Muhalefeti Ayrıştırmak – Güneş Gümüş
Ülkeyi AKP iktidarından kurtarmak adına muhalefetin en büyük şansının sağcısıyla solcusunu geniş bir blok olarak birleştirmek olduğu fikri uzun bir süredir kafalarımıza işleniyor. Bu projenin mimarlarından Kılıçdaroğlu, seçim yenilgisi sonrası topa tutulsa da hedef tahtasına bu anlayış pek de yerleştirilmiyor. Sol cumhuriyetçi kanatlardan AKP’nin benzerleri olan Deva, Gelecek ve Saadet’in bu birlikteliğin parçası olmasına dair eleştiriler olsa da bu tarz bir ittifak anlayışıyla onların da sorunu yok. Bu geniş muhalefet cephesi fikrinin gerisindeki hesap şu: Ülkede sağcı bir hegemonya var; onu biz kıramayız; öyleyse ancak sağcıların çeşitli türevleriyle ittifak yapıp bu kitlelerden oy alırız. Ne halka ne kendilerinin halk üzerinde etki bırakabilme ihtimaline güveniyorlar. Böyle olunca da kurtuluş reçetesi, farklı sağ versiyonlarla aritmetik hesaplara dayanarak biraraya gelmek oluyor.
Sadece AKP karşıtlığı üzerinden bir muhalefet cephesi yaratıldığında onun içinde hegemonik olan en görüneni, en çok sesi çıkanı oluveriyor. Türkiye siyasi tarihinde toplumsal ağırlığı olmamasına rağmen liberaller, böylece, muhalefet cephesinde büyük bir siyasal hegemonya kazanıveriyor. CHP’nin sosyal liberal bir politik çizgi izlemesi bu etkiyi güçlendiriyor evet. Ama liberal hegemonyanın asıl taşıyıcısı, AKP’yi ekonomik bir kriz götürecek düşüncesiyle ekonomi yorumlarına giderek daha çok kulak kabartılan, bütün muhalif medya kanallarında önlerine mikrofon sunulan liberal ekonomistler takımı. En bilinenleri Murat Muratoğlu, Atilla Yeşilada, Özgür Demirtaş, Kerim Rota gibi isimler… Aslına baksanız bunların ekonominin gerçek dengelerini anlama kapasiteleri de şüpheli. Liberal ekonominin bu büyük uzmanları kendileri rasyonel merkez olarak ilan ederek politika uzmanı da kesiliyor; ona da yön vermenin peşine düşüyorlar. Liberal iktisatçı takımının en medyatiklerinden M. Muratoğlu, seçim sonrası Kılıçdaroğlu’na karşı propagandayı eksik etmezken Zafer Partisi ve Ümit Özdağ’a oy vereceğini ilan ederek takipçilerine siyasi bir yön vermeye de çalışıyor. Bu grup, muhalefet bloğunun siyasetine Ümit Özdağ’ın Babacan’ın entegre edilmesinden CHP’nin başında kim kalacağa kadar etkin olmak için sürekli konuşuyor.
Muhalefet bloğuna giydirilmeye çalışılan liberalizmin ideolojik gömleği, piyasa ekonomisinin refah ve demokrasi yarattığı safsatası üzerine kurulu. Oysa ki liberallerin muhalefet bloğundaki hegemonyası, sermayenin ve onun değerlerinin hegemonyasından fazlası değil. Rasyonallikten bahsettiklerinde sermaye için işlerin rasyonalize olmasından fazlasını dert etmiyorlar. Muhalif geçinen bu liberaller Mehmet Şimşek’in uygulamalarının emekçi halk düşmanı olmasını değil; bu uygulamaları ne kadar sürdürebileceğini umursuyorlar. Özelleştirmelere alkış tutmaktan hiç geri durmuyorlar. Bir gecede emeklilik hakkını kaybeden emekçiler için EYT istenince tüyleri diken diken oluyor. Bu liberaller açısından bankaların, şirketlerin trilyonluk karlar açıklaması memnuniyet vericiyken asgari ücretin “çok” artması ekonominin önünde bir takoz gibi. Bunlara göre ülke ekonomisinin bel kemiği sermaye ve onun iyiliği toplumun iyiliği demek. Dolayısıyla sermaye karşısında emekten yana olacak değiller.
