Aydınlar ve Muhalefet – Güneş Gümüş
Aydınların sosyalizm mücadelesindeki yeri nedir? Daha da genişleterek soralım aydınların toplumsal muhalefetle ilişkisi nedir? Benzer içerikteki sorular bir süredir Türkiye’de muhaliflerin akıllarını kurcalıyor.
Aydın insanın zorbalaşmış bir iktidardan yana olmayacağı, yoksul halkın yanında duracağı söylemi Türkiye’de solda yerleşik durumda. Entelektüelden farklı olarak aydın kelimesine bir misyon yüklenmiş gibidir. Sanki kendisi “aydınlanmış” olanların bir mum gibi kendisi yanarken etrafını da aydınlatması beklenir. Entelektüellere ise kapasitesi ve birikimi olsa bile böyle bir toplumsal misyon yüklenmez, hatta kimi zaman hor görülürler ve aydın kategorisinin dışına itilirler. Bırakalım karşıt saflarda yer almayı; sessiz kalanlara, tavır almaktan kaçınanlara bile pek iyi gözle bakılmaz. Özellikle safların netleştiği toplumsal kırılma dönemlerinde aydına yönelik bu kabuller daha daha çok belli olur; sonuçta tavır alınması gereken mesele sayısı arttıkça, bu meseleler can alıcı hale geldikçe “aydın”dan beklentiler de yükselir. Ancak tam da böylesi dönemler ön kabulleri tartışmaya açar ki bugün de olan bu. Sanatçı/yazar/aydınların içinde AKP/Erdoğan rejimine karşı eleştirisini eksik etmediği için evinden gözaltına alınan, etkinliklerine ambargo konulan, mahkeme kapılarında sürünenler çokça var ama eskinin muhalif saflarından Sabah gazetesine iktidara yeşil ışık yakarak röportaj verenler – elbette ki bütün röportajlar aynı kefeye konulamaz – ya da Fazıl Say gibi Erdoğan’a barış çubuğu uzatanlar da az değil. AKP/Erdoğan rejimine yanaşmaya, en azından onunla barışmaya ne çok meraklı isim varmış serzenişlerinin arttığı böyle bir dönemde aydının toplumsal muhalefet için anlamı nedir, aradaki ilişki nasıl şekillenir soruları incelemeyi hak ediyor. Gelin bu soruya tarihsel ve teorik zeminde birlikte yanıt arayalım…
Lenin ve Gramsci’nin İzinde
Marksist gelenek içinde aydınlarla toplumsal muhalefet, sosyalist hareket arasındaki ilişki üzerine en çok eğilen Lenin ve sonrasında Gramsci’dir desek yanlış olmaz. Bütün yazınsal üretimini parti inşasının gereklerine tabi kılmış Lenin açısından elbette bu mesele de devrimci parti bağlamında ele alınmıştır. Lenin açısından “aydın” klasik bir içeriğe sahiptir; iyi eğitim almış ya da kendisini yetiştirmiş düşünsel üretim yapan entelektüel unsurlara işaret eder. Ancak bu kategori sadece muhalefetle ilişkili değildir. Lenin’in kaleminde sıklıkla burjuva aydın ve onun kapitalizmle özdeşleşmiş bireycilik, rekabet gibi özelliklerine yönelik aşağılayıcı atıflarla karşılaşırız. Dolayısıyla Lenin’de bir tek aydın tipi yoktur. Aydın da sınıflar arası mücadelede konumlanışına göre değerlendirilir; bu konumlanışa göre sosyalist harekete dost ya da düşmandır.
Aydınlarla toplumsal muhalefet arasında karşılıklı ve güçlü “birbirini besleme ilişkisi”nin olduğu bir toplumun evladı olarak Lenin, aydınları sınıf mücadelesindeki konumlarına göre ayırır. Tabi ki bu sonuçlar, yaşamın kimi zaman acı deneyimlerle öğrettiği derslerdir. Dekabrist ayaklanmasını, Narodniklerin kahramanlıklarını, 1905 Devrimi’ni, 1908’de başlayan gericilik dönemini, emperyalist paylaşım savaşını ve şoven hezeyanları, 1917 Şubat ve Ekim Devrimleri’ni yaşamış bir toplumda aydınlara özcü bir siyasal konum atfedilemeyeceğini Dostoyevskiler, Gogollar ve niceleri kanıtlamıştır.
