Ahmetler Ayıp Oluyor! – Derya Koca
Ahmet Hakan ile Ahmet Altan bir süredir dili gittikçe sertleşen bir tartışma içerisinde. Ahmet Hakan, kısaca, Ahmet Altan’a Balyoz operasyonu adı verilen süreçte sahte belgelerle suçsuz insanların bedel ödemesinin günahlarını yüklüyor. Ahmet Altan da Ahmet Hakan’a orduya yalakalık yapmak ve AKP’yi savunmakla karşı koyuyor. Tartışmanın tonu kavgaya doğru evriliyor, hakaretler havalarda uçuşuyor, düello davetleri ve tehdide varan ifadeler yazılarının giderek daha büyük kısmını oluşturuyor.
Öncelikle belirtelim: her iki Ahmet de birbiri hakkında kısmen haklı. Çünkü her ikisi de AKP’ye farklı zamanlarda yanaşan ve kendi siyasi geçmişlerinin çelişkileri ile aynı köprüde inatlaşan keçi gibi. İkisi de kısmen haklı, çünkü Ahmet Altan ve benzeri liberaller bugün AKP rejiminin inşasından tutun da tutuklu gazeteciler Nedim Şener ve Ahmet Şık gibi pek çok muhalif unsurun ödediği bedelden sonuna kadar mesul.
“Yetmez ama evet” kampanyasının, Erdoğan’ın ateşli savunucusu ve yalakası Ahmet Altan şimdinin muhalifi kesilmiş durumda. Ahmet Altan da kısmen haklı, çünkü Ahmet Hakan’ın yanar döner muhalefeti ve özellikle 1 Kasım’dan sonra geçirdiği dönüşüm, onu Ahmet Altan’ı eleştirebilecek bir pozisyonda olmaktan uzaklaştırıyor. Toplumsal muhalefet ezildikten sonra burjuva muhalif unsurların savrulduğu nokta, kendi çıkarını koruyacakları çizginin gerisi oluyor. Tarih sayısız örnekle dolu.
Ahmet Hakan, Ahmet Altan kadar militan bir liberal değil. O, AKP’nin sınırsız gücü elinde toplaması sonucu sinenlerden. 1 Kasım seçimlerine kadar kendi çapında liberal bir muhalif ve vasat bir demokrat sayılabilirdi. Yine ulusalcı reflekslerle hareket ederek ara ara AKP’ye muhalif olma pozisyonunu hatırlatmak için Balyoz operasyonları gibi süreçlerde hak ihlalleri yaşayan askerleri vs. programına çıkartarak “muhalefet” ederdi. Başkanlık rejimi tartışmaları, programında yer alırdı. 7 Haziran öncesinde sahibi Doğan gibi alttan alta HDP’yi destekledi, ama 1 Kasımdan sonra herşey değişti. Kendisine yönelik bir linç sürecinden nasibini alınca O da tıpkı patronu Doğan gibi kendine göre biata geçti. Ardından ODTÜ’ye yönelik linç kampanyasında da yer aldı. Selefilere karşı mücadele eden
sol unsurlara, İslamcılarla ağız birliği içerisinde, Müslüman düşmanı yaftası yapıştırmakta gecikmedi. Hızını alamayan Ahmet Hakan Ensar Vakfı savunuculuğunda da meydanı kimseye bırakmadı. Şu an benzeri isimler kıyıya atılmışken Ahmet Hakan hala televizyon programı yapabiliyorsa bunu AKP’ye yönelik dilini ve muhalefetini bir kenara atması karşılığında “kazandı.” Devletçi kimliğini ve “sağduyusunu” her zaman konuşturmuş olan Ahmet Hakan, bugün Ahmet Altan’a Balyoz davası “mağdurları” üzerinden saldırıyor, çünkü muhalifliği çoktan terk ettiğini ispatlamak istiyor. Dedik ya her ikisi de birbirleri için söyledikleri çoğu şeyde haklılar.
