Aydınlara Neden Güvenilmiyor? Neden Aydın Yetişmiyor? – Tarık Hasan

Aydınlara Neden Güvenilmiyor? Neden Aydın Yetişmiyor? – Tarık Hasan

Tanıl Bora’nın Medyascope’ta Ruşen Çakır’ın programında dile getirdiği “Bütün dünyada ve Türkiye’de güçlü bir anti-entelektüalizm var. Entelektüeller ve entelektüel faaliyetler bundan 10-20 yıl önce olduğu kadar saygın değil. Kimse onları o kadar merakla dinlemiyor” ifadesi sosyal medyada tartışma doğurdu. Tanıl Bora, Gülten Akın’ın “İlkyaz” şiirinde yazdığı “Ah, kimselerin vakti yok, durup ince şeyleri anlamaya” kıvamında söyledikleriyle çağımızın Zeitgeist’nı yansıtıyordu. 

Türkiye’de entelektüellerin toplum nezdinde güven kaybının siyasi ve toplumsal nedenleri var. Bilindiği üzere entelijensiyanın yönelimi sınıf mücadelelerinin güçler dengesindeki tutumuna göre değişme eğilimindedir. Entelijensiyaya özgü her dönemin gömleğini giyebilme yeteneği, onun sınıfsal karakterinden gelmektedir. Ekonomik güvencesizlik, toplumsal köksüzlük ve heterojen kompozisyonu entelektüelleri en istikrarsız sosyal grup olarak öne çıkarıyor.

Örneğin 12 Eylül öncesiyle bir karşılaştırma yapılacak olursa darbe sonrasında aydınlar arasında sol hareketin yaşadığı yıkıma ve sınıf mücadelesindeki gerilemeye paralel bir şekilde liberal rüzgarlar hayli etkili olmuştur. SSCB’nin dağılması darbe sonrası yenilgi ve sağa kayışı perçinlemiştir. 2010 yılında, ki dünyada 2008 krizinin etkisiyle sınıf mücadelesinin yükselişe geçtiği bir dönemde bile Ahmet İnsel işçi sınıfının “kurtarıcı sınıf statüsünü” yitirdiğini şöyle anlatıyordu:

“… İşçiler ve dar anlamda işçi sınıfı geleceğin toplumunun tohumlarını içinde barındıran, umut dolu bir geleceğin kendisine içkin olduğu kurtarıcı sınıf statüsünü yitirdi. 1970’lerde hala gerçek hayattaki işçilere benzemeyen, yağız, iri pazulu, atletik vücutlu işçi resimleri birçok sol hareketin dergilerini, pankartlarını süslemeye devam etse de bu üstün insan figürleri geçmişten kalan bir simgenin zaman içinde gerçekliğinden özerkleşerek mitoslaşmasını ele veriyordu. Bir zaman sonra onlar da kayboldu.” (Ahmet İnsel, Üç Tarihsel Şok ve Solun Geleceği, Birikim 249, s.11, Ocak 2010)

Bu sağa kayış bir noktada 12 Eylül öncesinin kimi devrimcilerini, aydınlarını 2000’li yıllarda hızlı bir AKP destekçisi haline getirmiştir. Birikim, Taraf, Zaman, Radikal sayfaları “Kemalist vesayet” karşısında özgürlüklerin AKP ile gelebileceğini sanan ve egemen sınıflar içi çekişmede iktidarın arkasına dizilen “aydın”larla doluydu. Gelinen noktada iktidarın derdinin Kemalist sivil askeri bürokrasinin vesayetini ortadan kaldırıp özgürlükçü bir düzen kurmak olmadığını anlamaları çok uzun sürmedi. Hatta Altan biraderler örneğinde olduğu üzere bazıları kendini cezaevinde buldu.

Şimdi başa dönüp tekrar Tanıl Bora’nın şikayet ettiği entelektüel faaliyetlerin bundan 10-20 yıl önceki kadar saygın olmadığı meselesine gelelim. Bugünlerin gelmesi tesadüf sayılamaz. Erdoğan rejiminin inşasına tuğla taşıyan, Erdoğan’ın ifadesiyle “bir defa ne kadar entel, dantel ne kadar kanaat önderleri varsa” ihtiyacı kalmadığını hissettiği anda bizzat onun tarafından her fırsatta aşağılandılar. Daha da önemlisi toplumun muhalif katmanları üzerinde, rejimin inşasına yaptıkları katkı nedeniyle saygınları büyük ölçüde eridi. 

Entelektüellerin AKP’ye desteğinin sebebi sadece teorik olarak yanılmaları değildi. Entelijensiyanın tutumu sınıf mücadelesinde güç dengesi, toplumsal katmanlar arası ilişkilere göre değişim gösterebiliyor. Yani, entelijensiya veya aydın sorunu toplumsal bir sorundur. Bu yüzden de bu soruna dair yorum yapmak için entelijensiyanın gelişiminin tarihselliğine bakmak gerekmektedir. Aynı şekilde, Tanıl Bora’nın değindiği anti-entelektüalizmin de toplumsal gerçekliğini araştırmak gerekiyor. 