Lenin açısından devrimci partinin örgütlenmesi, devrimci program, taktik ve stratejinin geliştirilmesinde, kaderini işçi sınıfının devrimci mücadelesiyle birleştiren aydınların rolü vazgeçilmezdir. Lenin, parti teorisini ilk defa sistematize ettiği Ne Yapmalı adlı eserinde sosyalist aydına parti aracılığıyla işçi sınıfına dışarıdan politik bilinç taşıyıcısı misyonu yükler: “Bütün ülkelerin tarihi gösterir ki, işçi sınıfı sadece kendi çabasıyla ancak sendikacılık bilincini, yani, sendikalar içinde birleşmenin, işverene karşı mücadele etmenin ve hükümeti gerekli çalışma yasalarını kabul etmeye zorlamanın vb. gerekli olduğu kanaatini geliştirebilir. Ne var ki, sosyalizmin teorisi, mülk sahibi sınıfların eğitim görmüş temsilcileri tarafından, aydınlar tarafından geliştirilen felsefe, tarih ve ekonomi teorilerinden doğup gelişmiştir. Modern bilimsel sosyalizmin kurucuları Marx ve Engels de toplumsal konumlarıyla burjuva entelijansiyasına mensupturlar. Aynı şekilde, Rusya’da da Sosyal Demokrasi’nin teorik doktrini, işçi sınıfı hareketinin kendiliğinden gelişiminden tamamen bağımsız olarak ortaya çıktı; bu doktrin, devrimci sosyalist entelijansiya arasında gelişen düşüncenin doğal ve kaçınılmaz bir sonucu olarak ortaya çıktı.”
Ancak Lenin’in sosyalist aydına atfettiği bu rol, 1905 Devrimi’nin deneyimleri ışığında değişikliğe uğramıştır. İşçi sınıfı ve onun mücadelesinden öğrenen Lenin, politik bilincin işçi sınıfına aydınlar tarafından dışarıdan taşınması gerektiği konusundaki düşüncelerinde vurgu değişikliği yaparak işçi sınıfının bilincinde devrimci anlarda sıçramalar olduğunu ve politik bilince ulaşabildiğini tartışmıştır: “İşçi sınıfı içgüdüsel olarak, kendiliğinden sosyal demokrattır.”; “En ufak bir kuşku duyulamaz ki devrim Rusya’daki işçiler kitlesine sosyal demokratizmi öğretecektir… Böyle bir zamanda işçi sınıfı açık devrimci eylem için içgüdüsel bir dürtü hissedir.”
Rusya’da sosyalist aydınlar, 1905 sonrası dönemde Lenin tarafından, doğrudan işçi sınıfına dışarıdan politik bilinç taşıyıcıları olarak nitelenmese de işçi sınıfının devrimci teorisinin geliştirilmesinde, sınıf hareketinin geri çekildiği gericilik dönemlerde devrimci faaliyetin sürdürülmesinde hayati roller oynamaya devam etmişlerdir. Marks da kendi zamanında sosyalist ve komünistlerin işçi sınıfının mücadelesinin gereklerini sistematize eden teorisyenler (aydınlar) olduğunu ifade etmiştir: “Ekonomistler nasıl burjuvazinin bilimsel temsilcileri ise, sosyalistler ve komünistler de proletaryanın teorisyenleridir. Proletarya bir sınıf olarak ortaya çıkacak kadar gelişmedikçe, bu nedenle proletaryanın burjuvazi ile mücadelesi politik bir karakter kazanmadıkça, üretici güçler bizzat burjuva toplumunun içinde proletaryanın kurtuluşu ve yeni bir toplumun kuruluşu için gerekli maddi koşulları ortaya koyacak ölçüde gelişmedikçe, bu teorisyenler, ezilen sınıfların acılarına çare bulmak için sistemler tasarlayan ve yenileştirici bir bilimi izleyen Ütopyacılar olarak kalmaya devam ederler. Fakat tarih devam ettikçe ve proletaryanın mücadelesi daha açık bir biçim aldıkça, kendi kafalarındaki bilimi arama ihtiyacını daha fazla duymazlar; sadece gözlerinin önünde olanları gözlemlemek ve kendilerini olanların ifade aracı haline getirmek durumundadırlar.”
