Erdoğan’ın Piyasalarla Savaşı-Emre Güntekin
Dolar kuru 5 TL’ye merdiven dayarken iktidar bloku bu kara tablonun arkasında Erdoğan’ı devirmek isteyen dış güçlerin, Türkiye’nin “büyümesini” çekemeyenlerin parmağını aramaya devam ediyor. Havuz medyası boy boy manşetlerle millete büyük resmi anlatırken, iktidar da yaptığı her hareketle yangının üzerine benzin dökmeye devam ediyor.
Malum, Erdoğan ve iktidarı için her seçim dönemi yaklaşırken bir düşman icat etmek artık gelenek haline geldi. Dönem dönem PKK’ye, FETÖ’ye, Ergenekon’a, faiz lobisine, Batılı dış güçlere karşı söylemleri adeta seçimde Erdoğan’ın rakibi bunlarmışçasına dinledik durduk. Bu kez ülkemizi dolar kuru oyunuyla krize sürükleyip Erdoğan’ı devirmek için komplo üstüne komplo kuran bir dış düşman karşımızda: Serbest piyasa…
İktidar diğer bütün düşmanlarıyla olan “savaşı”nı kazanabilir, bunlar üzerinden kitlesini motive edebilir. Etti de. Fakat Erdoğan bu kez çok yanlış bir düşman seçti. Kendisini iktidara taşıyan serbest piyasa ile kaybedeceği başından belli olan bir savaşın içerisine girdi.
Türkiye’nin bugünkü gibi derin bir krize girmesinin temelinde Erdoğan’ın öncülüğünde inşa edilen ekonomik program yatıyor. Nedir bu? Yurt dışından gelen sıcak paranın ucuz krediler yoluyla bol keseden dağıtılması… Bu yolla konut, taşıt, elektronik, yurt dışı tatilleri gibi orta sınıfların tüketim ekonomisine yönlendirilmesi… Tarımsal üretimin bitirilerek neredeyse buğdayın, pirincin bile ithal edildiği bir politika izlenmesi… Üretime dair tek bir çivi çakmayı bırakın, elde var olan KİT’lerin, fabrikaların satışı…
Bu ekonomik düzen AKP iktidarına ve topluma on yıl kadar süren bir yalancı bahar yaşattı. Fakat ABD’nin para musluklarını kısacağı uzun zaman önce belli olmuştu. Şimdi ise takke düştü kel göründü. Yukarıda saydıklarımızın üzerine AKP’nin çılgın projelerinin kamu kaynaklarını talan etmesini, oluşan rantın bir avuç iktidar yalakası müteahhite peşkeş çekilmesini ekleyin. 15 Temmuz’un ardından ilan edilen OHAL, Erdoğan’ın diktatörlük hevesi, demokrasinin yok edilmesi adeta neyden inşa edildiğini anladığınız pastanın üzerindeki tüy oldu.
Bütün bunlara rağmen iktidar insan aklıyla alay edercesine yaşanan krize bir dış güçler masalı uydurmaya çalışıyor. Şunu da unutuyorlar ama ısrarla hatırlatmak gerekli: Erdoğan’ı ve AKP’sini 2002 yılında iktidara taşıyan da yine serbest piyasacılıktı. AKP 2001 krizinin ertesinde Kemal Derviş’ten devralınan neoliberal ekonomik programı uygulayacağına, içinden çıktığı Milli Görüş hareketi gibi serbest piyasaya aykırı işler yapmayacağına dair verdiği güvenle iktidara yükseldi.
Ancak, iktidarın kriz karşısında verdiği reaksiyon serbest piyasa ile arasındaki yaşamsal bağın unutulduğunu gösteriyor. Merkez Bankası’nın özerkliğinin yok edilerek Erdoğan tarafından para politikalarına sürekli olarak müdahale edilmesi ve bir adım daha ileriye giderek Erdoğan’ın seçimi kazanması halinde para politikasında dümenin başına geçeceğini açıklaması, sermaye hareketlerine sınırlama getiren ve yurt dışına para çıkarana yüzde 40 ceza öngören kanunun Erdoğan tarafından onaylanması, miting meydanlarında faiz lobisi, dış güçler söylemleriyle finans piyasalarının hedef alınması iktidarın meseleyi kavrayamadığını gösteriyor. Erdoğan İngiltere seyahatinde piyasalara güven vermek bir yana endişelerini daha da katmerledi. “Faiz bütün kötülüklerin anasıdır. Faiz düşerse enflasyon da düşer” gibi iktisat bilimini tepetaklak eden söylemlerini bir kez daha tekrarladı. Tabii bu söylemler Konya mitinginde iş yapar, fakat piyasalar buna tepki vermekte gecikmedi. Dolar o günden sonra aldı başını gitti. Financial Times’da yer alan bir haberde geçen “Londra merkezli bir danışmanlık şirketinden bir analist, ‘Bu, gerçek bir dönüm noktası oldu… Yatırımcılar uzun yıllardır bu hükümetin iş dünyası yanlısı olduğuna inanıyordu. Ama şimdi bana, (Erdoğan’ın) bu söylediklerine gerçekten inanıp inanmadığını sormaya başladılar’” ifadeleri Erdoğan’ın söylemlerinin şaşkınlıkla karşılandığını gösteriyor.
Seçimlerde Erdoğan iktidarına devam eder mi etmez mi bilinmez. Fakat görünen şu ki adaylardan kim kazanırsa kazansın şu anki haliyle Türkiye’nin serbest piyasa ekonomisine, neoliberalizme daha fazla teslimiyetten başka çıkar yolu kalmayacak. Erdoğan’da, İnce’de, Akşener’de, Karamollaoğlu’da bu yola girecek, girmek zorunda kalacak. Hepsi iktidara geldikleri anda serbest piyasa yemini etmek, o veya bu ton da AKP’nin nihayete erdiremediği Kemal Derviş’in programını uygulamak zorundalar. Bu da emekçilerin sırtına yüklenen bir acı reçete anlamına geliyor. Zarar eden şirketlere devlet kasasından (yani halkın cebinden) teşvikler, kurtarma fonları, emekçilerin haklarını gasp eden yasalar kapımızı çalacak demektir.
Türkiye burjuvasinin tatlı hülyası olan kolay para ve rantçılık AKP iktidarıyla en uygun liderliği buldu. Birlikte var oldular. Birlikte hükmettiler,birlikte zenginleştiler. Sıcak paranın musluğu kesilip, Erdoğan rejimi artık paranın kaçmasının nedeni haline gelince bu gemiyi yine birlikte yüzdürmek için halkın tepesine bineceklerinden şüphe yok. Doların tarihi zirveleri devamlı olarak yenilemesi artık sermaye için de ciddi bir problem. Şimdilik kısa vadede sadece panik ve alarm var. Birkaç ay içinde vatandaşın cebi, mutfağı, alınteri krizin derin etkilerini daha da net hissedecek. Erken seçime bu nedenle gidilmişti ancak seçimden önce bile tablo hiç de iç açıcı değil.
Peki, hiç mi çıkar yol yok? Var. Piyasacılığı defetmek. Karlarını halkın sırtından kazanan şirketlere, patronlara ve onların iktidarına krizin faturasını ödetmek! Emekçilerin acı reçeteden kurtuluşunun tek yolu bu olabilir.