Bora röportajının devamında şu noktayı dile getiriyor: “Muazzam bir hızla deveran eden müthiş bir söz yığını var ve herkes daha kısa, daha pratik, daha vurucu, daha ilginç, daha eğlenceli bir şey duymak istiyor ve hızla duyup, işitip devam etmek istiyor. Entelektüel etkinlik biraz zaman, biraz mesafe ister. Kimsenin ona vakti yok. Böyle bir zamanda yaşıyoruz. Bunun da beraberinde getirdiği bayağı bariz bir anti-entelektüalizm var.”

Bahsettiği “hız”ı yaratan birçok etken söz konusu: En başta belki de sosyal medyanın hayatımızda iyice derinleşen etkisinden bahsetmek lazım. Artık bırakalım kitap okumayı, gazete, dergi gibi geleneksel basın yayın organlarının bile takip edilme oranının düşüşü göze çarpıyor.  

TÜİK verileri 2011-2021 yılları arasında gazete tirajlarının yüzde 59 düştüğünü gösteriyor. Elbette bunda dijitalde takip etme olanaklarının artışı söz konusu fakat sosyal medya üzerinden takip etmenin bir haberi derinlemesine okuma, onun üzerine düşünme ve yorumlama faaliyetine zarar verdiği de bir gerçek. 2022 yılı TÜİK araştırması da toplumun dörtte üçünün kitap okumadığını gösteriyor.

Oxford Üniversitesi ve Reuters Enstitüsü tarafından hazırlanan 2023 Dijital Haber Raporu’na göre ise 2017’de dünya genelinde insanların yüzde 63’ü haberlerle çok ya da yoğun ilgi gösterdiğini söylerken, bu oran 2023’te yüzde 48’e düştü.

Bunun yanında doğru bilginin üzerini çoğu zaman örten yalan-yanlış bilgilerin ve bunların toplumda hızlı bir şekilde genel kabule dönüştüğünü vurgulamak gerekir. Örneğin, bu konuda son yıllarda göçmen karşıtlığının hızlı yükselişinde sosyal medyada dolaşıma sokulan provokatif haberlerin, çarpıtmaların payı ciddi. Bora’nın bahsettiği “yüksek entelektüel” yetişmesinin zorluğunu bir kenara bırakalım çoğu zaman bu hay huy içerisinde doğru bilgiye ulaşma zahmetine bile girilmiyor.

Elbette anti-entelektüalizmin bu kadar güçlü olması konusunda aydın şımarıklığı ile halkı suçlamanın bir anlamı yok. Zira nüfusun büyük bölümünün uzun saatler boyu, çok düşük ücretlere çalışmak zorunda kaldığı; bırakın entelektüel faaliyeti neredeyse dinlenmeye bile doğru düzgün vaktinin kalmadığı şartlara sahip bir ülkede yaşıyoruz. Örneğin, bugün Tanıl Bora’nın geçtiği yollardan geçen kaç genç akademide veya bir başka alanda, bırakalım entelektüel birikiminin hak ettiği değeri görmesini, yaşamını ortalama bir şekilde idame ettirebileceği bir iş bulabilecek.

Antik Yunan’da, “düşünce üretme” lüksüne sadece köle sahipleri sahipti. Köleler kamusal yaşama, metafizik olgulara vb. süreçlere dair yorum yapamazdı. Günün yemek ve uyumak gibi en temel ihtiyaçlarından geri kalan süre zarfında çalıştırılıyorlardı. Üzerinden birkaç bin yıl geçmesine rağmen, bu kölelik düzeni birkaç modern düzenlemeler dışında, biçimsel olarak neredeyse aynı şekilde kalıyor. O yüzden, üniversite mezunu, akademik potansiyeli yüksek gençler yaşamı idame ettirmenin giderek zorlaşması karşısında yeteneklerinin dışında farklı alanlarda iş bulmaya çalışıyor.

Yani anti-entelektüalizmin maddi kaynakları kapitalist toplumda oldukça güçlü. Fırsat ele geçtiğinde işçi ve emekçi sınıflar içerisinden nasıl büyük entelektüellerin, devrimcilerin çıkabileceğini ve neleri değiştirebileceklerini tarih fazlasıyla ispatlamıştır.

Troçki, “Yüceltilecek insan hakkında birkaç söz” isimli makalesinde bu tarihsel gelişmeden şöyle bahsetmektedir:

Ekonomi, üretim en zor barikattır, ancak o barikatı ele geçirdiğimiz, sosyalizmin üretici güçlerini harekete geçirdiğimiz gündür ki, işçi ile aydın arasındaki o lanet olası ayrıcalık ortadan kalkacaktır. Kafa emeğinin kol emeğinden soyutlanmasının sonucu olan bu ayırım o zaman ortadan kalkacaktır.”