Kadınlar Nasıl Kazanılır? – Derya Koca

Kadınlar Nasıl Kazanılır? – Derya Koca

Ülkenin, hepimizin geleceği için kritik bir döneme giriyoruz. 16 Nisan’daki referandum, bu toprakların mücadele geleneğine altın harflerle yazılabilir. Bu ülkenin toplumsal mücadele birikiminin tüm gücünü seferber etmesi gereken, ancak eski alışkanlıklarını bırakıp yeni yöntemler uygulaması gereken bir çalışma sürecine yüklenmek gibi tarihsel bir görev bizleri bekliyor. Emekçiler, halklar ve kadınlar için cehenneme çevrilen bir coğrafyada geleceğe dair milyonların duyduğu kaygıların karamsarlığa dönmesine izin vermemeliyiz. Ayakları, bu topraklarda AKP ile uzlaşmaz çelişkilere sahip milyonların varlığına ve onların sol ile bağına basan devrimci bir iyimserlik bu. Ancak geçmişin bagajına güvenerek yola çıkamayız. Etnik ve mezhepsel gerilim zehri bu ülkede her zaman vardı ancak tarihin hiçbir döneminde bu ülke belki de böylesine derin bir kutuplaşma ile yarılmamıştı. Ve hiçbir zaman bu yarılma böylesine güçlü bir otoriterlik tarafından bu denli uzun erimli bir politika halinde örgütlenmemişti. Muhafazakar otoriterliğin hedeflerinden birisi de kadınlar. Dolayısıyla kadın sorunu böyle bir ortamda gitgide içinden çıkılmaz bir hal almış gibi görünüyor. Kadın düşmanlığının saraylarda sefa sürdüğü bir ülkede başkanlık tartışması kadınlar açısından da tartışılmayı hak etmektedir. Bir toplumun otoriter yeniden inşası, kadınlara saldırmadan yola çıkamaz. O halde, kadınları HAYIR demek için yan yana nasıl getireceğiz? Belki bu soru Nisan ayı ile sınırlı olmayan en temel soru. Ancak, başkanlık tartışması hayatımızı meşgul ederken soruna kadınların cephesinden yaklaşmak bu yazının amacı olacaktır.

AKP KADINLARI NASIL KAZANDI?

AKP’nin kadınları nasıl kazandığı sorusunun eşiti “siyasal İslam nasıl kazandı” sorusudur. Çünkü kadınlar kendinden menkul bir tabaka değildir. Kadınlar da herkes gibi içinde bulunduğu topluma aittir. Toplumsal mücadelenin seyri, kadınların kaderini belirler. Emekçiler, toplumun çoğunluğu olarak her türlü ezilenin kaderinde asıl belirleyici unsurdur. Emekçiler, tarihin öznesi olarak kadınların da kaderini belirlemektedir. O halde her kadın, kendi sınıfına aittir. Onun geleceği, sınıfının geleceğinden ayrı düşünülemez.

Siyasal İslam’ın Türkiye’de yeşermesi 70’lere dayanır. Devrimci hareketin yenilmesi ve nihayet bugünkü rejimin temellerini atan 1980 darbesi akabinde ılımlı İslam projesi devletin ajandasına girdi. Toplumun
muhafazakarlaşması, piyasalaşması ve emekçilerin örgütsüzleşmesi için demir yumruk devreye sokuldu. Sosyalist solun bu zor koşullara ek olarak kendisini ideolojik ve pratik anlamda yenileyememesi bu ülkenin
kaderini bugünkü noktaya getirdi desek abartılı olmaz. Bir zamanlar sosyalistlerin hegemonyasında olan yeni kentli yoksullar sosyalistlerin örgütlenme modelini kullanarak kapı kapı dolaşan bir çalışkanlık ve örgütçülükle büyüyen İslamcılara geçti.

