2020 Yılı Metal Grevi Perspektifleri – Engin Kara
1 – Ekonomik Kriz ve İşçi Sınıfının Yaşam Koşulları
Erdoğan’ın bütün kadroları, var güçleriyle krizi bir hokkabaz edasıyla gözlerden ırak tutmaya çalışıyor. Başlarda krizin olmadığını söylüyorlardı. Şimdilerde ise krizin ve “en kötüsünün” geride kaldığını iddia ediyorlar. Erdoğan’ın kurmaylarının hokkabazlığı, gerçekten de resmi rakamlar düzeyinde bazı şaşırtıcı sonuçlar yaratabildi. Hem bazı siyasi hamleler (enflasyona karşı topyekûn mücadele kampanyası gibi) hem de bazı rakamsal oynamalar, son aylarda ekonomimin belli ölçülerde toparlama görüntüsü vermesini sağladı.
Ama bu durum bir görüntüden ibaret. Emekçilerin – yani toplumun en azından %75’inin – yaşam koşullarına baktığımızda krizin hâlâ yakıcı şekilde hissedildiğini görebiliyoruz. Sadece doğalgaza 2019 boyunca gelen zamların, Ocak 2020 faturalarını uçurması bile, milyonlarca emekçinin kriz hakkındaki duygu ve düşüncelerini belirlemeye yeter.
Kısacası, krizin düzeyini görmek istiyorsanız doğru yere bakmanız gerekir. Her türlü taklanın attırılabildiği resmi rakamlar, sizi yanıltır da kandırır da. Oysa işçi sınıfının yaşam koşullarının nesnel analizi asla yanıltmaz, kandırmaz.
Metal işçileri, asgari ücretin belirli düzeyde yukarısında bir gelire sahip ve görece güçlü sendikalı gelenekleriyle avantajlı konuma sahiplerdi. Oysa son yıllarda, metal işverenlerinin 3 yıllık toplu sözleşme ve düşük zam dayatmaları, AKP’nin grev yasakları ve yüksek hakem kurulunun patronların çıkarını kollaması nedeniyle ekonomik açıdan irtifa kaybetmiş bulunuyorlar. Bu durumu, ekonomik krizin genel etkisinin metal işçileri üzerindeki yansıması olarak kabul etmek gerekiyor.
2 – Krizin Yarattığı Geçim Bunalımına Karşı Emekçilerin Üç Tepkisi
Emekçilerin kriz nedeniyle girdikleri darboğaza karşı tepkileri üç temel biçimde özetlenebilir.
İlki, tepki olmaktan çok tepkisizliğe denk düşen, henüz geniş yığınların temel refleksi olan seçenek. Milyonlar, krizin ağır yükü altında ezilse bile henüz duyulur sesler çıkarmaktan uzak. Kulağınızı işçi sınıfına yeterince yaklaştırırsanız her ağızda mırıldanmaları ya da fısıltıları duyabilirsiniz ama neticede sadece bunlar etkisiz kalıyor.
İkinci yönelim, intihar vakaları. Basına yansıdığı kadarıyla bugüne kadar geçinemediği için intihara sürüklenenlerin sayısı onlarca diyebileceğimiz düzeyde. Kendisini yakanlar, siyanür içenler… Sayıca çok az olmalarına rağmen, bunun başlı başına bir eğilim olduğunu – ne yazık ki – vurgulamak gerekiyor. Evet, ahmakça bir eğilim ancak tutunacak hiçbir dalı kalmayanların sürüklenmekten kaçınamadığı bir eğilim…
Ve nihayet üçüncü seçenek – kelimenin gerçek anlamıyla “seçenek” olma niteliğini hak eden tek seçenek: MÜCADELE! Gebze’deki Trelleborg işçilerinden 130 bin metal işçisine… Bu tepkiyi verenlerin şimdilik çoğunlukla işçi sınıfının örgütlü kesimleri olduğu görülüyor. Bu durum krize karşı işçi sınıfının kendi seçeneğini yaratması için örgütlü mücadelenin can alıcı olduğunun başlı başına ispatı durumunda. Mesela Trelleborg işçileri, toplu sözleşme sürecinde zam taleplerini %50’den başlatıp en son sınır olarak %37,5 talep ettiklerinde, başta işveren olmak üzere pek çok kişi bu yüksek zam oranının gerçekçi olmadığını düşünmüştü. Ama bugün (22 Ocak) itibariyle Trelleborg işçileri %34 zam konusunda işverenle anlaşmış bulunuyor. Bu durum bir buçuk aylık grev mücadelesinin bir zaferi, başka türlü de olamazdı!
