Selçuk Kozağaçlı ve Nergiz Aslan ile Soma Davası Üzerine| Hukuka Marksist Bakış
Geçtiğimiz yıl 13 Mayıs tarihinde meydana gelen ve 301 maden işçisinin hayatını kaybetmesine neden olan Soma katliamının üçüncü ve en son gerçekleşen duruşmasında maden işçilerinin mahkeme tarafından dinlenmesine henüz yeni geçildi.13 Ekim gerçekleşecek olan celsede müştekisi ve sanığı çok olan davada, ilerleyen duruşmalarda madenci aileleri de dinlenilecek. Hukuka Marksist Bakış olarak davanın avukatları Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) Genel Başkanı Selçuk Kozağaçlı ve Genel Sekreteri Nergiz Tuba Aslan ile davadaki en son gelişmeleri ve ilerleyen zamanlarda davada karşılaşma ihtimalimiz olan gelişmeler üzerine konuştuk.
***
Soma davası 301 maden işçisinin yaşamını yitirmesi sonucu açılmış çok geniş ve kapsamlı bir dava. Sanık profili olarak baktığımızda ise 8’i tutuklu 45 kişi ile karşı karşıyayız. 301 kişinin hayatını kaybetmesine neden olan bu katliamda sanık sayısının bu kadar dar olması davanın sorumluları bazında yeterli midir?
Öncelikle şunları söyleyerek konuşmaya başlamak gerekir, Soma dosyası 8’i tutuklu 45 sanıklı bir dosya. Tutuklu sanıklar açısından daha önce pek sık karşılaşmadığımız ‘olası kast’tan dava açıldı, yani suç nitelemesi var. Tutuksuz sanıklar, daha çok alt düzeyde yer alan mühendisler ve teknisyenlerden oluşuyor. Bu sanıklar için ise ‘bilinçli taksir’le birden fazla kişinin ölümüne ve yaralanmasına sebep olmaktan dava açıldı.
Bu sadece dosya sanıklarının sorumlu olduğu bir dava değil. Birçok yönden birçok kişiyi kapsayan bir dava. Karşımızdaki sanık profili ise çok yetersiz. En başından şunu söylemek gerekir ki Soma Kömür İşletmeleri A.Ş.’nin sahibi Alp Gürkan dosyanın sanığı değil. Hakkında takipsizlik kararı verilmiş durumda. Sebebi ise resmi bilirkişi raporunda hakkında kusur atfedilmediği için savcılık tarafından Alp Gürkan’a kovuşturmada kendisine yer olmadığına dair bir karar verilmiş olması. İşin aslı ise öyle değil elbette, katliamın gerçekleştiği günün ertesinde basın açıklaması yapacak kadar söz sahibi, karar sahibi ve yetki sahibi bir konuma sahip olan Alp Gürkan katliamın baş sorumlularından biri.
Sadece Alp Gürkan ile sınırlı değil sorumlu tutulacakların silsilesi, sendikal sorumluluk da söz konusu. Çok ilginç bir şekilde % 100’e varan bir sendikalaşma durumu söz konusu işçilerin içerisinde. Fakat bu sendika doğrudan doğruya şirketle işbirliği içinde hareket ediyor. Şirkete yeni giren işçiler sendikaya üye olma konusunda zorunlu tutuluyor. Yani işler tersine işliyor. İşçi işe girip sendikalı olduğunda ise sendika için işçinin maaşından kesintiler başlıyor. Sendikanın genel kurulu belirleneceği zaman ellerinde zarflarla işçilerin kime oy vereceği belirleniyor. Böyle bir durumda tamamen patronla-işverenle iş birliği yapan sarı sendikadan da öte bir sendikal örgütlenmeyle karşı karşıyayız. O yüzden işçilerin hiç bir ihtiyacına, sorunlarına cevap verebilecek yeterlilikte, sorumlulukta veya nitelikte bir sendika ortada bulunmamakta.
