Avrupa’da Enerji Krizi: Emekçileri Çetin Bir Kış Bekliyor! – Zehra Türkoğlu

Avrupa’da Enerji Krizi: Emekçileri Çetin Bir Kış Bekliyor! – Zehra Türkoğlu

Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmesiyle birlikte başlayan emperyalist savaş sonucu, NATO ve AB ülkeleri Rusya’ya yönelik ekonomik ve finansal yaptırımlar uygulamaya başlamıştı. Buna karşılık Rusya’nın cevabı ise Avrupa’ya verdiği gazı %75’e varacak şekilde kısması olmuştu. Rusya’nın doğalgazı kısmaya başlamasıyla gaz fiyatlarında ani yükselişler oldu ve Avrupa ülkelerinde enerji krizi ve siyasi çelişkiler ortaya çıktı. Ortaya çıkan enerji krizinin toplumsal yükü artmaya devam ediyor. Yüksek enerji fiyatları, yoksullaşmayı beraberinde getirerek daha önce örneğini vermiş olduğumuz Sri Lanka, Arjantin, Peru, Pakistan gibi ülkelerde hükümetlere yönelik protestoların artmasına sebep olmuştu. Ancak dünyanın geri kalmış ülkelerinde gerçekleşen protestoların gelişmiş ülkelere de sıçrama olasılığı hayli güçlü.

AB ülkelerinin halihazırda en büyük problemi enflasyonu artıran, endüstriyel üretimi etkileyen, elektrik ve doğalgaz faturalarını kabartan doğalgaz fiyatlarının yükselişi olarak karşımıza çıkıyor. Avrupa’da doğalgaz fiyatları son on yılda olduğundan ve ABD’dekinden neredeyse on kat daha değerli. Yükselen enerji fiyatları Avrupalılar için yaşam maliyetlerini keskin bir şekilde artırıyor. Geçen yılın başından bu yana küresel petrol fiyatları iki katına çıkarken kömür fiyatları neredeyse dört katına çıktı. Enerji fiyatlarının bir süre daha kriz öncesi seviyelerin üzerinde kalması muhtemel olduğundan Avrupa’nın fosil yakıtlar için daha yüksek ithalat faturalarına uyum sağlaması gerekiyor.

Avrupa’da kendini şiddetli şekilde göstermesi beklenen bu enerji krizi nedeniyle AB ülkelerinde yapılması gerekenler ve alınması gereken önlemlere dair hararetli tartışmalar sürüyor. AB ülkeleri elektrik kullanımını kısıtlamaya yardımcı olmak için kapsamlı enerji tasarrufu önlemleri uygulamalarını devreye almaya başladılar. Daha önce işçilere enerji tasarrufu için kravat takmamalarını tavsiye eden İspanya, bu hafta tüketimi sınırlamak için klima ve ısıtma kurallarını içeren yeni bir enerji tasarrufu planını onayladı. Fransa, kapılarını kapatmayan klimalı mağazalara para cezası vermekle tehdit ederken, Almanya Berlin’deki anıtları aydınlatan spot ışıklarını kapattı. Almanya’daki halkın bir kesimi ise meseleleri kendileri çözmeye çalışmaya başladı ve şimdiden önümüzdeki kış için odun stokluyorlar.  

Çoğu Avrupa ülkesinde yüksek enerji fiyatları, bütçelerinin daha büyük bir kısmını elektrik ve gaza harcadıkları için düşük gelirli hanelere daha da ağır bir yük getirmektedir. Aşağıdaki grafik, yüksek fiyatların ülkeler ve gelir grupları arasındaki dağılımsal farklılığı göstermektedir.

Örneğin Estonya ve Birleşik Krallık’ta, hanelerin en yoksul yüzde 20’sinin yaşam maliyetleri, en zenginlerinkinin yaklaşık iki katı kadar artacak. Bu nedenle, ani yükselen enerji fiyatlarıyla başa çıkmak için en az imkâna sahip olan düşük gelirli haneleri desteklemek için yardım önlemlerinin alınması bir önceliktir.

Avrupa’nın En Zenginleri ve Enerji Krizi

Bu enerji krizinin en çok hissedileceği yerlerden biri de dünyanın altıncı en zengin ülkesi olan Birleşik Krallık. Eğer hükümet harekete geçmezse milyonlarca İngiliz evlerini sıcak tutamayacak. NHS’nin uyardığı gibi bazıları ölecek, çok daha fazlası ciddi şekilde hastalanacak. Ülke genelindeki okullar, hastaneler ve bakım evleri, bütçelerini zorlamak veya dondurmak arasında seçim yapmak zorunda. Sayısız dükkân ve işletme kapanacak, bir daha asla açılmayacak. Barların %70’inden fazlası son siparişler için hazırlanırken, herhangi bir restoran, kafe veya kebap dükkânı, enerji faturalarının dört katına çıkması ve artan gıda fiyatları sebebiyle varoluşsal bir tehditle karşı karşıya. Hane içi faturaları için belirlenen 3.549 sterlinlik yeni fiyat üst sınırı, geçen kışa göre neredeyse üç kat fazla ve çoğu kişi için bu tutar kesinlikle karşılanamayacak düzeyde. Bu üst sınır uygulaması yürürlüğe girdiğinde, Ekim ayının başında İngilizlerin %25’i yakıt faturalarını ödeyemeyecek. Citizens Advice tarafından yapılan hesaplamalara göre, ödeyemeyecek olanların bu miktarda bir gelirleri yok. En önemlisi, bu insanların yarısı normalde “mali açıdan istikrarlı” denilen kişiler arasında yer alıyordu. Bu denli bir kriz Birleşik Krallık’ta kaçınılmaz şekilde yeni bir yoksullaşma dalgasının oluşmasına sebep olacaktır.

