“Guguk Devletinde” Hukuktan Bahsetmek Mümkün Mü?
Dün gece “paralel yapı” soruşturmaları kapsamında tutuklanan 62 polis ile Samanyolu Yayın Grubu Başkanı Hidayet Karaca hakkında Asliye Ceza Mahkemesi tahliye kararı verdi. Karardan sonra İstanbul 32. Asliye Ceza Mahkemesi’nin tahliye kararı İstanbul 10. Sulh Ceza Hakimliği’nce “yok hükmünde” sayıldı ve büyük bir tartışma başladı.
Hukuk alanındaki yetkin kişilerin kararda ortaklaştığı nokta şu: Asliye Ceza Mahkemesi’nin redd-i hakim kararı vermesi usulen doğrudur; ancak Asliye Ceza Mahkemesi’nin tüm hakimleri reddi mümkün değildir. Öte taraftan Asliye Ceza Mahkemesi’nin bir alt mahkemesi olan Sulh Ceza Mahkemesi’nin kararı “yok hükmünde” sayması da usulen yanlıştır.
Sürecin hukiki gidişatı bu minval üzerinden tartışılıyor. Elbette siyasi konumuna göre süreci farklı yorumlayan hukukçular da oluyor. Biz sürecin hukuki olup olmadığını irdelemek niyetinde değiliz. Zira şu an birbirine kılıç çekip hukuktan bahseden AKP ve cemaatin Devrimci Karargah, KCK ve ergenekon yargılamalarındaki hukuksuzluklarına tanık olduk. Sosyalistlerin yargılandığı “Devrimci Karargah” davasında ağır hapis cezalarının verilmesine gerekçe olarak MİT raporlarının gösterilmesinin hukuksuz olduğunu söylediğimizde bugün hukuktan bahseden söz konusu iki cenah cevap verme tenezzülünde bile bulunmamıştı. Keza KCK duruşmaları sürecinde yargılananların anadilde savunma haklarını gaspeden, avukatların yargılama sürecine katılmasına engel olan ve 350’ye yakın avukat hakkında suç duyurusunda bulunan cenah da bugün hukuktan bahseden tarafların ta kendisi!
Türkiye’deki hukuk sistemi emekçilerin üzerine topuyla tüfeğiyle çökerken hukuksuzluğu dile getirenlerin dahi susturulmaya çalışıldığı süreçte birlikte hareket eden muktedirler, aralarındaki yarılma sonrası bugün hukuktan bahsedebiliyor. Yandaş kanallar kendi perspektifine yakın hukukçuları yayına çıkartıp birbirlerinin tezini çürütmeye çalışıyorlar.
Biz biliyoruz ki burjuva siyasi sistemin çok övündüğü mahkemeler egemen sınıfın dilediği gibi at oynattığı alanlardır. Ve özellikle Türkiye’deki “bağımsız” hukuk sistemi ilk yargılamasından bu yana emekçilere, devrimcilere, Kürtlere, kısacası kapitalizmle sorunu olan kesimlere topuyla tüfeğiyle saldırmaktadır. Dolayısıyla bugün hukuktan bahseden unsurlar dün yan yana ezilen kesimlerin infaz kararını vermekteydi. Bu sürecin hukuki olup olmadığını tartışmak işin teknik boyutudur. Aslolan şudur ki mahkemelerin sınıfsal karakteri yargılamaları belirleyen yegane unsurdur. Dün kardeş olup bugün birbirine kılıç çeken unsurlar yarın sınıfsal bir kalkışmada pozisyonlarını yeniden yakınlaştırıp geçmişte olduğu gibi ezilenleri hapishanelere gönderecek tıynettedir