Aile ve Tören – Troçki

Aile ve Tören – Troçki

Bu yazı, Troçki’nin gündelik yaşam ve sosyalizmin inşasındaki kültürel ve bilimsel gelişim üzerine yazılarının derlendiği “Gündelik Hayatın Sorunları” kitabının bir bölümüdür. 

14 Temmuz 1923

Kilise törenleri, dini inançları zayıf ve hiç olmayan işçileri bile doğum, evlilik, ölüm vesileleriyle, hayatın bu üç önemli anında köleleştirmekten geri kalmıyor. İşçi devleti kilise törenlerini tanımamıştır, yurttaşlarına, doğumun ve evlenmenin öyle esrarengiz hareketlere, papaz cübbelerine veya başka ruhban giysilerine bürünmüş kişilerin vaazlarına gerek kalmadan, onların tabii hakları olduğunu açıklamıştır. Ne var ki törenleri ayinleri ortadan kaldırmak ancak devletin işidir.İşçi sınıfının hayatı pek monotondur ve sinir sistemlerimizi kemiren şey de bu montonluktur. Alkol dünya dolusu hayallerden oluşan ufak bir şişe ihtiyacı buradan doğar. Kilise ve törenlere karşı ihtiyaç bu yüzdendir.Evlilik nasıl kutlanacak, çocuğunun doğumunda hangi tören yapılacak? Sevdiğimiz insanın ölümünde ona olan sevgimizi nasıl ödeyeceğiz? İşte hayat yolumuzun bu başlıca dönemeçlerini vurgulama ve süsleme ihtiyacıdır ki kilisede törenlere yol açıyor.

Bütün bunlara karşı ne yapabiliriz? Dini törenlerin kökünde yatan batıl inançlara akılcı bir eleştiriyle elbet karşı çıkılabilir,tabiata karşı tanrısız ve gerçekçi bir tutumla bu inançlar elbette çürütülebilir. Ama bu bilimsel ve eleştirel bir propaganda sorunudur ve konuyu kökünden çözemeyiz,çünkü her şeyden önce belirli bir azınlığa hitap eder, oysa bu azınlık bile kendi hayatını zenginleştirmek, iyileştirmek ve soylulaştırmak gereğini duymaktadır, her halükarda daha çekici bir hayatı özlemektedir.

İşçi devletinde bayramları, törenleri yürüyüş ve sembolik gösterileri -devletin yeni teatral törenleri- vardır. Aslında bunların,taklit edilen ve devamlı süregelen eski biçimlerle yakından ilişkili olduğu bir gerçektir. Ne var ki,işçi devletinin devrimci sembolizmi yenidir,bambaşka ve inandırıcı bir özellik taşır -kızıl yıldız,işçi köylü yoldaş,enternasyonal. Ama aile hayatın kapalı kafesi içine yenilik henüz girememiştir veya pek azından nüfuz etmiştir, çünkü ferdi hayat aileye sıkı sıkıya bağlıdır. Bu da, ikonalar, vaftizler, cenaze törenleri vs. Konusunda terazinin neden töreler kefesinde ağır bastığını açıkça ortaya koyar. Ailenin devrimci fertlerinin bunların yerine koyacak bir şeyleri olamaz. Teorik düşünceler insanın sadece aklına etki eder. Ama gösteri niteliğindeki törenler insanın duygularına ve hayal gücüne hitap eder. Bu etkinin yaygınlığı da oradan ileri gelmektedir. En ileri komünist çevrelerde, bu eski pratiğe yeni biçimler, yeni sembollerle, ama yalnız devlet hayatı çerçevesinde değil- ki bu aslında yapıldı- aile çerçevesinde karşı çıkmak isteği doğmuştur.

