Marmara Denizi İsyan Ediyor: Sebepleri Üzerine – Rozerin Ürper

Marmara Denizi İsyan Ediyor: Sebepleri Üzerine – Rozerin Ürper

Enleri sayılamayacak olan Marmara Denizi yıllardır süregelen inatlaşmalar sonucu ölümle burun buruna. Hatta bu öylesine bir inatlaşma ki, balıkçılar aylardır denizde ‘deniz salyası’ yani müsilaj görüldüğünü söylenmesine rağmen; iktidar çözüm bulmak yerine Kanal İstanbul ile beraber bu cinayete büyük bir darbe daha vurma planları kuruyordu. Peki, aslında Marmara Denizine ne oldu? Bu cinayet bir anda mı işlendi ve sorumlular kim? 

Deniz, toprak, orman veya tarihi eser dinlemeyen kapitalizm dün olduğu gibi bugün de süregelen çıkarları gereği gerçekleştirdiği katliamlara hız kesmeden devam ediyor. Ancak doğa tüm bu aymazlıklara karşı, yapılan talanları en çıplak haliyle ifşa ediyor! Bu ifşalar kimi zaman bildiğimiz şekliyle, kuraklık, sel baskınları vb. olarak karşımıza çıkarken; kimi zaman da müsilaj gibi olaylarla ‘’artık yeter!’’ çığlığını duyurmaya çalışıyor. Geçtiğimiz günlerde MAREM araştırmacısı Hidrobiyolog Levent Artüz’ün röportajı sonrası kamuoyu bu konunun vahametini daha çok tartışmaya başladı.

Öncelikle müsilajın, balıkçıların da tarifiyle deniz salyasının ne olduğunu belirtelim. Artüz’ün ifadeleriyle “Müsilajı oklava şeklinde bir tavuk yumurtası gibi düşünün, bu bir plakton. Bilimsel ismi Proboscia alata. Bu plakton kısa sürede anormal artış gösteriyor. Daha sonra da bu plakton patlıyor. Ama bu patlama bir tomurcuklanma şeklinde gerçekleşiyor. Kırılınca hücre içi sıvısı ortama yayılıyor. Bir yumurtanın beyazını su dolu bir bardağa dökmek gibi düşünebiliriz. Çok yapışkan olduğu gibi aynı zamanda bulaşkan da bir yapı.”. Müsilajın hayatımıza yeni girdiğini düşünsek de aslında 2007 yılında da boğazda çok net şekilde müsilajın oluştuğunu görmüştük. Adalar’dan Çanakkale Boğazı’na kadar müsilajın etkisi oldukça ciddiydi. O yılda müsilaja sebep olan plakton bilim insanları tarafından tür olarak farklı, ama bugünkü planktonun akrabası olarak belirlenmiş. Bugünkü müsilajın etkisini anlamanın biraz zaman gerektirdiğini ancak 2007’deki müsilaj ve bugünkü müsilajı karşılaştırmak gerekirse bugün daha yaygın bir biçimde olduğunu söylemenin mümkün olduğunu da belirttiklerini söyleyelim.   

Marmara tür çeşitliliği sebebiyle defalarca darbe yedi. Türler yok edildikçe de türler arasındaki gerekli rekabet de yok oldu. Bilim insanları Marmara’daki esas sorunun kirlenmeden ötürü tür çeşitliliğinin azalması ve kirliliğe dayanabilen türlerin fert adetlerindeki patlamalar şeklindeki artış olduğunu söylerken, bugün müsilaj agregatı yapanın bir fitoplankton olduğunu, ama başka bir şeyin de bu gibi sonuçlarla karşımıza çıkabileceğini de ekliyor. Sonuç olarak oradaki ortamı boşaltarak orada yaşayan türleri de seyreltiyorsunuz ve bu durumda rekabet şartları da değişiyor. Sonuç olarak da var olan yeni ortama dayanabilen canlı, en avantajlı duruma geçerek büyük miktarda üreyerek çoğalıyor. Tüm bunların sebebi küresel ısınma, nitrat ve fosfat gibi tuzların artışı olarak söylense de bilim insanları bu sebeplerin ikincil sebepler olduğunu ve bu duruma birincil yoldan sebep olan tür çeşitliliğindeki azalışa bağlı olarak, mevcut türlerin fert adetlerindeki artıştan olduğunu söylüyorlar.

Müsilajın Marmara’daki tabana veya farklı katmanlarda yaşayan canlıları nasıl etkilendiğini de kısaca anlatacak olursak; bilim insanlarının ve bu alanda çalışmalar yapanların söylediği gibi, Marmara Denizi tabanına ses dalgası yollayarak derinliği ölçen cihazlar var. Bu cihazlar Marmara’nın çoğunluğunda derinliği 25 metre olarak gösteriyor. Altınızdaki derinlik bin metre de olsa alet 25 metre olarak gösteriyor. Bunu sebebi de var olan müsilaj ve bu müsilajın yoğunluğu. Ses dalgaları çarpıp geri döndüğünden bu derinliği ölçmenin neredeyse imkansız olduğunu söylüyorlar. Bin metreyi aşkın derinliklerden ve çukurlardan su numunesi alınıyor. O derinliklerde de müsilajın olduğu görülüyor. Interface denilen ara yüzeyde büyük bir birikim gözlense de Marmara Denizi’nin tüm su kolonunda müsilaj agregatın mevcut olduğu söyleniyor. 

