekiyor. Eylemden çok sonra, Galatasaray’ın şu anki başkanı Ünal Aysal, bir gün iktidar yalakalığı ilacını biraz fazla kaçırmış olacak ki, bu eylemi gerçekleştirmiş olan takımın 25 milyon taraftarının 20 milyonunun AKP’ye oy verdiğini iddia etmişti).
Yine yakın zamanlarda futbolu politize eden olaylardan birisi de Şike Davası olmuştu. AKP giderek diktatörleşirken, etkili olmakla yetinmeyip tamamen ele geçirmeye çalıştığı alanlardan biri de futbol oldu. Aslında sermayenin prangalarına sıkışmış olan spor dallarında belki her gün oynanan kirli oyunlara pek dokunmadan, iktidarını sağlamlaştırmak için futbol sermayedarları üzerinde baskı unsuru olarak kullanılan Şike Davası, AKP’nin futbol üzerindeki hegemonyasını sağlamlaştırmasına yaradı. Yine bu süreçte Yıldırım Demirören ile birlikte yenilenen Futbol Federasyonu da artık AKP’lilerden ve AKP’ye yakın isimlerden oluşuyordu. Takip eden dönemde, taraftarların AKP’nin müdahalelerine karşı verdiği tepkiler, taraftarları polisle karşı karşıya getirmiş, atılan biber gazları, yapılan müdahaleler, taraftarların daha da fazla politikleşmesinin önünü açmıştı. Ayrıca Şike Davası’nın ardından futbol maçlarının yayın hakkını elinde bulunduran Digitürk’ün gelirlerinin düşmesine alternatif olarak, lig sistemine eklenen Play-Off sistemi de, sol taraftar grupları tarafından protesto edilmiş; sermaye defol bu yeşil sahalar bizimdir denilmişti. Yine futbol üzerindeki sermaye yanlısı uygulamaların mimarı Demirören de her maçta protesto edilir olmuş; İstiklal Caddesi’ndeki Demirören AVM, her maçtan önce polis tarafından korunmak zorunda kalmıştı.
Ve son olarak 31 Mayıs günü geldi ve çattı. Yüz binler, Gezi Parkı’nda yaşanan polis terörüne karşı sokaklara dökülmeye başladı. Haziran ayı boyunca iktidarın beşiğini sallayan depremler yarattı. Yine, Mısır’da olduğu gibi, Türkiye’de de direnişlere katılan taraftar sayısı ve bunların yarattığı sempati oldukça yüksekti. Ortalama bir muhalif duruşu olduğu toplum için saklı olmayan Çarşı grubu, taraftar grupları arasında yıldızı en çok parlayan oldu. Çatışmalarda gösterdikleri militanlık, polisin TOMA’sını ele geçirip POMA’ya çevirmeleri, iş makineleriyle TOMA kovalamaları gibi pek çok hareketleri, Çarşı’yı direnişin tartışmasız en popüler grubu yaptı. Galatasaray ve Fenerbahçe’nin ana taraftar grupları, direnişe karşı tutum alsalar da, sol eğilime sahip olan daha ufak grupları da, yine direnişler içerisinde aktif bir rol oynadılar (ana gruplarının birkaç gün önce yaptığı yandaşlıkları yazının devamında aktaracağım, bu nokta için bütünleyici veriler olacak). Şunu yinelemek gerekiyor; eylemler sırasında, ortaya yeni bir siyasi alternatifin çıkmaması taraftar gruplarını daha da popüler yaptı.
Bu arada taraftarların genel politik havadan etkilenmesi ve ön saflarda mücadeleye katılması, Mısır’da olduğu gibi Türkiye’de de iktidarı telaşlandırdı. Zaten geçen sezon sonuna doğru statlara (ve üniversitelere) polisin hâkim olacağını müjdeleyen (!) AKP iktidarı, Haziran Günleri’nden sonra alacağı önlemleri daha sıkılaştırdı. Zaman gazetesinde yayınlanan 11 Ağustos tarihli haberde, Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç’ın açıklamalarına yer verildi. “Stadyumlar siyaset yeri değil” diyen Kılıç, stadyumlara eylemleri taşıyacak olanları hukuki yaptırımların bekleyeceği yönünde tehditler savurdu. Ayrıca iktidarın pek çok kanadından gelen Eylül istihbaratları açıklamaları da, asıl olarak öğrencilerin yeniden okula dönüş ayı olmakla beraber, maçların yeniden başlayıp, statların da şenlenecek olmasından doğan korkunun bir sonucu. Nitekim Fenerbahçe-Salzburg maçında atılan sloganlar, Haziran Günleri ruhunun sezon içerisinde de statlarda kendisine yer bulmaya devam edeceğinin göstergelerinden. Galatasaray-Fenerbahçe arasında oynanan Süper Kupa final maçı için de 34. dakika için slogan atma çağrısı yapılmıştı. Maç başlamadan hemen önce televizyondan slogan seslerinin duyulmasına rağmen, 34. dakikada ekranlara yansıyan bir eylem ortaya çıkamadı. Ancak AKP’nin günlerdir bu maçta eylem olmaması için uğraştığını da göz önüne almak gerek. Maçtan saatler öncesinde iki takımın ana taraftar gruplarının temsilcileri, maçın oynandığı il olan Kayseri’de emniyet personeliyle ortak açıklama yaparak ‘sağduyu’ çağrısında bulunmuşlardı.Yakın gelecekte, sokağa yansıyacak olan yeni hareketlerle birlikte, hareketler hem kendisine statlarda da yer bulacak, hem de statlar, sokaklara taşacak gibi görünüyor. Bunun farkında olan AKP, var gücüyle statları kontrol altına almaya çalışırken, bu tutumunun kendi sonuna bir nebze de olsa katkı sunacağını -hala- görmezden geliyor.
Taraftar Gruplarının Kapasitesi ve Olanakları
Tozpembe bir biçimde, taraftar gruplarının politik süreçlerdeki aktivistliğini değerlendirmek tek yanlı olacaktır. Elbette var olan holigan ve şoven kültür, ne kadar politize olsa da çoğu taraftarın vazgeçemediği bir tarz halini alabiliyor. Hele bir de işin içine yoğun alkol tüketimi girince, taraftar hareketlerinin handikabı artıyor. Oysa sokak hareketlerine verdikleri aktif destek ve kattıkları popülerlik de oldukça önemli. Barındırdığı eksiklikler-hatalar, belki ileri gitmelerini engelleyebilir, fakat ilk kıvılcıma ateş olmalarını kesinlikle sağlamaktadır. Ki zaten, süreci ilerletme işi aslında sosyalistlere düşüyor. Taraftar grupları bu süreçte destekçi konumunda bir öneme sahiptirler. Sadece Türkiye’de değil, bütün dünyada geçerli olan bir durum bu. Sokak hareketleri üzerinde sahip oldukları etki ve önem, hiç de küçümsenecek türden değildir. Ayrıca genç kuşakların taraftar grupları arasındaki ağırlığını göz önüne aldığımızda; iktidarlara karşı girişilen mücadelelerde geleceksizlikle karşı karşıya olan gençlerin eylemlerdeki varlığını anlamak daha kolay oluyor.