3 – Sendikalar Cephesinde Güç Dengeleri
Ülke genelinde sendikalaşma oranlarının düşüklüğü artık herkesin malumu. Mevcut sendikalı yerler, çoğunlukla eski kamu işyerleriyle metal gibi sendikal geleneğin görece sağlam olduğu bazı alanlardan ibaret. Özellikle genç kuşaklar, sendika nedir bilmiyor.
Var olan sendikal örgütlenmelerin de içten içe çürüdüğünü görmek lazım. Pek çok sendika, yöneticileri için rant havuzuna dönüşmüş durumda. Ülkede işçilerin sadece gündelik ekonomik çıkarları için bile kılını kıpırdatan sendikaları parmakla saymak mümkün.
Bir buçuk milyon işçinin doğrudan istihdam edildiği metal iş kolu da sendikal yozlaşmadan payına düşeni fazlasıyla alıyor. Sektörde üç büyük sendika var.
Türk-İş’e bağlı Türk Metal’in 200 bin üyesi bulunuyor. Ülkenin en kalabalık ikinci sendikası olmanın yanı sıra en gerici sendikalar yarışında da ilk sıralara oynuyor. İşçinin değil sözünün geçmesi, değil taleplerinin duyulması; aidat ödeyen üye olmaktan öte bir anlamı bile bulunmaz. Ama Türk Metal yöneticileri, patronların sözünü hep dinlerler, onları dikkate alırlar ve onların taleplerini yerine getirmeye çalışırlar. Türk Metal yöneticileri, patronların işçi sınıfının bağrına sapladığı bir ajandan başka bir şey değildir.
40 bin üyeli Özçelik-İş ise Türk Metal’in Hak-İş versiyonundan fazlaca bir anlam ifade etmiyor.
İşkolunun üçüncü büyük sendikası Birleşik Metal-İş ise DİSK’e bağlı ve 30 bin üyeye sahip. Birleşik Metal-İş hem Disk’in hem de Türkiye’deki sendikal mücadelenin önemli parçalarından. Bürokratikleşme, işçi iradesinin zayıflığı gibi etkenler Birleşik Metal-İş için de geçerli olsa da üye işçilerin mücadeleciliğinin de etkisiyle sınıf mücadelesinin bütün öznelerince gözlerin dikildiği bir toplam olagelmiştir. Ancak yine de söz konusu grev gibi ciddi mücadeleler olduğunda Birleşik Metal-İş yönetiminin her defasında hazırlıksız ve plansız olduğu görülüyor. Grev, bir mücadele aracı olmaktan çok “grev tehdidi” olarak bir pazarlık aracına indirgeniyor.
Evet, ne yazık ki bugün için sendikal cephede ciddi bir grev mücadelesini sırtlanacak bir mekanizma hazırda bulunmuyor. Ama bu durum, metal işçilerinin eli kolu bağlı oturmaya ya da başkaca mücadele mekanizmaları geliştirmemeye mahkûm olduğu anlamına gelmiyor.
4 – Erdoğan Türkiye’sinde Grev Hakkı
Bugün işçilerin grev hakkı var mı? Kağıt üzerinde evet. Ama bu hak, ciddi etkiler doğuracak oldu mu hemen Hükümet kararıyla “erteleme” adı altında yasaklanabiliyor. “Milli güvenlik” bahanesinin ön plana çıktığı grev yasakları, AKP’li yıllar boyunca tam 16 defa uygulandı. Bunlardan dördü (%25’i) metal iş kolundaki grevlerdi.