Kadınlar, sosyalistlerin 70’lerdeki yükselişinde yer almıştı. Milyonlar sola yüzünü dönmüştü. Bugüne göre çok daha küçük bir nüfus olan kentli eğitimli kadınların yanında yoksul varoşlardaki emekçi  kadınlarla mücadelenin dinamiği toplumsal hayata karışıyordu. Ancak 80’lerle birlikte sol yenilmiş, kadınlara temas edenler kadın düşmanları olmuştu. Bunun için ortam uygundu çünkü toplumsal gericilik dönemlerinin en hızlı gerileyeni kadınlardır. Üretimden ve toplumsal yaşamdan uzak kaldığı ölçüde milyonlarca kadın evde, ağır
iş yükünün altında televizyonun yaydığı her türlü propagandadan en önce nasibini alır.
Toplumun muhafazakarlaşması kadını “ailenin” merkezine geri koydukça ona çocuk doğurmanın, yemek, ütü, temizlik gibi ömür çürüten pek çok gündelik işin asıl sahibi olma fikrini kanıksatır. Dünyaya dair düşünmek,
onu değiştirmek; dahası kendi konumunu sorgulamak gittikçe imkansız hale gelir. Gelecek işçi kuşaklarını yetiştirmek ve ertesi güne emek gücünü yeniden yaratmak için evde bedava çalışmak milyonlarca kadını yeteneklerinden koparmakla kalmaz, toplumdan ve kendi gerçekliğinden de koparır. Emekçi kadının işi
daha da zordur. İşyerindeki sömürü iki kattır.

Marks, Kapital’de 15 Mart 1844’te Lord Ashley tarafından “On Saatlik Fabrika Yasası” bağlamında yapılmış bir konuşmayı alıntılar: “Bir fabrikatör olan Bay E. bana, mekanik dokuma tezgâhlarının başında yalnızca kadın işçi çalıştırdığını; evli kadınları ve özellikle ailelerinin geçimine destek olan aile sahibi evli kadınları tercih ettiğini; bunların evli olmayan kadın işçilerden çok daha dikkatli ve uysal olduklarını; gerekli geçim araçlarını tedarik edebilmek için güçlerini son zerresine kadar harcamak zorunda kaldıklarını anlattı. Böylece
birtakım erdemler, kadın karakterine özgü erdemler, kadınlara zarar vermeye başlıyor; kadın doğasındaki ahlak ve incelikle ilgili her şey kadının köleleşmesine ve acı çekmesine yol açan araçlar haline getiriliyor” (2011: 386).
  
Bu tablo büyük oranda aynı kalmıştır. Çocuklarını büyütmek ve hayatını idame ettirebilmek için emekçi kadın (ve tabi ki erkekler) binbir çileye boyun eğmeye, sessiz kalmaya zorlanmaktadır. Muhafazakarlığın piyasacı hali olan neoliberalizm AKP’nin bu ülkedeki karşılığı ve daha İslami tonudur.
AKP’nin içinden çıktığı Milli Görüş hareketi varoşlara gözünü diktiği an, geniş kadın yığınlarına da temas etmiş oluyordu. Kadınlara aktif bir rol biçen İslamcılar emekçileri ve kadınları “kazandılar”.

Toplumsal muhafazakarlaşma kadınları çok hızlı geriye çekti. Ancak tek dinamik bu değil. Asıl dinamik piyasalaşmanın ağır sömürü koşullarının emekçi ailelerinin kadın emeğine daha da bağımlı bir hale getirilmesiyle yapısallaşmasıydı. Emekçilerin topyekün örgütsüzleştirilmesi, işyerlerinde otoriter emek rejiminin tesisi ve güvencesizliğin yarattığı milyonlar -sadece kadınlar değil- uysallaştırıldılar. Yani toplum ne yaşıyorsa kadınlar iki katını yaşıyor .

AKP iktidarından bahsederken yalnızca parlamentodaki sandalye sayısından ibaret bir hükümetten bahsetmiyoruz. Taban arayan, bunun için her türlü gücü seferber eden: artık belediyeler, mahalle, ilçe ve
il teşkilatları ile örgütlenmiş, toplumsal kutuplaşma etrafında mobilizasyon sağlama yeteneğine kavuşmuş bir hareketin bütünlüklü karakterinden bahsedebiliriz. Türban tartışmaları, belediyelerin maddi imkanları etrafında “yardım” projeleri ve taban örgütlenmeleri (bunun içine tüm tarikat ve cemaatleri de ekliyoruz çünkü AKP’ye taban kazandırılmasında etkileri tartışılmaz bir noktadadır) kadınların (özellikle de ev
kadınlarının) oylarını kazandırdı.