Bu liberal kafaya göre mücadeleci sendikalar, işyeri barışını bozan yapılardan fazlası değil. Bu kafaya bakarsanız elbette sağlık, eğitim paralı olacak; elbette çalışanlar 65 yaşında emekli olacak; tabi ki emeklilik meselesi özel sektörün kardan başka bir şey gözü görmeyen ellerine terk edilirse en iyisi olacak… Liste uzar gider. Dertleri günleri Türkiye ekonomisinin serbest piyasa normlarına uygun bir şekilde düzenlenmesi; miadı dolmuş neoliberal politikalara geri dönmek. Sermaye açısından bu rasyonalleşen ekonominin sonunda refah ve demokrasi getireceğini müjdeleyerek daha geniş kesimleri de etkilemeyi de unutmuyorlar. AKP’nin varlığından bağımsız olarak geç kapitalistleşmiş, sermaye birikimi zayıf Türkiye gibi bir ülkede geniş kesimler için katma değeri yüksek bir üretim ve refah yaratılabilir sanki. Bu ülke sermayesi aslen emek yoğun sektörler üzerinden dünya pazarında rekabet ediyor; bütün alameti farikaları ücretleri düşük, emekçiyi aza talim eder halde tutmaktan geçiyor. Bu iktidarda kim olduğundan bağımsız bir sermaye gerçeği. Ama bu liberal hokkabazlar, gençler başta olmak üzere geniş kesimleri etkisi altına alan liberal hayaller satarak hegemonya kuruyorlar. Muhalefeti kötürüm eden bir hegemonya bu. Radikal devrimci fikirleri tehdit ilan eden bir ılımlılık; halka güvenmemeyi ve kendi işine bakmayı öğütleyen bir bireycilik; kendimi kurtarsam yeter diyerek kabuğuna çekilen bir korkaklık… Seçim sonrası sonuçlarını birlikte gördük. Bu liberal anlayışla AKP’nin hakim olduğu yaşam tarzı, kimlikler kutuplaşmasını aşmak mümkün değil. Aksine “bizim halimiz vaktimiz yerinde, gerisi düşünsün” diye artan yoksullaşma karşısında oh çekenlerin, ülke yangın yerine dönse de umursamayıp “biz yurtdışına kapağı atarız”cıların AKP’ye oy verenleri küçümsemeleriyle bu kutuplaşmalar besleniyor.
Milyonlarız; Buradayız!
28 Mayıs’ta yapılan Cumhurbaşkanlığı’nın ikinci tur seçiminde 25,5 milyon seçmen Erdoğan gitsin diye oy verdi. Bunların içinden sadece birkaç on bini yurtdışına gidebilecek. Ya geriye kalan bizler? Hayatımızı berbat eden zam dalgalarına oh deme imkanımız var mı? Karma eğitimin bir kenara atılmaya çalışılmasına “bana ne” deme şansımız var mı? Bu iktidara karşı bir direnç odağı olmak zorundayız. Bunun yolu ne ah vah etmekten ne de halktan umut kesmekten geçiyor. Örgütlü olmak ve dirayetli durmak zorundayız. Sadece bu da yetmez; muhalefet bloğunda halk düşmanı liberal hegemonyayı da kırmak gerekiyor. Bu ülkenin topraklarında kök salmış sosyalist fikirlerin yine muhalefetin asıl dayanağı olması için sınıfçı, çalışkan ve militan bir devrimci çizgiyi hakim kılmak için kolları sıvamak lazım. Var mısın?