Syriza İktidarının Tarihsel Bağlamı – V.U. Arslan
Syriza iktidarının ilk haftalarındayız. Beklendiği gibi Tsipras, bir takım özelleştirmeleri durdurarak, işten çıkarılan temizlik işçilerini işe geri alarak ve lüks makam araçlarını satmak gibi bir takım sembolik işlere girişerek ilk andan itibaren farkını ortaya koymaya çalıştı. Diğer taraftan da AB liderleri ile görüşmeye ve onlara da yeşil ışık yakmaya devam etti. İki taraflı Syriza politikasının cicim ayları yavaş yavaş geride kalıyor. Almanya ve Avrupa Merkez Bankası (AMB)’nın liderleri, Syriza karşısında kartlarını açık oynamaya ve sertleşmeye başladılar. Bu tavırların en serti, şüphesiz, AMB’nin fonlama karşılığında Yunan tahvillerini kabul etmekten vazgeçmesiydi. Yani, Yunanistan hazinesi, borç karşılığı değerli kağıtları devreye sokamayacak. Bu, zaten darda olan Yunan maliyesine vurulan etkili bir darbedir. Bilindiği gibi mart ayından itibaren Yunanistanla yapılan borç anlaşmaları sona eriyor. Bu saatten sonra AMB ve Almanya, Syriza hükümetini köşeye sıkıştırıp boyun eğdirmeye çalışacaklar. Dedik ya cicim ayları bitiyor. Yunan burjuvazisi de AB emperyalizmi ile bir olup Syriza’ya darbe vurmakta duraksamayacaktır. Bunun en bariz şekli, bankacılık sisteminin iflası anlamına gelecek olan sermaye kaçışının hızlanması için düğmeye basılmasıdır. Syriza, bu baskılara dayanabilecek mi? Çelişkili ilk sinyaller içerisinde bir takım tavizleri şimdiden görebiliyoruz. Örneğin, Maliye Bakanı Varoufakis, Syriza’nın aslında en vurucu seçim vaatlerinin başında gelen borçların silineceği çıkışından çark etmiş durumda. Syriza’nın hangi yöne doğru evrileceğini zaman gösterecek ve en önemlisi bu konunun cevabının sınıf mücadelesi tarafından belirleneceğidir.
Syriza’nın seçim zaferi tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de çok konuşuldu. Yunanistan öteden beri komşular arasında Türkiye kamuoyunun en çok etkileşim içerisinde olduğu ülke konumundadır. “Sosyalist” ve “radikal” tandanslı bir partinin Yunanistan’da büyük bir seçim zaferine imza atarak iktidara gelmesi de haliyle Türkiye’de epey ses getirdi. Özellikle de sol cenahta Syriza üzerinden epey bir tartışma döndü. CHP’den HDP ve ÖDP’ye kadar bir dizi eğilim, Syriza’nın seçim zaferinden kendisine pay çıkarmaya çalıştı. Haziran seçimleri yaklaşırken CHP, HDP, BHH arasındaki görüşmeler, karşılıklı güvensizlikler ve el enseler eşliğinde şekillenmeye doğru yol alıyor. Mevcut durumda en geniş %3-4 civarında değerlendirebilebilecek sosyalist-sol seçmen için kıyasıya bir hegemonya mücadelesi şekilleniyor. Bu ayrışmalara nasıl bakılmalı sorusu, ayrı bir yazıda ele alınmalı.
Konumuza dönersek… Syriza’nın seçim zaferini emperyalist kapitalist sistemin krizi ve sınıf mücadelesinin kendi dinamikleri içerisinde geniş bir tarihsel perspektifle ele almak gerekmektedir. Aksi takdirde çok gerekli sonuçları çıkaramadan HDP ve ÖDP gibi partilerin darlığı ile kendimizi sınırlandırmış oluruz.