Tabi sadece sendika değil, bir şirket var hizmet alım sözleşmesiyle devlet tarafından devredilmiş bir işletme burası. Daha öncesinde Park Teknik A.Ş.’nin yönettiği bir işletme, ama çok ciddi sorunlar olduğu için çalıştıramayacaklarını söyleyip Soma Kömür İşletmeleri A.Ş.’ye devretmişler. Bu nedenle burada Türkiye Kömür İşletmeleri (TKİ) Genel Müdürlüğü nezdinde de bir sorumluluk söz konusu. Çünkü katliam bağıra bağıra gelirken, salt üretim ve kâr hırsıyla ‘kamusal fayda’ adı altında kalitesi ve enerjisi çok yüksek olan bir kömür işletmesinde kömürün mutlaka ve mutlaka çıkartılması gereken bir şey olduğunu düşünüyorlar. Bunun dışında siyasal bir sorumluluk da söz konusu. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı katliamdan sonra gelip açıklama yaptılar. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı olayın üzerinden bir yılı aşkın bir zaman geçtikten sonra belki de bir şekilde üzerinden günah çıkarma şeklinde değerlendirebileceğimiz açıklamaları oldu. Soma’da belki de devletin de kusurunun bulunduğu yönünde söylemleri oldu.
Soma davasının çok meşakkatli, uzun erimli bir dava olacağının farkındayız fakat bu davanın sonuna kadar takipçisi olacağız. Bütün sorumluların yargı önüne çıkartılması için mücadelemiz devam edecek.
Selçuk Kozağaçlı’nın dediği gibi, Soma maden ocağı Türkiye’deki diğer maden ocaklarına göre kötünün en iyisi durumundaydı. Bu durum Türkiye’de maden ocaklarının ‘can güvenliği’ne dair sergiledikleri performansın ne kadar içler acısı olduğunu bizlere göstermektedir. Can güvenliğinin bu kadar kötü olduğu çalışma ortamlarında katliamların yaşanması çok muhtemel değil midir?
Evet, söylediklerinize kesinlikle katılıyoruz. Türkiye’de maden ocaklarındaki işçilerin can güvenliği tamamen yerlerde. Zaten Soma da ki katliamdan çok kısa bir zaman sonra Ermenek’de yeni bir maden katliamı yaşanması da bunu göstermektedir. Orada da çok ağır bir tablo ile karşı karşıya kaldık. İnsanlar suyun içerisinde boğularak öldüler. Yani orada da göz göre göre bir katliam söz konusuydu.
Soma katliamının yaşandığı yere çok yakın olan Işıklar işletmesinde de benzer şekilde sorunların olduğu ve yakında yeni bir katliamın gerçekleşebileceğine dair haberler çıkıyor. Fakat buna rağmen devlet tarafından Türkiye’deki diğer maden ocaklarında olduğu gibi burada da bir denetim yapılmıyor. Bunları bir araya getirince Soma faciasının birden fazla kişinin oluşturduğu bir katliam olduğu bir kez daha gözler önüne seriliyor.
Mahkeme heyeti dosyaya ne kadar hâkim ve ileride sizce nasıl bir yargılama sonucu ile karşı karşıya kalacağız?
Mahkeme daha önce hiç karşılaşmadığımız, çok ilginç bir şekilde dosyaya fazlasıyla hakim bir durumda. Soma dosyası teknik meselelerin tartışıldığı, iş hukukunun, maden hukukunun bilinmesi gereken çok kapsamlı, büyük bir dosya. Buna rağmen mahkemenin bu sınavı olumlu bir şekilde yürüttüğünü düşünüyoruz. Ama ne karar çıkacağı konusunda açıkçası temkinli davranmak gerektiğinin de farkındayız. Çünkü kâğıt üzerinde mahkemelerin bağımsız ve tarafsız olacağı düşünülse de mahkemelerin objektif karar verebilmelerinin çok zor olduğunun bilincindeyiz.