Marx, bir yerde anayasayı tartışırken, anayasa bir hakkı tanımlar ve düzenlenmesini yasalara bırakır, yasalar ise anayasadaki kağıt üzeri varlığına halel getirmeden o hakkı istediği kadar sınırlar diyordu. Yani bir yandan hak anayasada yazılı olur ama öte yandan yasalar nedeniyle fiilen kullanılamaz hale gelir.
Türkiye’de grev hakkı tam da bu durumda. Anayasa’da var. Ama yasal düzenlemeler nedeniyle zaten yasal greve başlamak alabildiğine zorlaştırılmışken, bir de “grev erteleme” isimli grev yasağı sayesinde iktidarın canı istediğince yasaklanabilir.
Bu tablo, akıllara Türkiye işçi sınıfının grev hakkını nasıl elde ettiğini getiriyor, daha da çok getirmesi lazım. 1961 Anayasası, ilk defa grev hakkını yasal olarak tanımış ancak düzenlemeleri “ileride çıkarılacak” yasalara bırakmıştı. Grev yasaları ise bir türlü çıkmamış ve bunun üzerine Kavel kablo işçileri fiilen grev yapmaya başlamıştı. Kavel işçileri ilk başta hapis cezaları ile karşılaşsa da toplumsal destek sayesinde nihayet grev yasaları çıkarılmak zorunda kalınmış ve yasaya eklenen madde ile Kavel işçileri özgürlüklerini de elde etmişti. Yani grev hakkı, pratikte grev yaparak kazanılmıştı.
Şimdi grev hakkını korumak için benzer girişimlere ihtiyaç var.
5 – Metal İş Kolunda Toplu Sözleşme Tıkanıklığı
Toplamda 130 bin metal işçisini kapsayan MESS’e bağlı işyerleri adına yürütülen toplu sözleşme görüşmeleri Aralık ayının başında tıkanmış ve uyuşmazlık kararı alınmıştı. Tıkanmaya yol açan iki temel sebep MESS’in 3 yıllık sözleşme dayatması ve ücret başlıkları oldu.
MESS sözleşmeyi 3 yıllık imzalayarak daha uzun süre düşük zam oranlarını korumak istese de işçi sendikaları bunu kabul etmiyor. Dikkat çekmek gerekir ki MESS’in bu dayatması, daha en az 3 yıl boyunca ekonominin iyiye değil kötüye gideceğini beklediklerini gösteriyor!
İkinci anlaşmazlık ise ücretler konusunda. İşçi sendikaları %26’dan aşağı inmezken, masada MESS’in son teklifi %6 zam olmuştu!
Bugüne kadar ek görüşmelerde MESS teklifini en son %10 olarak revize etti.
Sendikalar da geçtiğimiz hafta grev kararlarını ilan etti. Birleşik Metal-İş, grev tarihi olarak 5 Şubat’ı duyurdu.
6 – Tavırlar, Taktikler, Hamleler…
Öncelikle sendika yönetimleri ile sendika tabanlarını ayırt etmek gerekiyor. Örneğin Türk Metal yönetiminin tarihsel ölçekte çöp niteliğinde olduğunu söyleyebilsek de aynı şeyi Türk Metal üyesi on binlerce işçi için söyleyemeyiz.
Kaldı ki hayatta hiçbir şey sabit niteliklere sahip değil, bu kural sınıf mücadelesinin canlı süreçlerinde çok daha fazla geçerli.
Sendikaların bürokratik, hatta mafyatik (Türk Metal) yönetimleri, bazı özel anlarda kendi sınırlarının çok ötesinde hamleler yapmak zorunda kalabilir.
Düşünün, emekçilerin doğalgaz faturasını gördükçe, doğalgazı açmadan oturduklarından daha fazla titredikleri bir dönemde, gider de %6’lık bir zamma imza atarsanız bunun sonu ne olur?
2015’teki “metal fırtına”yı hatırlıyoruz değil mi?