AB ülkelerinde yıllardır uygulanan neoliberal politikalar enerji gibi kritik sektörleri özel sektöre terk ederken, krizin sonuçlarının ağırlaşmasında bu sürecin rolü gözardı edilemez. Survation tarafından yapılan bir ankete göre, Birleşik Krallık’taki muhafazakâr seçmenlerin üçte ikisi enerji, su, demiryolu ve posta hizmetlerinin kamu sektörüne geri alınmasını istiyor. Halkın farklı ideolojik kesimlerinin hepsinin tek bir ortak noktası var: doğalgaz faturalarının nasıl ödeneceği. Buna rağmen hiçbir büyük parti kamulaştırmaya dair bir çözüm önerisi sunmuyor bile. Enerji ekonomisti Tatiana Mitrova, “Avrupa vatandaşlarının, hükümetlerinin kabul etmek istemediği tatsız bir gerçek var; enerji ve gıda piyasalarında adeta bir savaş ortamı oluştu. Savaş ortamında devletler, enerji ve gıda gibi stratejik malların tedarikini piyasaların eline bırakamazlar, kendileri üstlenmek zorunda kalırlar” şeklindeki açıklamasıyla bu tarz kriz dönemlerinde kamulaştırmanın ne kadar kritik bir çözüm yolu olduğunun vurgusunu yapmıştır.

Peki Farklı Avrupa Ülkelerinde Ne Gibi Çözümler Konuşuluyor?

Fransa, elektrik sistemi ENİ’yi kamulaştırmayı, nükleer enerji santralleri filosunu yenilemeyi planlıyor. Almanya ve Belçika da nükleer enerjiden vazgeçme planlarını rafa kaldırıyor. Deutschlandfunk, Almanya’da doğalgaz maliyetlerinin halka yüklenerek şirketlere para aktarılmasını eleştiriyor: “Artık kendilerini gerçekten zor sularda bulanlar sadece zaten yaşayacak çok az şeye sahip olanlar değil aynı zamanda yoksulluk sınırının hemen üzerindeki herkes. İşle dolu bir yaşamdan sonra küçük bir emekli maaşı alan emekliler için bu, ek maliyetler göz önüne alındığında artık yeterli değil. Şu anda daha yüksek gelirleri ve rezervleri olan şirketler için daha fazla rahatlama getirmek adil mi? Kesinlikle değil.”

Hollanda’nın günlük gazetesi De Volkskrant düşük gelir seviyesindeki grupların özel olarak desteklenmesini istiyor: “Kötü yalıtımlı dairelerde yaşayan kiracıların -ki bunun sorumlusu onlar değil- elektrik faturaları için kışın bir üst sınır belirlenebilir mi? Ya da kış süresince aldıkları kiralar yarıya indirilerek, ev sahipleri dairelerin yalıtımını iyileştirmeye teşvik edilebilir mi? Hollandalıların bir bölümünü, umulmadık derecede zor bir dönem bekliyor. Geçiştirilmemesi gereken bir sorun bu.”

Ekonomist Étienne de Callataÿ, La Libre Belçika’da tüketimini en fazla sınırlaması gerekenlerin kimler olduğunu şöyle açıklıyor: “Hepimiz çevreyi daha iyi korumak adına yoğun bir çaba sarf etmeliyiz, ancak kapasitelerimiz -en başta da finansal açıdan- ve mevcut ekolojik ayak izimiz oranında. Bu konuda asıl çabayı sarf etmesi gerekenlerin en zenginler olduğunu apaçık gösteren bir istatistiğe dikkat kesilsek iyi olur. Buna göre, ABD ve Fransa’daki nüfusun daha az varlıklı yarısı, zaten 2030 yılına kadar hedeflenen azaltmaların kapsamı içinde -veya buna yakın- bulunan bir ekolojik ayak izine sahip. Dolayısıyla, ilk harekete geçmesi ya da kısıtlayıcı tedbirlerin uygulanması gerekenler onlar değil. Nüfusun diğer varlıklı yarısı işe koyulsun önce!”

Tüm bu önlemler ve siyasi dinamiklerin değişimi aklımıza 1970’lerin sonundan itibaren egemenliğini sürdüren neoliberalizmin sorgulanması gerektiğini getiriyor. Çünkü toplumu en iyi piyasaların düzenleyeceği fikri özellikle bu tarz kriz zamanlarında çelişkilerini ortaya dökmektedir. Kapitalizm bir çelişkiler yumağıdır ve şu ya da bu şekilde insanlık bu çelişkilerle sıklıkla karşılaşmaktadır. Gelinen noktada en temel ısınma, barınma, beslenme gibi hakların bile karşılanmasının sistemle açık bir yüzleşme gerektirdiği bir dönemdeyiz.