Syriza ve İktidar Meselesi
Syriza’nın zaferi, kapitalizmin krizi ve yükselen sınıf mücadelesinin sonucudur. Ortalama bir Yunanistanlının yaşam standartlarında o kadar büyük gerilemeler yaşandı ki temel burjuva partiler tasfiye oldular. Bu yıkıma karşı muhalefetini aktif mücadelede olmasa da lafzen yükselten Syriza, arkasına güçlü bir rüzgar almayı başardı. Neticede %3-4’lerden %36’lara ulaşan Tsipras, başbakanlık koltuğuna yerleşmiş durumda. Şimdi bizler Syriza iktidarının vaat ettiği gibi emekçilerin haklarını koruyarak ve aynı zamanda Euro bölgesinde kalmaya devam ederek Yunanistan’ı düzlüğe çıkarmasını mı bekleyeceğiz? “Radikal” Syriza’nın vaat ettiği şey aslında bundan ibaret. Bu vaatlerin gerçekleşmesi mümkün mü sorusu ayrı bir konu, ama evvela böyle bir şeyin devrimci perspektifle istenir bir durum olup olmadığı masaya yatırılmalıdır. Yani Syriza programı, (emekçilerin haklarını koruyarak!) Yunan kapitalizminin ayakta kalmasını ve hatta Euro bölgesinde AB emperyalizminin bir parçası olarak istikrar kazanmasını öngörüyor. Devrimci bir bakış açısı ise Yunanistan’daki derin kriz ve güçlü sınıf dinamikleri koşullarında sovyet benzeri yapıların ortaya çıkması, burjuva devlet aygıtının parçalanması ve bir muzaffer devrim olasılıklarını araştıracaktır. Yani Syriza’nın seçim zaferi, bu olasılıkları güçlendirmesi ya da zayıflatması ve bu çerçevede geliştirilecek devrimci taktikler çerçevesinde ele alınır. Devrimci örgütler, Syriza karşısında hangi taktikleri benimsemelidir? Devrimcilerin sorduğu soru budur. Syriza iktidarı, Avrupa tarihinde son 35 yıldır görülen en derin kriz ve en şiddetli sınıf mücadelesi sürecinin bir durağından başkası değildir. Mesele sınıf mücadelesinin bu durakta kalmaması ve ilerlemeye devam etmesidir. Görüldüğü gibi Syriza zaferinden kendisine pay çıkarmaya çalışan reformistlerle devrimcilerin bakış açısı birbirinden kökten bir şekilde ayrılmaktadır.
Syriza, zaten kimseye devrim çağrısı falan yapmıyor. Emperyalist-kapitalizmin sınırları dahilinde emekçilerin yaşamında bir takım iyileştirmeleri öngörüyor. Peki, asıl soru şu: Bizler kapitalizmin hasta bakıcısı mı olacağız, mezar kazıcısı mı?
Devlet Aygıtını İçeriden Ele Geçirmek
Syriza’nın zaferi post-Marksist düşünce dünyasında bir dolu heyecanlı çağrışıma yol açmış durumda. Meselenin bu kısmına dair de bir çift laf etmek yerinde olacak. Bunlara göre Gramscici-Polantzasçı önermeler, Syriza zaferiyle ispatlanmıştır. Yani “seçimler yoluyla iktidara gelmek ve bu süreçte sosyal hareketleri devreye sokmak ya da bu iki taktiği birleştirmek… Devlet aygıtını içeriden ve dışarıdan kuşatmak… Doğrudan demokrasiyi mümkün mertebede uygulamak… Devleti kökten dönüştürmek” vs vs. Gramsci’nin hegemonya kavramından böyle köktenci bir reformist çizgi uydurmak en başta Gramsci’ye büyük haksızlık. Bu, ayrı bir konu. Gramsci bir yana bu reformcu iddiaya karşı iki farklı alandan çürütme gerçekleştirebiliriz. Birincisi, burjuva devlet aygıtı, ordusuyla, polisiyle, istihbarat servisiyle, burjuva mülkiyeti esas alan kanunlarıyla ve bürokrasisi ile kapitalist bir kurumdur. Bırakınız devrimi reformlar konusunda fazla ileri gidilirse bile seçilen başbakan her an o devlet aygıtı tarafından alaşağı edilebilir. İş, sınıf mücadelesinin çetinleşmesine varırsa egemen sınıflar kendilerini tehlikede görürlerse burjuva parlamenter demokrasinin göstermelik işleyişine çok az önem verecektir. Emperyalist kapitalizmin Yunanistan’da Neo-Nazi Altın Şafak‘ı bugünler için hazırlayıp yedekte beklettiği ve günü gelirse bu çeteleri sokağa salmaktan çekinmeyeceği ortadadır. Bunun