Sendika bürokratları da en az bizim kadar iyi hatırlıyorlar bu süreci. Bu yüzden işçileri kendiliğinden radikalliklere mecbur bırakmamak için bir nevi “gazlarını almak” zorundalar. Bu davranışın ölçeği de olağanüstü dönemlerde, sıra dışı boyutlara varabiliyor. Bu yüzden bugün sendika bürokrasileri, hangi renkten olurlarsa olsunlar, en azından grev lafını ağızlarına almak zorunda kaldılar.
Olağanlığın daha fazla büyüdüğü dönemlerde sendika bürokratlarının grevi fiiliyata dönüştürmelerini de bekleyebiliriz. Her ne kadar bunu da “gaz alma”nın yeni bir yöntemi olarak kullanacak olsalar da…
Sendika bürokrasisinin her türlü ayak oyununu teşhir etmek devrimci bir görev. Ama onun içine düştüğü çıkmazlarından yararlanmayı da bilmek lazım.
Mesela Türk Metal yönetimi, 19 Ocak günü Bursa’da düzenledikleri mitinge Haluk Levent’i getirdi. Türk Metal yönetiminin, bunu bir reklam ve şov malzemesi olarak kullandığına şüphe yok. Ama muhalefetle içli dışlı olan ve işçi eylemlerine sempatisi belli olan Haluk Levent’in Türk Metal üyesi işçilerle buluşmasına olan öfke niye? Ya da Haluk Levent konseri var diye metal işçilerinin mitingine başka sektörlerden katılım olduğunu, bu yüzden mitingin kalabalık geçtiğini söyleyip bunu yermek hangi kafanın ürünü? Tabii ki de iflah olmaz çocukluk hastalığının, ultra solculuğun ürünü… Herhangi bir devrimcinin, bu gibi olaylardan, sınıf hareketinin genel çıkarının büyümesi nedeniyle sevinç duyması gerekir.
Önemli olan taban inisiyatifini öne çıkaracak hamleleri yapabilmekten geçiyor. Bunu yaparken, sendika bürokratları ile tabandaki üyeleri ayırt etmeyi beceremezseniz vay halinize. Üyelerin motivasyonunu artıracak bürokratik aygıtın adımlarından yararlanmayı bilmez de tersine bunları elinizin tersiyle iterseniz vay halinize.
7 – Sendikal Bürokrasi, Hangi Aşamada İhanet Edecek?
Bu soruyu, “sendikalar greve hazır mı?” şeklinde de sorabiliriz. Öncelikle MESS ve Erdoğan hükümetinin, olası bir grevi yasaklamak konusunda şimdiden uzlaştıklarından şüphemiz olmasın. Mesela Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanı Zehra Zümrüt Selçuk, 13 Ocak’ta Türk-İş’in yeniden seçilen yönetimini ziyaret etmişti. Böyle bir toplantıda, asgari ücret ve kamu işçileri toplu sözleşme sürecinde Türk-İş yönetiminin davranışlarına teşekkürün yanı sıra MESS grevinin konuşulmamış olma ihtimali var mı?
Tabii ki de hayır.
Öte yandan sendika yönetimlerinin değil grev yasaklaması, yapılabilecek bir greve bile hazırlıklarının olmadığı ortada. Zira aslında hiçbiri greve çıkmak istemiyor. Tekrar vurgulamak gerekirse grev bir mücadele aracı olarak değil sadece bir pazarlık aracı olarak ele alınıyor.
MESS’in son iki haftada üst üste görüşme talebinde bulunarak her seferinde zam önerilerini ikişer puan artırması, patronların da olası bir grevin önünü almaya çalıştıklarını gösteriyor. Bunu da, sendikaların tabanının olası tepkilerini, sendika yöneticileriyle birlikte ölçe ölçe yapmak istiyorlar.
Rahatlıkla tahmin edebiliriz ki Türk Metal %12-14 bandında bir rakama anlaşmayı planlıyor. Bu da, haftada bir görüşme ve her görüşmese 2 puanlık artış ortalamasını dikkate alınca, en fazla iki hafta daha anlamına geliyor. Tam da Birleşik Metal-İş’in duyurduğu grev tarihinin öncesi, değil mi?
