Rejimin Geleceği: Yol Ayrımına Doğru – V. U. Arslan
15 Temmuz darbe girişiminin hemen ardından 2016 Ağustos’unun hemen başında Türkiye’de rejimin nereye evrileceği konusunu tartışan “Rusya, Malezya, Afganistan… Ne Olur Ne Olmaz?” başlıklı bir yazı kaleme almıştım. 15 Temmuz sonrası OHAL ilan edildiği koşullarda oldukça karamsar yorumlar havada uçuyordu. Bunlardan birinde dünyaca tanınmış iktisatçı Doni Rodrik, iç savaş ihtimalinden ve Türkiye’nin Afganistanlaşmasından bahsediyordu. Çok yaygın olan bu gibi fikirlerle tartışırken Türkiye’de iç savaş dinamiklerinin ve süreci iç savaşa götürecek bir karşıt tarafın olmadığını yazmıştım. Afganistan’a dönüşme kehaneti ise tümden geçersizdi. Olsa olsa Putinleşme ve Rusyalaşma tartışması söz konusu olabilirdi.
Yazının üzerinden 5 yıl geçti. Bu zaman zarfında 2016’da başlayıp iki yıl süren OHAL’i ve ihraçları yaşadık. 2017’de sopalı referandum sayesinde cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi diye bilinen Tayyip tipi bir sisteme geçtik. 2018’den itibaren AKP’nin gururla anlattığı Suriye, Libya ve Karabağ alt-emperyalist müdahalelerini gördük. 2018 ve 2020’de iki döviz şoku yaşadık; hayat pahalılığı, işsizlik ve yoksulluk aldı başını gitti. Bu arada AKP 2019’da ağır bir yerel seçim hezimeti yaşadı, İstanbul’daki seçimlerin tekrar ettirilmesiyle rezillik ve hezimet katlandı. 2020 ve 2021’de gerek ekonomik krizin etkisiyle gerekse de pandeminin emekçi sınıflar aleyhine çok kötü yönetilmesiyle AKP’nin toplumsal desteğindeki ağır ama istikrarlı gerileme hızlandı. 2021 için yeni bir döviz şoku beklentisi bulunuyor ve emekçilerin durumunun daha da kötüleşmesi kaçınılmaz duruyor. Diğer taraftan bu süreçte işçi hareketinde bazı kımıldanmalar dışında bir canlılık görünmedi. Bu zaman zarfında demokratik haklar ve özgürlükler tırpanlandı, sosyalistler ve diğer muhalifler baskılandı, HDP ezildi.
Bu 5 yılın ana başlıklarını bu şekilde özetledikten sonra Türkiye’nin Rusyalaşması senaryosunu 2021 ortası itibariyle bir kez daha masaya yatırabiliriz. Öncelikle Rusya benzetmesini diğer eski SSCB ülkelerini de işin içine katarak genişletebiliriz. Soru şu: Türkiye Azerbaycan, Türkmenistan, Belarus vb’ne mi dönüşüyor? Gelin önce eski SSCB coğrafyasının durumunu başlıklar olarak sıralayalım.
Eski SSCB Coğrafyasının Hali Pür Melali
- Tepede bir despot
- Polis, yargı, medya, istihbarat, bürokrasi kontrol altında.
- Oligarklar ülkeyi yağmalıyor.
- Burjuvazinin tarihsel çıkarları güvencede.
- Despotla ters düşen burjuvanın fişi çekiliyor.
- Devlet destekli mafya yapılanmaları güçlü.
- Rejim muhalifleri susturuluyor. Toplumsal muhalefet baskı altında.
- Zorbalık, kabalık, görgüsüzlük, cinsiyetçilik, homofobi vb çok güçlü.
- Milliyetçilik ve kutsal devlet imgesi kullanılıyor, dış güçler retoriği baş tacı ediliyor.