Duruşmalar esnasında yaşanan temel sıkıntılar ve ailelerin yargılama sürecinde ki tutumlarıyla ilgili neler söyleyebiliriz?
Duruşmalar esnasında yaşanan temel sıkıntıları sıralarsak eğer, ilk duruşma gerginlikle başladı. Davayı takip eden ailelerin canları yanmıştı ve bunun hıncını taşıyorlardı. Karşılarına çocuklarının, kocalarının, sevgililerinin katilleri geliyor buna rağmen yargılamanın insicamını bozmamak için sabırla, metanetle yargılamanın sonucunu bekliyorlar. Tabi zaman zaman öfkelerini, tepkilerini tutamadıkları anlar da oluyor ki bu çok normal, anlaşılır bir durum. Sanıklar gözlerinin içine baka baka yalan söyledikleri zaman dayanamayıp bayılan, sinir krizi geçiren annelerimiz, genç kadınlarımız var ama buna rağmen dirayetle davanın takipçisi olmaya devam ediyorlar.
Davanın en büyük takipçisi her zaman olduğu gibi yine kadınlardan oluşan bir topluluk. Çok zor şartlarda köylerinden, evlerinden geliyorlar. Yol parası bulamadıkları zamanlar oluyor buna rağmen imece usulü aralarında para toplayıp, otobüslere atlayıp geliyorlar. Örneğin yaz döneminde tarlasını, bağını bahçesini yani geçim kaynaklarını bir kenara koyup, mahkemeye geliyorlar. Bu davranışlar oldukça kıymetli. Zaten davanın takipçisi olmazsa o zaman bu dosyalar tozlu raflara kaldırılır.
İlk duruşmada sanık müdafilerinin davanın nakli için bir çabası oldu. Özellikle aileleri kışkırtıp mevcut karışıklıktan faydalanarak ‘davanın daha güvenli bir yerde olması’ bahanesiyle evrensel ‘sanık haklarının güvence altına alınması’ ilkesinden faydalanma stratejiyle dava nakli için bir girişimde bulunup, dilekçe verdiler. Ama aileler oynanan bu oyunu gördü duruşlarıyla, tavırlarıyla olgunluklarını bir kez daha ortaya koydular.
Şirket sahibi Alp Gürkan’ın hiç bir sorumluluğu kabul etmemesi anlaşılır bir durumdur bizim için; çünkü bu sınıfsal bir tavırdır, burjuvaziyi temsil eder. Onlar için orada ölen insanların ‘insan’ olarak pek bir değeri yoktur; ekonomik olarak ne kadar getirisi götürüsü vardır o önemelidir. Ama daha alt kademedeki sanıkların yani orada ekmek parası için çalışan özellikle tutuksuz sanıklardan mühendisler, teknikerler kraldan çok kralcılar. Artık nasıl ikna edildilerse, maden ocağındaki sistemin dört dörtlük işlediğini ve hiç kimsenin bir sorumluluğunun olmadığını söyleyerek bu meseleden amiyane tabirle yırtacaklarını düşünüyorlar. Biz ise her seferinde, böyle yaparak az bir ceza almalarını sağlayacakları burjuvazi ile aynı kefede olmadıklarını, her ne kadar orda ‘sanık’ sıfatıyla bulunsalar da ekmek paralarını çıkartmak için başka çarelerinin olmadığının farkında olduğumuzu söylüyoruz. O nedenle onlara bu tutumdan dönmelerini eğer dönmezlerse tüm suçun kendi üzerlerine yıkılacağını söyleyip gerçeklerin yanın da olmaya çağırıyoruz.
Üçüncü ve en son gerçekleşen duruşmada işçilerin dinlenilmesine geçildi. Mahkeme heyeti tarafından 4 işçi dinlenildi. Bu esnada yaşanan gelişmelerle ilgili olarak neler söyleyebiliriz?