dışında 1973 Pinochet darbesinin dersleri çok öğreticidir. Devlet başkanı Allende burjuva yasallığına çok güvenerek işçi ve emekçileri silahsızlandırmış, böylelikle de hem kendisinin hem de Şili’deki devrimci mücadelenin sonunu hazırlamıştır. Şimdi Yunanistan’da post-Marksistler devletin ele geçirilmesinden bahsediyor, ama Syriza, koalisyon ortağıBağımsız Yunanlılara (ANEL) savunma bakanlığını bıraktı bile. Büyük iş çevreleri ve derin devlet-ordu bağlantıları olan keskin Yunan milliyetçisi bu partinin gelecekteki olası darbe planlarının içerisinde olacağından şüpheniz olmasın. Konunun diğer bir kısmını gözler önüne seren farklı bir örnekse Chavez’dir. Sahip olduğu dev petrol gelirleri sayesinde Tsipras’a göre iç ve dış politikada çok daha radikal bir programa sahip olan Chavizmo, 16-17 yıldır iktidarda olduğu halde Venezuela’nın temel hiçbir problemini çözememiştir. Büyük yoksulluk, işsizlik, garibanlık, dev boyutlardaki suç, yolsuzluk, konut sorunu… Bütün bunlar kapitalist özel mülkiyet yıkılmadan, sürekli devrim programına sahip olmadan çok az şeyi değiştirebileceğinizi gösteriyor. Devlet aygıtının içeriden dışarıdan ele geçirilmesi kulağa çok hoş geliyor, ama gerçekte kimin kimi ele geçirdiğini tarih defalarca kez göstermiştir. Post-Marksistler atıp tutmadan önce Allende örneğinden başka Chavizmo’nun bilançosunu çıkarmalıdırlar.
Syriza’nın Zaferi ve Liderlik Sorunu
Syriza’nın zaferi, işçi sınıfı atılımının tıkanarak bir noktadan öteye geçememesinin sonucudur. Durumu kabaca şu şekilde özetleyebiliriz: Sınıf hareketi, devrimci önderliğin eksikliği koşullarında potansiyellerinin çok gerisinde kalarak yenilgiye uğrar. Diğer taraftan bu yenilgi, bir fiziksel imha ya da bir çöküş değildir, bir başaramama durumudur. Yorulan kitleler, bir saatten sonra belirli bir duraklama içine girerler. Bu, hiç de öfkenin ve toplumsal muhalefetin sonlandığı anlamına gelmez; ama elden gelenin şimdilik bu olduğu düşüncesiyle bir sakinleşme ve biraz da hayal kırıklığı dönemine girilir. Derken seçimler gündeme gelir ve popüler muhalefete yakın, ılımlı ama kitlelerin bizden dediği bir lider halk desteğini arkasına alarak seçilir. Yunanistan’da yaşanan bu durum, Latin Amerika‘da da yaşanmıştı. Chavez’in, Morales’in seçilmesi incelendiğinde arka planda büyük bir sınıf hareketi görülür; savaşmış, yenilmiş, biraz durulmuş, ama gücünü koruyan bir sınıf hareketi reformist liderleri, kapitalistlerin adaylarına karşı sahiplenir ve onları iktidara getirir. Kapitalistlerle reformcu liderler arasında gerilim mevcut olduğu sürece, reformcu liderler ufak tefek de olsa emekçilerin lehine politikalar uyguladığı sürece, halk desteğini bu karşıtlık temelinde koruyabilmiştir. Yani, Tsipras AB’ye tam teslim olmadığı sürece, temizlik işçilerinin işe geri alınması örneğinde olduğu gibi bir takım reformlara imza attığı sürece halk desteğini koruyabilecektir. Bu anlamda Tsipras’ın halk desteğinin erimesini otomatik bir süreç olarak görmemek gerekir. Devrimci kanadın açık ihanet olarak gördüğü icraatlarla kitlelerin açık ihanet olarak göreceği şeyler arasında bir takım farklılıklar olacaktır. Chavez-Morales benzerliklerinin Tsipras örneğinde nereye kadar uzayacağını zaman gösterecek. Ama herkesin bildiği bir gerçek varsa o da Yunanistan’ın Bolivya ve Venezuela’dan farklı olarak zengin doğal kaynaklara sahip olmadığıdır. Yani, Tsipras’ın şapkadan tavşan çıkarmasını beklememek gerekir.
Syriza Karşısında Taktikler
Syriza karşısında devrimci politika nasıl olmalıdır? Gerek seçimler öncesinde gerekse de seçimler sonrasında nasıl bir taktik izlenmelidir?