İşçiler arasında, dince kutsal günlerin yerine doğum günü kutlama ve yeni doğan yavrulara bu din kutsallarının isimleri yerine yeni ve dost fikirleri, yaşanan olayları simgeleyici adlar vermek eğilimi var. Moskoca Propagandacılar Konferansı’nda yapılan açıklamalarda Oktobrika (Ekim Kızı) diye bir kız isminin medeni hukuk kavramıyla bir anlamda kullanıldığını öğrendim.

Mesela Ninel (Lenin’in tersine okunuşu) ,Rem (Revolüsyon,Elektrifikasyon ve Min barış) gibi isimler var. Vladimir, İlyiç,hatta Lenin ve Rosa (Luxemburg’un şerefine) vs. hep çocuklara ön-isim olarak verilen ve devrimle bağlantı kurmak istediğini yansıtan isimler.

Bir doğum olayının,doğum günü törenlerini alaya almak için, fabzavkom’un (fabrika komitesinin) katılmasıyla ve çocuğun ismini Rus Federe Sosyalist Cumhuriyeti Sovyet vatandaşları listesine katan özel bir protokol kararıyla kutlandığı durumlar olmuştur. Eski töreleri istihza yollu bir ‘kutlamayı’ bir yemek ziyafeti izlemiştir, bir işçi ailesinde ,oğlan çocuğunun çıraklığa girişi bir tören olarak kutlanmıştır. Bu gerçekler önemli bir olaydır, meslek seçimiyle, hayatın akışıyla ilgilidir,işçi sendikalarının da katılması gereken bir fırsattır. Genel olarak,sendikalar yeni yaşama biçimleri yaratılmasında çok daha önemli bir rol oynamak zorundadırlar. Ortaçağ loncaları güçlüydüler,çünkü çırakların,işçilerin ve zanaatkarların hayatına her yönüyle giriyordu. Doğan yavrunun doğumunu kutlayarak karşılarlardı, okul kapısına kadar uğurlarlar, evlenirken kiliseye götürürlerdi,mesleğini görevlerini tamamlayıp öldüğü vakit de cenazesini uğurlarlardı.

Loncalar salt meslek federasyonları değildi, onlar toplumun örgütlemiş birer hayatı idiler. Bizim sanayi birliklerimiz de aynı çizgide geniş bir ilerleme gösteriyor, şu farkla ki, o çağın tam tersine hayatın yeni şekilleri artık kiliseye bağlı olmayacak, batıl inançlardan arınmış olacak, hayatı zenginleştirmek ve güzelleştirmek uğruna her bilimsel başarıdan yararlanma özlemi içinde olacaktır.

Mesela evlilikte tören yapmaktan vazgeçmek kolaydır. Ona rağmen,bu konuda kilise evlenmeleri yüzünden ne kadar ‘yanlış anlamalar’ ve partiden çıkartmalar olmuştur? Gösterişli törenlerle süslenmeyen kuru kuruya evliliğe rıza göstermemektedir töreler.