Son duruşma beşer iş gününden iki hafta sürdü. On iş gününde sadece 1 gün bile olsa 4 işçiyi dinletmeyi başarabildik. Mahkeme heyeti işçileri dinlemeye daha yeni başladı ilerleyen duruşmalarda madenci yakınları olan aileler de dinlenilecek. Çok fazla sanığı ve müştekisi olan bir dosya olduğu için fiilen böyle bir durumla karşılamaktayız ayrıca mahkeme de çok ayrıntılı bir dinleme yapmakta.
(Nergis Tuba Aslan) Dinlenen dört işçi açıkçası beni çok sarstı. Birçok ceza davasına girdim, toplumsal davalar takip ettim ama bu dava beni inanılmaz sarstı. Davada şöyle bir şey yaşadık işçilerden ikisi soruşturma esnasında vermiş olduğu ifadeyi değiştirdiler. Özellikle biri çok ayrıntılı bir ifade vermişti. S panosunda yanlış hatırlamıyorsam 140 kişiden hayatta kalan tek kişi. Hayatta kalmak için istim boruları denen hava borusunu çivi ile delip hava emerek hayatta kalmış. Çok ağır bir travma geçirmiş, defalarca ölmeyi düşünmüş, psikolojik tedavi görmüş bir işçi. Fakat yargılama esnasında vermiş olduğu ifade tamamen şirket lehineydi. Sonrasında bir işçi daha geldi bu işçiyi resmedersek eğer, ortada bir kürsü var işçi bu kürsüyü iki eliyle sıkmış ve biz yandan bakınca -kürsüyü çok şiddetli sıkmasından dolayı- elinin yanındaki beyazlığı görebiliyorduk. Arkada yaralı aileler, önünde mahkeme heyeti ve bizlerin olduğu bir ortamda inanılmaz derecede işveren lehine ifade verdi. Mahkeme başkanı çok sıkıştırdı, sanıkların bile zaman zaman şirket aleyhine kabul ettikleri durumları dahi şirket lehine anlatmaya çalıştı. Bu duruma içlerinde benim de olduğum birçok kişi öfkelendi ve şöyle bir ruh haline girdim: ‘Bir insana bunu ne yaptırabilir?’. Mahkeme başkanı özellikle bu işçiye 3 defa ‘şikâyetçi misin?’ diye sordu ve işçi üç soruya da ‘değilim’ dedi.
Bu işçinin bir kulağı duymuyor ve büyük ihtimalle çocukları var. Bu kadar zor şartlar altında olan bir işçinin ruh halini düşünebiliyor musunuz? Biz de bu durumda şuna karar verdik: “Lanet olsun burjuvaziye ki yine işçiyi işçiye kırdırtarak sonuç alıyor.” Bunun üzerine Selçuk Kozağaçlı ayağa kalktı ve işçiye tek bir soru sordu: “Çalışıyor musun madende?” dedi. İşçi ise ‘evet, başvurdum bir ay sonra başlayacağım’ dedi ve bunun üzerine Selçuk Kozağaçlı işçilere, mahkeme heyetine, sanıklara ve ailelere dönüp ‘bize bunu yaptıramayacaksınız, işçi sınıfını işçi sınıfına kırdırtamayacaksınız. Biz bu oyuna asla alet olmayacağız ve bir işçiyi diğer işçi ailelerine linç ettirmenize izin vermeyeceğiz. Biz yapılanların farkındayız. Bu işçiye yaptıklarınızın farkındayız’ diye bir konuşma yaptı. Bu zaten en son konuşma oldu, sonrasında duruşma bitti. Bu kadar etkilendiğim bir an hatırlamıyorum, kendimizi o an berbat hissettik, olaylar adeta üzerimizden silindir gibi geçti. Bu aslında burjuvazinin bir yeteneği işçiyi işçiye kırdırtarak kendilerini olaydan tertemiz çıkartabiliyorlar. İşçi ise bir yandan boğazında açlığın kemikli ellerini hissederken bir yandan da vicdanının sesi ile boğuşmakta. Bu işçinin aslında şöyle bir durumu da var, işçinin sabah diğer işçilerle birlikte geldiğini bizle oturduğunu, bizle birlikte yemek yediğini sonradan fark ettik. Gidecek yeri de yok aslında. İşte bu durumda sınıfsal bilinç ortaya çıkıyor. Meselenin kendileriyle değil başka bir sınıfla olduğunu görmeleri gerekiyor.