Türkiye’de durum tam da bu dediğinizi duyar gibiyim. Ama gelin eski SSCB ülkelerini biraz daha inceleyelim. Bütün eski SSCB ülkelerinde durum birebir aynı değil şüphesiz. Küçük ve kırılgan, savaşlar kaybetmiş, ezilmiş, bu arada demokratik bir gelenek de oluşturmamış Ermenistan ve Gürcistan’ın narin ve dandik demokrasilerini bir kenara bırakalım. Ve trend belirleyen büyük patron Rusya’ya bakalım.
Bir takım kitlesel eylemlerin düzenlenebildiği (ama polis terörüne maruz kaldığı) Rusya’da Putin’in canını sıkan politikacı ve gazetecilerin sonu kötü oluyor. Dünyanın tanıdığı sembolleşmiş isimler için bile suikastler, tutuklamalar ve işkenceler hiç de sıradışı değil. Duma’daki (sözde) muhalif partiler, bu arada Rusya Komünist Partisi dahil, Kremlin’in kontrolü altında. Putin milliyetçiliğin rüzgarıyla çoğu kez Rusya seçmenlerini tatmin etmeyi başarsa da uzun iktidarı boyunca işlerin ters gittiği seçimlerde aleni hilelere başvurmakta bir sorun yaşamadı. Hakkı yenen parti durumundaki Rusya Komünist Partisi de kendisine oy verenlerin yaygın ititrazlarına rağmen gıkını çıkartmadı. Putin’in Çeçenistan’da girdiği her seçimde %90’dan fazla oy aldığı bir “serbest seçim” düşünün. Bir de Diyarbakır’da AKP’nin %95 oy aldığı bir seçim yarışını düşünün. Kulağa fazlasıyla gerçeküstü geliyor. Çeçenistan’da Putin’in bu oyları alabilmesi ya da aldığını ilan edebilmesi Rusya’nın kendisine özgü tarihsel gelişimi ve rejimin karakteriyle alakalı.
Türkiye’nin Farklılıkları
Türkiye’nin gelişimi ise Rusya’dan çok farklı. RTE’nin en az Putin kadar güçlü olmaya can attığına şüphe yok. Ne var ki Türkiye’ye giydirilmek istenen Rusya- Azerbaycan- Türkmenistan gömleği bünyeye dar geliyor. Yıllardır bitmeyen sancı da bu yüzden. Geç kapitalistleşen ülkelere uygun şekilde Türkiye’deki burjuva kurumsal gelişim kesintiler ve çarpıklıklarla dolu olsa da uzun bir geçmişe ve geleneğe sahip. Tanzimattan Meşrutiyete, Cumhuriyetten çok partili hayata kadar Türkiye’de yüzünü Batıya dönmüş bir burjuva devlet geleneği bulunuyor. Tek adam ve etrafındaki 5’li çete diye bilinen küçük bir kliği saymazsak bu geleneği sonlandırmak ve yerine çıplak bir diktatörlük oluşturmaktan çıkarı olan bir sınıf bulunmuyor.
Rusya, Azerbaycan, Türkmenistan, İran vb. ülkelerdeki rejimler, zengin doğal kaynaklardan gelen büyük çaplı hazır paraya yaslanıyor. Her biri enerji devi olan bu ülkelerdeki burjuvalar-oligarklar da esas olarak bu zenginliğin bölüşülmesi üzerinden yükseliyorlar. Tepedeki despotlar bu paylaşımı oligarklar, mafya, bürokrasi ve kendileri arasında gerçekleştiriyor. Rusya ve İran’ın Batılı emperyalistlerden “bağımsız” bir çizgi izleyebilmesi ve hayatta kalabilmesi bu büyük miktarlardaki hazır para sayesinde mümkün oluyor.