Söz konusu Lenin olduğunda vurgulamak gerekir ki sosyalist aydın, kaderini işçi sınıfı mücadelesiyle, devrimci partinin örgütlü yaşamının gerekleriyle birleştirdiği ölçüde “sosyalist aydın” lafzını hak etmektedir. Yoksa Lenin, bu ifadenin arkasına sığınarak aslında burjuva etkilerin sularında yüzenlere karşı oldukça serttir. Mesela “Parti Örgütü ve Parti Edebiyatı” makalesinde partili mücadelenin önünü açacak şekilde düşünsel-sanatsal yeteneklerini hizmete koşmayanlara parti yayınlarının sayfalarını açmaya mecbur olmadıklarını tartışmıştır.
Gramsci ve Organik Aydın
Gramsci’ye gelirsek; onda geleneksel aydın kavramlaştırmasının ötesinde bir tanımlamayla karşılaşırız. Gramsci için aydın geniş bir grubu temsil etmektedir ve zemini, sadece düşünsel faaliyetle sınırlandırılmamalıdır: “‘Aydınlar’ denince, yalnızca bu sözcükle genel olarak adlandırılan katmanları değil, ama genellikle, üretim alanında olduğu denli kültür alanında ya da siyasal-yönetsel alanda da geniş anlamda örgütlenme işlevlerini gören tüm toplumsal katmanı anlamak gerekir…” (Gramsci, 1996: 65) Gramsci’ye göre aydın; toplumsal işlevi örgütlemek, yönetmek, yönlendirmek, eğitmek olan geniş bir toplumsal gruptur ve geleneksel aydın ile organik aydın olarak iki unsurdan oluşmaktadır.
Gramsci açısından klasik anlamıyla aydın, geçmiş toplumlardan miras alınan “geleneksel aydın” kategorisini oluşturur: “Geleneksel ve vulgarize aydın tipini felsefeci, sanatçı verir bizlere. Dolayısıyla edebiyatçı, felsefeci, sanatçı olma iddiasındaki gazeteciler aynı zamanda kendilerini “hakiki” aydın olarak da görürler.” (Forgacs, 2010: 399). Ancak aydın kavramlaştırması bu grupla sınırlanamaz; kapitalizmde ana sınıflarla birlikte ortaya çıkan yeni bir aydın tipi daha vardır ki o da “organik aydın”dır. Organik aydın, üretim biçimindeki dönüşüme bağlı olarak sınıfın özel gereksinimlerine cevap vermek amacıyla ortaya çıkan aydınlardır; o toplumsal sınıfın özel ürünüdür: “Her yeni sınıfın kendisiyle yan yana yarattığı ve kendi gelişimi süresince olgunlaştırdığı ‘organik’ aydınların, çoğunlukla, bu yeni sınıfın ön plana çıkardığı yeni toplumsal tipin ilkel etkinliğinin kısmı veçhelerinin ‘uzmanlaştırılmasına’ yönelik olduğu tespit edilebilir” (Forgacs, 2010: 375).