Peki bunca laf kalabalığının arasında tartışmanın içeriğine dair de bir şeyler söylemek gerekmez mi? Tartışan tarafların tarihsel pozisyonlarını tek başına tartışmak hem hiçbir soruna cevap vermeyecek hem de tarafların bulunduğu pozisyonların arka planını boş bırakmak anlamına gelecek. Oysa Ahmet Altan ve Ahmet Hakan’ın arasında somutlaşan bu tartışma aslında Gezi dönemine kadar oldukça sıcak olan bir dizi tartışmanın yeniden gündeme gelmesi anlamını taşımakta. Gezi’ye kadar diyoruz, çünkü cemaat-AKP ittifakının şaşaalı yıllarında yıldızı parlayan sol liberaller, Gezi İsyanı sonucu rezil olarak çözülmeye başladılar. Bu çözülme, bugün AKP – cemaat arası ve AKP içi amansız bir ikinci savaşıma sebep olan yarılmayı ortaya çıkarmıştı.
Gezi sürecinde polis terörünün katlettiği gençler, AKP’nin despotizmin sınırlarını kanla işaretlerken fareler gemiyi terk etti. AKP’yi daha fazla koşulsuz destekleme yüzsüzlüğünü devam ettiremeyen liberaller, bu sefer de cemaatin tasfiyesi sürecinde Fethullahçıların önüne yatarak eski ortaklarına vefa borçlarını ödediler. Neticede Balyoz, Ergenekon gibi nice davada yoldaşlık etmişlikleri vardı. Ancak şu soruya bir türlü cevap veremiyorlardı: KCK tutuklamaları ile Kürt halkının siyasi temsilcilerini ve mensuplarını yıllarca F tipi hücrelerde süründüren cemaati
AKP karşısında desteklemek aynı zamanda da AKP’ye savaş yanlısı diye muhalefet etmek nasıl bir tutarsızlıktır?
Tarihi sınıflar çatışması üzerinden değil, burjuva ittifaklar içinde taraf seçme olarak okumanın doğal olarak hazin
sonu bu. Osmanlıcılık hevesi ile Selefi yuvası haline getirilen ülkeden, yoksullaşmanın zirve tırmanışından, kadın düşmanlığından.. Ahlaki her türlü değerini yitirmiş siyasi akıldan hiç bahsetmiyorum bile. Bu eser sizin! Ahmet
Altan vb.leri bir zamanlar saldırdıkları güçlü bir halk muhalefeti olmasaydı bugünkü sözde muhalif pozisyonları da bulamayacaklardı tabi. Şimdilik şunu söylemekle yetinelim: Hepiniz oradaydınız be!
LİBERALLERDEN MUHALEFET OLUR MU?
Hakan ve Altan’ın polemikleri basında önemli bir yer işgal etti, ancak magazinel bir malzeme gibi yüzeysel bir yere sahip oldu. Oysa tartışmanın içeriğine dair kapsamlı bir tartışma yapmak gerekiyor. Bugün AKP’nin Saray Darbesi ile adım adım tek adam rejimi yolunda hız alıyorsa bunu Ahmet Altan gibi kullanışlı aptalların demokrasi, darbecilere savaş gibi söylemlerle katıldıkları hegemonya tesisine borçluyuz. Ahmet Altan ve nice liberal
AKP’yi demokrasinin yılmaz bekçisi, özgürlük savunucusu ilan ederken toplumsal muhalefetinümüğüne basılıyordu.
Aynı günler Ahmet Altan şöyle yazabiliyordu: “Eğer bu ülkede küçük bir çocuğun başı derde girerse, bu ülkede o
çocuğun yardımına koşacak bir başbakan var. Bu benim için de ülke için de çok büyük bir güvence”. Üstelik liberaller AKP’ye soldan dahi muhalefet eden herkesi darbeci olmakla itham edecek kadar ileri gidiyor, toplumsal muhalefeti kötürümleştirirken cemaatin kanallarında boy gösteriyor, gazetelerinde yazıyor, bir operasyon gazetesi olan Taraf’ta
yöneticiliğe kadar yükseliyordu. Roni Marguiles gibi “sol” liberaller AKP gençlik kollarının toplantılarında konuşmacı olarak boy gösterirken Deniz Gezmiş gibi devrimci önderler “darbeci” olmakla itham ediliyordu.
Referandum sürecinin militan “Evet”çileri solun referanduma ve AKP’nin baskıcı rejimin inşasına karşı yürütülen
muhalefeti paralize etmekle görevlendirilmişti. Sokakta polis terörü ile susturulmaya çalışılan gençlik eylemlerine örtük biçimde “darbecilerin işine geliyor” diyecek kadar alçalıyorlardı. Ahmet Altan, Ömer Laçiner, Murat Belge,
Ufuk Uras, Hayko Bağdat gibi isimler AKP’nin ve cemaatin kanallarında boy veriyor ne kadar demokratikleştiğimizden dem vuruyordu.