Türkiye’deki kapitalist ekonomi ise böyle bir enerji zenginliğine dayanmıyor, tersine enerji ithalatçısı konumunda. Küresel kapitalizmle büyük oranda içiçe geçtiğinden dış dünyayla ilişkileri sayesinde ayakta kalabiliyor. Türkiye’deki burjuvazi tarihsel olarak bu ilişkiler üzerinden yükselmiş durumda. Sermaye birikim oranı, tasarrufları az ve dışarıdan kaynak girişi olmadan nefes alacak durumda değil. Kısacası Türkiye’nin Batı’dan koptuğu açık bir diktatörlüğe dönüşmesinin iktisadi temelleri mevcut değildir. Bu yüzden RTE Biden’ın gözüne girebilmek için aylardır çaba sarf ediyor. Ukrayna’daki savaşkan girişkenlik ile Libya, Akdeniz, Mısır, Suud ve İsrail politikalarındaki dönüşler hep bu yüzden.
RTE’nin kendisi de seçimleri kazanan meşru lider olarak kalmayı tercih eder, ama ya seçimleri kazanamayacağını anlarsa? Rusya’daki gibi burjuva muhalefet partilerini de bitirip seçimleri formaliteye dönüştürebilir mi?
RTE için işlerin çok zorlaştığına şüphe yok. Ne kadar güçlü görünürse görünsün siyasal kariyeri faşist ortağı Bahçeli’nin iki dudağı arasında. S.Soylu meselesinde görüldüğü gibi manevra alanı Bahçeli tarafından da daraltılmış durumda. Daha da ağırlaşması beklenen ekonomik kriz seçmen desteğini eritiyor ve kırılganlıkları arttırıyor. Alt-emperyalist hevesleri ile ABD ve Rusya’nın koyduğu sınırlar bir duvar gibi yüzüne çarpıyor.
RTE’nin burjuva partilerin muhalefet bloğunu bölemediği müddetçe %50’lik başkanlık oy barajını aşmaya çalışması giderek umutsuz bir çabaya dönüşebilir. Önünde fazla seçenek yok. Siyaseten tasfiye olacağı bir seçim mağlubiyetini kabullenmek ya da seçim darbesi yapmak gibi çok keskin seçeneklere zorlanmak yerine daha yumuşak ara formülleri düşünmesi olası görülüyor. Bu formüllerin başında muhalefetin çok istediği parlamenter sisteme dönüşü içeren bir anayasa değişikliği geliyor. RTE ekonomik toparlanmayı bekleyerek seçmen desteğini toparlamayı umabilir ama tersinden yeni bir döviz şokuyla iyice derinleşecek ekonomik kriz AKP iktidarını çok daha kırılgan hale getirecek.
Sonuç
Türkiye’de eski SSCB ülkelerinden çok daha köklü ve canlı bir toplumsal muhalefet geleneği var. 2016’daki yazıda da vurguladığımız bu gelenek bütün baskılara rağmen boyun eğmedi. Bu toplumsal muhalefete şu anda ne yazık ki işçi sınıfı damgasını vurmuyor, ama toplumsal direnişin çok güçlü sosyolojik tabanları mevcut. Türkiye’de sosyalistler, kadınlar, Kürtler, Aleviler, laik bir yaşam beklentisinde olanların AKP diktatörlüğüyle uzlaşması mümkün değil. AKP’nin geleneksel sağ tabanı bile zayıflıyor. Toplumun ne kadar canlı damarı varsa, başta gençlik olmak üzere, kararlı şekilde AKP karşıtıdır. Üstelik işçi sınıfı kıpırdanırken yoksul kesimler de AKP’den uzaklaşıyor. AKP esas olarak toplumsal muhalefetin bu sosyolojik tabanını zayıflatamadığı için hala direnç görüyor ve hala kırılgan durumda. Devrimciler bu dinamiklere yaslanarak muhalefetin sesi olabilseydi ülke şu an bambaşka bir durumda olacaktı. Ama hiçbir şey bir anda olmuyor ve hiçbir şey için geç değil. Sosyalistler seçimlere bel bağlamamak ve AKP ötesindeki hedefleri menzile koyabilmek için yoksullaşan ve açlık sınırına itilen milyonların toplumsal patlamasını inşa etmeye odaklanmalıdır.