Lenin’in Ne Yapmalı’daki vurgusuna benzer şekilde Gramsci’ye göre işçi sınıfının özbilincinin gelişmesi, kitlelerin kendiliğinden hareketinin ortaya çıkaracağı bir bilinç düzeyi değildir; işçi sınıfının organik aydınların dolayımı gereklidir. Ancak bu sefer tanımlanan aydın, işçi sınıfının kendi öz evlatları olmaktadır. Organik aydın, Gramsci’nin işçi sınıfı bilincinin gelişmesi ve ona bağlı olarak kolektif bir özne olarak işçi sınıfının mücadelesinin ortaya çıkması için vazgeçilmezdir. Gramsci açısından organik aydının rolü, ait olduğu sınıfı homojenleştirme ve ona birlik ve bilinç sağlamaktır. Organik aydın, ait olduğu sınıfa “sadece ekonomik alanda değil, aynı zamanda toplumsal ve siyasal alanda da türdeşlik ve farkındalık kazandırır” (Forgacs, 2010: 374-375).
Gramsci’nin işçi sınıfı için oluşturduğu siyasal stratejinin temelinde organik aydın yer almaktadır. Devrimci parti de organik aydınların bir birliğini ifade etmektedir. Organik aydınlar, işçi sınıfının bilincinin gelişmesinin önünde en büyük engel olan siyasal iktidardan bağımsız olarak proletaryanın türdeşlik ve özbilinç kazanması ve müttefik sınıflar üzerinde proletaryanın kültürel ve ahlaki üstünlük kurmasında belirleyici bir role sahiptir. Gramsci açısından “işçi sınıfının mevcut düzene meydan okumasını ve bir başka sınıfın aydınlarına bağımlı hale gelmeksizin hegemonik olması için kendi ‘organik’ aydınlarını yaratması şarttır” (Forgacs, 2010: 374).
Yörüngesi Net Olmayanın Pusulası Kolay Şaşıyor
Sosyalist mücadelenin gelişimi açısından aydınların önemli bir yerde durduğu açıktır. Lenin ve Gramsci’nin tespitlerinin yanında dünya sosyalist hareketinin tarihi bize bunu göstermiştir. Sadece Türkiye sol tarihinde TKP’nin kurucu kadrolarına, 68 Türkiye solunun ilk taşıyıcılarına bakmak kafidir. Özellikle sosyalist hareketin, toplumsal muhalefetin ortaya çıkış dönemlerinde ve de sınıf hareketinin geri çekildiği toplumsal gericilik anlarında sosyalizm mücadelesinde aydınların etkinliği ve rolü daha da artmıştır. Ancak bu durumu bir geçiş süreci gibi görmek; sosyalizm mücadelesinin asıl aktörü işçi sınıfı mücadele sahnesinde hak ettiği yeri alana kadarki bir bayrak taşıma olarak değerlendirmek daha doğru olacaktır. İşçi sınıfı hareketi yükseldiğinde kendi içinden nice organik aydınlar çıkarabilecek kapasitededir.
Toplumsal koşullardan bağımsız olarak ideolojik olarak tavır alma ve mücadele azmiyle hareketi sırtlama konusunda yetenekli bir grup olarak aydınlar sosyalizm mücadelesinde kritik roller üstlenmeye devam edecektir. Ancak bu demek değildir ki toplumsal koşullardan tamamen azade bir aydın tabakası vardır. Var olan koşullar ileri ya da geriye doğru aydınları da etkiler, biçimlendirir. 1970’lerdeki devrimci rüzgarlarla bugünkü ters dalganın etkisinin farklı olmasından daha doğal bir şey yoktur. Dolayısıyla ne aydınlara kendinden menkul özcü bir rol atfetmek ne de onların katkılarını görmezden gelen kaba bir anlayış geliştirmek doğru olacaktır.
Bugün sosyalist hareketin, toplumsal muhalefetin kültürel hegemonyasını kırmak peşindeki iktidarın hamleleriyle oraya buraya savrulan sanatçı/yazar takımı da göstermiştir ki ideolojik yörüngesi net olmayanların pusulasının şaşması da daha kolaydır. Kısacası kaderini işçi sınıfıyla, onun devrimci mücadelesiyle birleştirmeyen aydının da gideceği çok fazla yol yoktur.