Buraya kadar Syriza’nın reformist bir parti olarak emperyalist-kapitalist sisteme entegre bir parti olduğunu belirtip durduk. Şimdi bu noktadan hareket ederek Syriza’ya bir Yeni Demokrasi ya da bir PASOK muamelesi yapmak mı gerekir? Arada bir fark görmemek ve bu çerçevede politikalar ortaya koymak, çok kaba bir yaklaşım olurdu. Bu durum HDP ya da ÖDP’yi CHP ile aynı kefeye koymaya benzerdi. Syriza’nın kendisi düzen partisi olsa da kitle basıncı nedeniyle AB gibi emperyalist kapitalist kurumsallıkla ciddi çelişkiler içerisinde olduğunu görmezden gelemeyiz. Ya da Syriza’nın ciddi bir emekçi kitlesinin desteğini aldığı, ülkenin bu seçim sürecinde sola kaydığı, kapitalist sisteminse kemer sıkma politikalarını öyle kolay uygulayamayacakları için zorlanacağı ortadadır. Devrimci taktikler, bütün bunları hesaba katarak yapılır. Neticede okul sıralarında oturup farklı siyasal programların münazarasını yapmıyoruz. Sınıf mücadelesinin verili tarihsel andaki seyri ile halk tabakalarının gerçek yaşamdaki ihtiyaçları, eğilimleri, heyecanları, bilinçleri ve çelişkileri göz önünde bulundurularak devrimci siyaset üretilir. Yoksa kaba formülasyonlar ve ezberlenmiş şemalara bağlı kalacaksak “seçimler bir oyundan başka bir şey değildir” diyip kenarda duran anarşistlerden bir farkımız kalmazdı. Neyse ki Marksist diyalektikten ve bunun Komünist Enternasyonal’de uygulanan birleşik cephe gibi pratikteki uygulamalarından haberimiz var.
Bu perspektiften bakıldığında en kötüsü seçimleri Yeni Demokrasi’nin kazanması olurdu. Bu ihtimalde kemer sıkma politikalar halkın çoğunluğu tarafından benimsenmiş olacaktı. Syriza’nın zaferi ise sınıf mücadelesinin olgunlaşması ve çelişkilerin keskinleşmesi anlamında ileriye doğru atılmış önemli bir adımdı. Bu yüzden seçim öncesinde devrimci kanadın Syriza’ya şartlı destek açıklaması gerekiyordu. “Kapitalistlerle çatıştığı her durumda Syriza’ya destek olunacağı, ama emperyalist kapitalizmle uzlaşıldığı zamanda kitlelerle beraber grevler ve gösteriler için düğmeye basılacağı”ilan edilmeliydi. Durum seçim sonrası da farklı değil. Şimdi mesele Syriza’yı basınç altına almak, kapitalist programı mümkün olduğunca bloke etmek ve kitlelerle güvene dayalı ilişkileri kuvvetlendirmektir. Egemen sınıfın kapitalist programı uygulayamamaktan kaynaklanan sıkıntılarını güçlendirmek gerekir. Bu süreç aynı zamanda Syriza’nın da uygulamada sınanacağı bir süreçtir. Syriza iktidarı aynı zamanda Syriza alternatifinin de denenmesi anlamına gelecektir. Burada yapılacak en büyük hata sekterlik yaparak kitlelerin boş yere antipatisini kazanmak, pasif eleştirmenler olarak kenarda durup Syriza’nın iflasını beklemektir. Zira, Syriza’nın iflası otomatik biçimde devrimci kanada yaramayacaktır. Bu yüzden bir yandan emperyalist saldırganlık karşısında Syriza’ya destek olmak, diğer yandan da borçların geri ödenmemesi, bankaların kamulaştırılması ya da spekülasyoncu sermayeye el konulması gibi taleplerle Syriza’nın üstüne gitmek gerekir. Örneğin AB’nin şantaj ve tehditleri karşısında AB’den çıkılması ve ülkenin yeniden inşası için bir kamu fonunun oluşturulması talebi yükseltilebilir. Bu taleplerin kitlelerin benimseyeceği talepler olması önemlidir. Kitlelerin Syriza karşısında eleştirel bir pozisyon alabilmelerinin koşullarını talepler etrafında yürütülecek mücadele belirleyecektir. Ancak, somut taleplerle kitlelerle bağ kuran, sekter davranışlarla kendi kendisini izole etmeyen bir devrimci politik hat sınıf mücadelesinin liderliğine aday olabilir.