AKP VE KADINLAR
AKP’nin bu toplumdaki tarihsel hedef ülkeyi sermayenin talanına açmak, bunu yaparken de ülkeyi muhafazakar bir temelde yeniden inşa etmek olarak özetlenebilir. Her otoriter rejim gibi AKP rejimi de ailenin kutsallığından dem vurur. O ailedir ki ne kadına ne erkeğe yuva olabilir. O halde kutsiyeti nereden
gelir?
Uysallık ve boyun eğme kültürünü yeniden üretmesi, işçi kuşaklarını üretmesi, işçinin ertesi güne hazırlanarak yeniden üretilmesi…

Aile kapitalistlere çalışan bir makinedir. O makinenin başında da görevinin kutsallığına inandırılmış kadın vardır. Öte yandan kadın emekçiler piyasaya da girmeli, daha ucuza çalışmalı, emek piyasasında ücreti
aşağı çekmeli… Muhafazakarlığın kadını eve kapatan zihniyeti ile onun modern versiyonunun gerilimidir bu.
O yüzden AKP bir yandan kadın bakanlığını kapatıp aile bakanlığı açar, yarı zamanlı ve evden çalışmayı kadınlara sunarak “annelik” görevini aksatmayacak istihdam rejimleri yaratır. Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu, kadınların “İş istiyoruz sayın bakanım” sözlerine karşılık olarak, “Evdeki işler yetmiyor mu?” yanıtını vermişti. Bu diyalog bir özettir. Emekçi bir kadının yaşamsal gerçekleri AKP ile uyuşmaz. Dahası, kadınların talepleri doğalında kapitalizmle uyuşmaz: kreş, yemekhane, çamaşırhane, kadın ve erkeğe eşit şekilde uygulanan ebeveyn izinleri… Tüm bunlar patronların daha fazla harcama yapması anlamına gelir. AKP gibi sermaye talanı için her yol mübah anlayışıyla hareket eden İslamcı bir parti o halde kadınları nasıl ikna eder? Soruyu bir daha soralım: AKP gibi sermaye talanı için her yol mübah anlayışıyla hareket eden bir
parti milyonlarca emekçiyi nasıl ikna eder? Bu sorunun yanıtlarının bazılarını yukarıda İslamcı hareketin yükselişine dair değindiğimiz noktalarla zaten açıklamış bulunuyoruz. Fakat bugüne dair verilecek cevapta bir
kez daha anahtar kelimeler
kutuplaşma ve alternatifsizlik.

Kadınların yaşamına saldırıda dinselleşme dolayısıyla laiklik sorunu şüphesiz önemli bir yer kaplıyor. Nasıl ki yalnızca “kahrolsun AKP” diyerek işçiler kazanılmıyorsa, dinselleşmenin ve muhafazakarlığın kurbanı kadınları da tek başına laiklik diyerek kazanamayız. Şayet temel söylem bu olursa laik olanlar ve olmayanlar gibi uzlaşmaz bir çelişki ilan edecek ve nüfuslar oranından sonu olmayan bir savaşım var olacak demektir… Toplumsal bir dönüşüm ve ülkenin sadece kadınlara değil, herkese cehennem olan rejimine karşı bir
güç odağı yaratacaksak
AKP’nin meşruiyet temellerine saldırmak ve kendi tabanını ikna etmek zorundayız. Eşit koşullarda çalışma hakkı, kreş hakkı, kadın cinayetleri, tecavüzün meşrulaştırılması gibi gündemler
etrafında öncelikli olarak kadınların dikkatini çekecek, somut ve ikna edici kampanyalar örmek zorundayız. Aksi takdirde kadınlar için yaşaması gittikçe daha da zor olacak bir ülke ile karşı karşıya kalacağız. Ancak hayatta her şey zıttını doğurur. Bugüne kadar gerçek anlamda kitlesel bir kadın hareketinin olmadığı
Türkiye’de AKP iktidarının sinirleri zorlayan
  
uygulama ve söylemlere imza atması kadın hareketinin reflekslerini güçlendirebilir. Dahası, tüm toplumsal muhalefetin canlanmasına vesile olur.

BAŞKANLIK REJİMİ TARTIŞMALARINDA KADIN NEREDE?
AKP rejiminin kadınlar açısından kabul edilebilir bir yanı olmadığı kesin. Emekçiye düşman olan kadına dost olamaz. Başkanlık hevesleri ile Erdoğan’ın radikal İslamcı bir temelden muhafazakarlığın sınırlarını
zorlayacağı, polis devletine doğru adımlar atacağını kestirmek güç değil. Karşısında sosyalistler, Aleviler, Kürtler gibi güçlü dinamikler bulunduğu sürece de bu iş tereyağından kıl çekercesine bir kolaylıkta da
olmayacaktır
 . 