Biraz daha tepkisel ifadeler kullansalar da Birleşik Metal-İş de benzer bir rakama imza atacaktır.
Normal bir dönemde, MESS’in talebinin iki katına çıkabilmek başarı sayılabilir pekala. Fakat şu kriz döneminde, emekçilerin reel kayıpları %30’ları aşarken, MESS’in ilk talebi komedi düzeyindeyken, %12-14 bandı hiçbir anlam ifade etmeyecektir. Bu rakam isterse %15-16’ya ulaşsın. %20’nin altında kalan her rakam, irtifa kaybı ve sefalet anlamına gelecektir.
8 – Sürpriz Mücadeleler Mümkün
MESS, teklifini daha fazla artırmaya yanaşmayabilir. Sendikal bürokrasi, işçilerin olası tepkilerini göze alamayabilir, işi grev yasağına bırakmak isteyebilir. Neticede, grev günü gelip çatabilir…
Grev yasaklanabilir ama işçiler yasağa rağmen şaltere uzanabilir.
Ya da sendikal bürokrasinin olası satışı, metal işçilerinde öfke patlamalarına yol açabilir.
Neticede on binlerce metal işçisinin öfkesinin pratik yansımalarına tanık olabiliriz. Bunun olasılıkları mevcut. Ama şimdilik çok güçlü olduğunu iddia edemeyiz. Yine de bu dönemde sınıf mücadelesinde sürprizlere açık olmak lazım.
9 – Metal İşçileri Mücadeleyi Kendileri Göğüslemek Zorunda
Bir sahici mücadele yükselecekse de bu, sendikaların yönetimlerinin eliyle olmayacak. Sendika yönetimlerine rağmen olacak.
Ama işçilerin mücadele dalgasının yükselmesi için taban örgütlülüklerine ihtiyaç var. Fabrika komiteleri, grev komiteleri…
Doğrusu, metal işçileri bir sınıf hareketi dalgasına öncü olabilirler. Ama bunun için kendi göbeklerini kendileri kesmek zorundalar.
Tabii ki imkanı olan yerlerde sendikalardaki mevcut mekanizmaların sınırlarının zorlanması da bu yolda ön açıcı olacaktır. Örneğin, mevcut mekanizmaya muhalefet ederek yönetime gelen Birleşik Metal’in Gebze şube yönetimi bu noktada daha ile adımlar atmaya zorlanabilir.
10 – Toplumsal Patlama Er Ya Da Geç Gelecek, Hazırlanalım!
Türkiye’de bir emekçi patlamasının objektif koşullarının olgunlaştığına şüphe yoktur. Bahsini ettiğimiz şey genç emekçilerin ön planda olduğu ekmek, iş ve gelecek isyanlarıdır. Kültür, kimlik, etnik ve mezhepsel kutuplaşmalar etrafında şekillenen siyasal gerilimler, öteden beri bu tansiyonu bastırıcı bir etki yapıyor. Ama ekonomik durumun ağırlaşmasıyla cinin şişeden çıkacağı günleri görürsek kimse şaşırmasın. Türkiye’de sistem ekonomik ve siyasal açılardan net bir şekilde tıkanmıştır. Mesele sosyalist alternatifin güçlenmesi ve bu olasılıklara hazırlıklı olarak sınıf mücadelesine etki edebilmesidir. Özetle devrimciler olarak zamana karşı yarışıyoruz.
Bu satırlar, Eylül 2019’da sosyalistgundem.com’da yayımlanan V.U. Arslan’ın “Türkiye’de Toplumsal Patlamanın Objektif Koşulları Olgunlaşıyor” başlıklı yazısından.
2020, bu açıdan genel anlamda da sürpriz olmayacak sıra dışı mücadelelere gebe olabilir. Ne var ki mesele bu kabarmaya sınıf hareketinin hazır olup olmayacağında düğümlenecektir.
Şimdilik bu konuda henüz zayıf olduğumuzu dürüstçe söylemek gerekiyor. Ama hızlı zamanlardan geçiyoruz. Hazırlıkları hızlandırmak da mümkün. Yeter ki hazırlanmak için harekete geçelim.