Cenaze ve gömülme konusuna gelince, bu çok daha zor bir sorundur. Layıkıyla bir cenaze servisi olmadan toprağa verilmek pek olağan dışı, pek liyakatsız, sanki vaftiz edilmeden yaşamak gibi korkunç bir şey sayılmaktadır. Ölünün mevkii, siyasi karakterde bir cenaze töreni gerektiği durumlarda,yeni şekillere uygun gösterişli bir tören için tribünler hazırlanmakta, devrimin sembolleriyle donatılmaktadır: kızıl bayrak,devrimci cenaze marşı ,havaya silah atışları. Moskova konferansının bazı üyeleri, ölülerin yakılması gereği üzerinde durdular ve ileri gelen devrimci işçilerin naaşlarını yakmakla buna öncülük edilmesini ileri sürdüler. Bu imkanı kiliseye ve din baskısına karşı kullanacak en güçlü bir silah olarak görüyorlardı. Ama ölünün yakılması usulünü uygulasak bile, gösterişli tören yürüyüşlerinden, konuşmalar yapmaktan, marşlar ve silahla selamlamaktan vazgeçmek anlamına gelmez bu. Heyecanları dışa vurma ihtiyacı güçlüdür ve meşrudur da. Eğer gösteriye dayanan şeyler geçmişte kiliseyle yakından ilgiliyseler, yukarıda söylediğimiz gibi, bu gösterilerin kiliseden sökülüp atılmaması için bir sebep de yoktur. Tiyatro,kilisenin devletten ayrılmasından daha önce kiliseden ayrılmıştır. İlk günlerde kilise ‘dünyevi’ tiyatroya karşı mücadele etmiş,ama tiyatronun gösteri niteliği açısından kendisine tehlikeli bir rakip olduğunu da görmüştür. Tiyatro,dört duvar arasına kapanmış özel bir gösteri olmak dışında ölmüştür. Ne var ki, teatral şekilleri kullanan güncel töreler kiliseyi ayakta tutmaya alet olmuşlardır. Kilisenin bu konuda,mesela masonlar gibi gizli gizli dernekler tarzında başka rakipleri de vardır. Şu var ki,onlar dünyevi papazlarla iç içe olmuşlardır. Devrimci ‘tören’ adetinin yaratılması (‘tören’ kelimesini kötünün iyisi olarak kullanıyoruz) ve bu adeti kilisenin ‘töreni’ne karşı kullanmak yalnız kamu veya devletle ilgili durumlarda değil, aile yaşamındaki ilişkilerde de kabildir. Bir cenaze marşı olan bando, kilisenin cenaze müziğiyle kolayca rekabet eder. Ve biz, öbür dünyaya kölece inanmaya dayalı kilise adetleri karşı mücadelede bandoyu müttefikimiz olarak yanımıza almalıyız. Daha güçlü bir müttefikimiz ise sinemadır.

Yeni hayat tarzlarının ve yeni gösteri törelerinin yaratılması, eğitimin yaygınlaştırılması ve ekonomik güvenliğin artmasıyla aynı adımı tutturmalıdır. Bu süreci üstün bir dikkatle kollamak zorundayız. Dışarıdan, yani yeni töreleri bürokratlaştırarak herhangi bir zorlama söz konusu olamaz. Ancak halk yığınlarının, yaratıcı hayal gücüyle ve sanatçı girişimiyle desteklenen yaratıcılığıyladır ki bizler, yıllar ve on yıllar üzerinden, soylu ve inanç dolu bir yola çıkacağız. Bu yaratıcı sürece yön vermeye çalışmadan ona her bakımdan yardımcı olmak zorundayız. Bu amaçla gözlerin körlüğü, yerini her şeyden önce, göz aydınlığına bırakmalıdır. İşçi ailesinde ve genellikle Sovyet ailesinde bütün olup bitenleri dikkatle izlemeliyiz. İster boşuna bir çaba,ister salt bir yaklaşım olsun her yeni tarz basına yansımalı ve kamuoyunun bilgisine sunulmalıdır, hayal gücümüzü ve yararlarımızı böylece harekete geçirebiliriz, yeni törelerin kolektif olarak yaratılmasında daha ileri atılımları böylece yapabiliriz.

Komünist Gençlik Birliği’nin bu çalışmalarda şerefli bir yeri vardır. Her keşif, her icat başarıya erişmez, her proje tutmaz belki. Ama ne önemi var bunun? Gerçek tercihler zamanla gereğince oluşacaktır.Yeni hayat kendi tarzlarını yüreğinin içinde doğurup uygulayacaktır. Kısacası hayat daha zenginleşecek, daha yaygın, daha dolgun ve renkli, daha ahenkli olacaktır. Sorunun temeli budur.

 

 

Alıntı kaynağı: Gündelik Hayatın Sorunları Bilim ve Kültür Üzerine Diğer Yazılar, Çevirmen: Yılmaz Öner,  Yazın Yayınları, sf 48-51

 

ETİKETLER