Varsayalım, Erdoğan istediğine kavuştu; başkanlık ülkenin tepesine çöktü. Rejimin tesisinde asıl çileyi yine emekçi kadınlar çekecek. Kadın düşmanlığı devlet katında bir kaide haline getirilirken taciz, tecavüz
ve şiddet alenen meşrulaştırılırken emekçi kadınlar büyük bir çile ile yaşamaya zorlanıyor. 
Ekonomik bağımsızlığı ve kamusal hakları ortadan kaldırılmış kadınlar şiddete uzun yıllar katlanmak zorunda kalıyor. Boşanmak imkansız hale geliyor. Ülkede yaşanan büyük ahlaki çöküntü, kadınları hedef haline getirirken taciz ve tecavüz kent merkezlerinde sıradan vakalar haline geliyor. Korkunç bir tablo. AKP, muhafazakar ahlakçılığın iki yüzlülüğüyle bu noktada sıkışıyor. Kadın cinayetleri resmen ödül gibi cezalarla teşvik
ediliyor; bastırılmış toplum ahlak nesnesine dönüştürülmek istenen kadınlara cinsel saldırı olarak geri dönüyor
 .

Tecavüz yasası, Özgecan cinayetine verilen kitlesel refleks, şort giydiği için saldırıya uğrayan kadını savunan milyonlar bu konuda ülkede belli bir hassasiyet oluştuğunu ve AKP’nin bu gündemlerin altında kaldığını
gösteriyor. Ancak gündemler insan hafızasının doğal sınırlarına emanet ediliyor: kitlesel bir hareketi devam ettirme kapasitesi ortaya konmadığı sürece AKP hepsinin altından kalkıyor. Yine de bu örnekler bizlere çok önemli bir şeyi göstermeli: kadınların ses çıkarmasının da toplumsal muhalefeti yaratmanın da en genel birinci kuralı milyonların yaşamlarına değecek somutlukların net bir şekilde ifade  
edilmesi. Elbette bu, her şeyi çözmeyecektir. Ancak iktidarın kadınların hayatını cehenneme çevirme niyetindeki yeni rejim tesisinde
toplumsal muhalefete ciddi bir canlanma ve moral getirebilecek bir kadın hareketi yaratmanın dinamiklerini harekete geçirebilir. 
AKP’nin çok büyük oranda oy kazandığı muhafazakar kentlerde bile kadınlar sokağa
dökülüyorsa, OHAL altında bile meclisin etrafını saran kadınlar tecavüzcüleri serbest bırakacak yasayı geri çektirebiliyorsa bu
  
ülkeden umut kesmek için hiçbir sebep yok! Türkiye, dünyada eşi az bulunan bir oranda
kadınların politize olduğu bir ülke.

ÇARESİZLİĞE ÇARE
Kadınlar kendilerini büyük oranda çaresiz hissediyor. Yoksul kadınlar, emekçi kadınlar cinayet, olağan halegelmiş taciz, tecavüz, yoğun emek sömürüsü ve en muhafazakar kesimde olmanın getirdiği boğucu bir dünyada yaşamaya zorlanıyor. Kadınların çaresizlik hissini, kendisini savunmak için eşlerini öldüren kadınların beyanlarından anlıyoruz. Bir çözüm olarak hayatını cezaevinde geçirmeyi göze alacak kadar çaresiz olmak ancak en kaba tabirle “çalacak bir kapı” bulamamakla, canına tak etmekle açıklanır .

Sol büyüdüğü, başarılı olduğu oranda kadınlar da kendisini bu hareketlerin içinde hissedebildiği,
ifade edebildiği; toplumsal dönüşüme önderlik edebildiği ölçüde kendisini de özgürleştirme imkanına kavuşacak: özgüven, deneyim ve bilinç kazanacak. Nice ilham kaynağı hikayeler yaratılacak. Kadınların bir adım öne çıkması; erkeklerin kadınlara yaklaşımının değişmesini, kadının toplumdaki konumunun değişmesini sağlayacaktır
 .

Sınıfın bir parçası olan kadın, birleştirici bir zemin olarak emek etrafında kendi taleplerini toplumsallaştırır; sokağın, dayanışmanın sıcak yüzü ile tanışırsa kendi gücü ile de tanışır. İşte o zaman özgürleşmenin kapısı açılır. Eşitlik talebinin sahibi haline gelir. Emekçi kadınlar kendi özgürlük ve kurtuluşları için mücadelenin
öznesi olmak zorundadır. Emekçi kadınların kurtuluşu kendi eseri olacaktır.

Marx, Karl. 2011. Kapital, Cilt 1, Çev. Mehmet Selik ve Nail Satlıgan, Yordam Kitap, 1. Baskı, İstanbul.

KATEGORİLER
ETİKETLER