Farklı katmanlardaki durumun da çok farklı olduğu söylenemez. Müsilajın çok yapışkan bir yapı olduğu belirtilmişti. Balık yumurtalarının çoğunluğu denizin yüzeyindedir. Yumurtanın içinde yağ damlacığı vardır ve yüzerler. Bu durumda da yüzeyde bulunan yumurtalar müsilajın içinde hapsoluyor ve yaşama şansı kalmıyor. Larvalar da aynı kaderi paylaşıyor. Müsilaj ortamdaki hayvansal besini (zooplaktonu) içine hapseder. Zamanla, hareket edemeyen midye, istiridye, tunikatlar gibi canlıların da üzerine çöker. Deniz çayırlarının da üzerini örter ve ışıkla temasını sıfıra indirir. Bu da canlıların beslenme ve solunum gibi temel ihtiyaçlarını etkiler. Bundan dolayı tür çeşitliliği daha da azalırken farklı katmalarda da durumun benzeri şekilde ilerlediğini söylemek mümkün. 

Müsilajın ana nedenlerine gelecek olursak…

Kimileri deniz suyu sıcaklığındaki artış olduğunu söylerken, bu durum küresel ısınmaya bağlanıyor. Ancak bu alanda çalışmalar yapanlar konuyla ilgili daha farklı yaklaşımlarda bulunup, Marmara Denizi’nde yaşanan sıcaklık artışının küresel ısınmayla doğrudan ilişkili olmadığını da belirtiyor. Örnek olarak, komşu denizlerde ısınma dünya ortalaması olan 1 dereceye yakınken Marmara’daki sıcaklık artışı 2,5 derece olarak gösteriliyor. 2000 senesinde sıcaklık artışının 1,8 derece civarında ölçüldüğü ve o zamandan beri Marmara’nın üst su kütlesinde inanılmaz bir sıcaklık artışı olduğu belirtiliyor. Önlem alınmadan yapılan derin deniz deşarjlarından dolayı oluşan bulanıklık sebebi ile özellikle de üst katmanlarda deniz suyu sıcaklığının anormal bir şekilde arttığını görebilmek mümkün. Marmara Denizi’nin artık küresel olmaktan ziyade lokal bir ısınmayla da karşı karşıya.

Bir diğer sebep olarak, bölgedeki sanayi yoğunluğu gösteriliyor. Çünkü derin deniz deşarjı yüzünden yaşanan kirlilik o kadar büyük ki, hava kirliliği gibi sebepler ikincil olarak kalıyor. Termik santrallerin de deniz kirliliğine etkileri inanılmaz boyutlarda. Santrallerde kullanılan soğutma suları denizlerden alınıyor. Marmara’dan tuzlu soğuk suyu alıyor ve sıcak su veriyorlar. Levent Artüz bu durumu şu şekilde anlatıyor: “O boruların içinde zamanla fouling organizma denilen midyeler, tunikatlar çoğalıyor. Bu durumda da borular daralıyor ve boruları temizlemek için de kimyasal madde kullanıyorlar. Bu borulardaki canlıları öldürmek için klor, klordioksit ve farklı kimyasallar basılıyor. Bu boruların bir ucu açık olarak denizin içinde buluyor ve denizlere en büyük zararlardan birinin de -bu olayları da göz önünde bulundurarak- termik santrallerden kaynaklandığını çok net bir şekilde söyleyebiliriz.”

Kısacası tüm bu yaşananları göz önünde bulundurarak buradan çıkarmamız gereken sonucun oldukça açık olduğunu düşünüyorum. Marks’ın da dediği gibi, “Kapitalizm gölgesini satamadığı ağacı keser!” bugün de Marmara Denizi’nin bu halde olmasının asıl sebebi çok net bir şekilde kapitalizmin çıkarlarını koruyanların umarsızlıklarıdır! Bugün Salda, İkizdere’de vb. yerlerin de Marmara ile aynı kaderi paylaşmasına sebep olacak katliamlar gerçekleştirilmeye çalışıyor. Kar odaklı olan ve insan yaşamını hiçe sayan kapitalist sistem var oldukça, doğa rant uğruna talan edilmeye devam edilecek. Bugün doğa için bir şeyler yapmak istiyorsak, bu tahribatlara son vermek istiyorsak, mücadeleye katılmaktan başka şansımız yok. Nasıl ki bugüne kadar durdurulan tüm tahribat projeleri aslında verilen mücadelenin bir sonucu olarak durdurulduysa, bugün de tüm bu tahribatları ancak mücadeleyle yıkıp geçebiliriz! 

KATEGORİLER