AKP için bu süreçlerin anlamı egemen sınıfın Kemalist kanadını tasfiye etmekten ibaretti. Kullanışlı aptallar, kullanım süreleri bitince öve öve bitiremedikleri AKP’nin despotizminden nasiplerini aldı: Cengiz Çandar, Ahmet Altan gibileri bugün Cumhurbaşkanına hakaretten yargılanıyorlar. Üstelik de söyleniyorlar. Söylenmeyin. Bugün AKP’ye muhalif olmak konusunda mangalda kül bırakmayan Ahmet Altan’ın söylenmeye hakkı yoktur. 12 Eylül darbesinin çocuğu olan bir hareketin darbecilerle hesaplaşacağına gerçekten inanmak gafleti, solundan sağına liberallerin yelpazesine aittir. Ahmet Altan bu sürecin en hararetli savunucularındandı.
Ahmet Altan’ın şu soruya cevap vermesi lazım: AKP gerçekten demokratikti, “sivildi”, Kürt sorununda “cesaret ve vizyon sahibi” idi: bugün Kürdistan’daki savaşı aynı ordu ile gerçekleştiren aynı AKP değil mi? Referandumda AKP’nin devlet içindeki pozisyonları elde etme sürecinin tek parti rejimine döneceği baştan belli iken liberal çapsızlık, fıtratı gereği bunları bize “demokratikleşme” martavallarıyla pazarlamaya çalmıyor muydu? AKP’nin tek
parti rejimini baskı araçları olmadan inşa edemeyeceğini görmek için devlet ve toplum adına hiçbir şey bilmemek gerekiyor. Bunu dahi bilmeyecek kadar cahil miydiniz yoksa faydalı aptallığa baştan mı gönüllü oldunuz?
HESAPLAŞMA
Ahmet Altan ve şürekası liberaller, hatta kendisine sosyalist diyen süzme sol liberaller… Hepsi şimdi kullanıldıktan sonra fırlatıldıkları köşelerinde ağlıyor. AKP’nin rejim tesisine gönüllü hizmet ettiler. Bu nedenle kendileriyle
elbette hesaplaşmak gerekiyor. Fakat bu hesaplaşma Ahmet Hakan gibi şirazesi kaymış, devletçi zihniyetten hiçbir zaman ayrışmamış vasat bir liberalin başarısız polemiği ile olmaz.
AKP’nin dış cephesini parlatmakla meşgul olan ve sabıkası oldukça kabarık olan liberallerle hesaplaşmak sınıf mücadelesinin büyümesi ile olur. Ne ulusalcı refleksler ne de liberallerin sahte pişmanlıkları bugün AKP’nin koşar
adım tek adam rejimini inşa etmesinin önüne geçebilir. AKP ile hesaplaşmak istiyorsak, Ahmet Altan ve nicelerinin de halesini söndürecek tek yol sınıf mücadelesini soluğunu enselerinde hissettirmektir. Sınıf mücadelesinin
düşük olduğu dönemlerde “muhalefet” Ahmet Hakan ve Ahmet Altan gibilere kalıyor gibi gözükse de buna izin vermeyiz.
Bu sığ tartışma bir polemik bile değil. Çünkü polemik bir argüman etrafında tartışmaktır. Ahmet Hakan ve Ahmet Altan’ınki bir tartışma vakası olarak incelenmeyi daha çok hak ediyor. Vakamızın adı: ‘pişmanlığın hazin sonu’ , ‘al
birini vur ötekine’ ya da ‘Ahmetlerden muhalif olur mu’ olabilir. Yaratıcılığa açık bir konu. Temel sorusu da şu: burjuva liberalin akıbeti nedir? Hele Türkiye gibi egemen sınıf içinde ve sınıflar arası çelişkide olağanüstü koşullara
sahip bir ülkede. Rüzgar böylesine hızlı yön değiştiriyorsa ve yelkenlerinizi egemen sınıfın rüzgarı ile dolduruyorsanız rotayı şaşırmanız garantidir. Sonra istediğiniz kadar demokrat olun. Elinize iktidarın 14 yılda katlettiği 17 bin işçinin, binlerce Kürt’ün, kadının kanı çoktan bulaştıktan sonra edindiğiniz yer olsa olsa sınıf
hesaplaşmasında hesap sorulacaklar listesinin
üst sıralarıdır.