Bundan sonra da ilerleyen duruşmalarda işçiler dinlenilmeye devam edilecek. Mahkeme madende bir keşif yapılmasına karar verdi. Üzerinden bir yıldan fazla zaman geçtikten sonra hatta yeniden işletmeye açılacak olan bir işletmede nasıl bir keşif yapılacağı merak konusu. Mahkeme verdiği ara karara göre maden mühendisliği ve hukuk fakültesi olan, daha önce Soma davasına ilişkin herhangi bir görüş bildirmemiş bütün üniversitelerin öğretim üyeleriyle madene inip keşif yapacak.
Son soru olarak şunu soralım, karşı tarafın davayı ‘doğal afet’ eğer bu tutmazsa ‘sabotaj’ kılıfına büründürüp mahkemenin bu yönde karar alması yolunda ilerledikleri söz konusu. Bu ihtimallerin gerçekleşmesi durumunda suçu paylaşanların sayısında bir azalma olacağı gibi sanıkların alacakları cezanın çok daha az olacağını da söyleyebilir miyiz?
– Karşı tarafın olayı iki temel strateji üzerinden geliştirmeye çalıştığının farkındayız.
1)”Biz her türlü önlemi aldık ama buna rağmen facia bir doğal afet misali gerçekleşti.” Bu senaryo tutmaz ise;
2)”Yaşanan bu olaylar belli işçilerin gerçekleştirdiği bir sabotaj. O işçiler bilinçli olarak madende yangın çıkardı ve bu katliamı yaptılar.” şeklinde ilerleyen duruşmalarda ileri sunacakları stratejilerle karşılaşabiliriz. Fakat dosyada olayın ihmalkârlıklar dizisi olduğunu kanıtlayan, güvenlik tedbirlerinin alınmadığı, metan gazı olan yerlerde çalışmalara devam edildiği, çok ilkel yöntemlerle üretimin yapılmaya devam edildiği vs. içeren o kadar çok delil var ki bu anlamda yaşanan bu katliamın “öngörülemez “ olduğunu söyleyerek kurtulmaları mümkün değil.
Aynı zaman da şunu da planladıklarını düşünüyoruz, ‘taksirle birden fazla kişinin yaralanmasına ve ölmesine sebebiyet vermek’ suçundan ceza almayı planlıyorlar. Çünkü ‘olası kastla öldürme’ ile ‘taksirle öldürme’ arasında çok büyük bir fark var. Olası kast kabul edilirse her bir sanık ölen veya yaralananlar için ayrı ayrı ceza alacaklar ama taksirle öldürmede tüm yaralananlar ve ölenler için tek bir ceza alacaklar. Bu büyük fark yüzünden de sürekli savunma stratejilerini bunun üzerine kurmaya çalışıyorlar.Eğer bu strateji tutarsa en başta kurtulacak olan kişinin şirketin patronu olacağı çok net.
En son olarak da şunları söylemek gerek, hukuk, mahkemeler siyasal iradeden, egemenlerin hukukundan bağımsız değildir. Ama böyle deyip de köşeye çekilmek olmaz. Biz bu tür toplumsal davalarda davanın kamunun vicdanında yer edinmesini daha kıymetli olduğunu, bizlere tarihsel bir sorumluluk yüklediğini düşünüyoruz. Aynı zaman da ezilen sınıftan yana kararların yargılama sonucunda çıkabilmesi için elimizden gelen mücadeleyi yürütüyoruz, yürütmeye de devam edeceğiz.
Teşekkür ederiz.